Mehveş Evin
Ne yani ‘çocuklar ölsün’ mü diyelim?
Fotoğrafına bir bakış atmak yeter: Ayşe Çelik’in gözlerinin içi, zeka, cesaret ve iyilikle parlıyor. Kamuoyunun ‘Ayşe öğretmen’ diye tanıdığı bu genç kadın, sokağa çıkma yasakları sırasında Beyaz Show’a bağlanıp ‘Çocuklar ölmesin’ dediği için hedef gösterildi, yargılandı, derken hapis cezası verildi. Şimdiyse cezası onandı.
Mesleğine aşkla bağlı pırıl pırıl bir öğretmen, ulusal kanalda ‘çocuklar ölmesin’ dediği için kendi çocuğunu hapiste kucağına alacak!
Dünyanın başka bir yerinde benzeri bir vaka var mıdır? Hiç sanmam. En saf, en sıradan yakarışın, bir duyarlılık çağrısının dile getirilmesi, nerede ve nasıl ‘terör örgütünün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek, övecek, teşvik edecek nitelikte’ sayılabilir ki?
Ayşe öğretmen, ülkenin ‘doğu’sunda yaşananlara dikkat çekmiş, ana akım medyanın yaşananları farklı aktardığını ve toplumu sessiz kalmak yerine meseleye duyarlılıkla yaklaşmaya davet etmişti. Örgütü geçtim, özne bile yok, ama belli ki devlet üzerine alınmış.
Bu sözleri stüdyodaki konuklarıyla alkışlayan Beyaz’ın hedef gösterildikten sonra (Sabah, RTÜK’ü ‘göreve’ çağırmıştı) çark edip nedamet getirmesini sert bir dille eleştirmiştim. Merak ediyorum: Beyaz Efendi geceleri rahat uyuyor mu?
AÇIKÇA SÖYLEYİN: BAZI ÇOCUKLAR ÖLSE DAHA İYİ
Peki bu ülkede ‘çocuklar ölmesin’ bile diyemeyeceksek, ne diyelim? ‘Çocuklar ölsün’ mü? O zaman devlet, sırtımızı sıvazlar mı? Misal, bir TV programında şunları söylesek:
"Ülkenin doğusunda yaşananları medya çok doğru, eksiksiz aktarıyor. Ölümler oluyor mu, oluyor. Yaşananlara hassasiyetle yaklaşmanın manası yok. İnsanlar ölsün, çocuklar ölsün, anneler istediği kadar ağlasın. Savaş, şiddetlenerek artsın."
Böyle bir konuşmayı ancak katiller, yürekleri nefretle dolup taşanlar yapabilir. ama anlaşılan toplumdan istenen, ne olursa olsun savaş çığırtkanlığı, kan, nefret ve şiddet tellallığını körüklemek. Barışa, sevgiye, duyarlılığa davet etmekse ‘terör suçu’!
Güya toplumumuz, liderlerimiz çocuk sevgisiyle dolup taşıyor. Güya ‘analar ağlamasın’ deniyor. Hepsi yalan! Hadi açık açık söyleyelim: Onların gözünde kendi sınıf, etnik grup, dininden olmayan çocuklar ölse daha iyi. ‘Bazı’ annelerin ayakları öpülesi, bazılarının ise cenazesi taşlanası... Bazı annelerin çocuğu ölünce ‘cennetlik’, diğeri ise yuhalatmalık.
Aşağılık, ırkçı, nefret dolu söylem, topluma biteviye pompalanıyor. Bunun kabullenilmesi, boyun eğilmesi, ses çıkarılmaması için tüm güçler seferber ediliyor.
KORKMAYA CESARETİN VAR MI?
Yargıya intikal eden başka ifade/basın özgürlüğü örneklerinde olduğu gibi, amaç Ayşe öğretmeni cezalandırmak suretiyle toplumu sindirmek, susturmak, korkutmak. Taktik işe yarıyor mu? Maalesef evet.
Yeri gelmişken, Ayşe öğretmene destek olmak, sözleri yüzünden yargılanmasına içlerine sindiremedikleri için 40 kişinin kendileri hakkında suç duyurusunda bulunduklarını hatırlatalım. O 40 kişi Ayşe öğretmenle birlikte yargılandı. Mahkeme, aynı sözlerin altına imza atan bu vicdanlı insanları beraat ettirdi, fakat Ayşe öğretmeni affetmedi.
Acaba 40 değil 400 kişi olsaydı, sonuç farklı olur muydu? Neden muhalefetten, sivil toplumdan bu kadar barışçıl bir çağrıya daha fazla destek gelmedi? Sosyal medyada öfkelenmek, kınamak, küfür sallamak kolay! İş eyleme, yüreğini ortaya koymaya gelince büyük çoğunluk ıslık çalıp havalara bakmayı tercih ediyor.
Korkmak, hele ki bu kadar acımasız, mantıksız, haksız, ötekileştirme meraklısı olunan bir ortamda korkmak, çok doğal. Ancak korkmak, vicdanımızı, ahlakımızı, değerlerimizi sıfırlamak demek değildir. Artıkritik programında konuk ettiğim psikiyatrist İlker Küçükparlak’ın söylediği gibi, korkmak için de cesaret lazım.
Not: ArtıTv’de her Perşembe yayımlanan ‘artıkritik’ programına bir süre ara veriyorum. Bu programın yapımında emeği geçen arkadaşlarıma teşekkür ederim.