Murat Aksoy
Neden 24 Haziran?
16 Nisan Referandumu ile yapılan anayasa değişikliğinde, Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçiminin 3 Kasım 2019’da yapılması hükme bağlanmıştı.
AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve parti yetkileri seçimin, zamanında yapılacağını ısrarla dile getirdiler.
Ancak bu oyunu bozan yine MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli oldu. Mevcut şartlarda 3 Kasım 2019’a kadar gitmenin zor olduğunu ifade ederek erken seçim istedi ve 26 Ağustos (2018) tarihini önerdi.
AKP Genel Başkanı Erdoğan ile bir araya gelen Bahçeli istediği erken seçim için daha erken bir tarihle karşılaştı: 24 Haziran 2018.
Ben dahil pek çok kişi 2018’de erken seçim bekliyordu. Tarih için ise en erken beklenti 15 Temmuz idi. Bazı yorumcular da 15 Temmuz’un seçim takvimi açısından sıkışık olabileceği için sonbaharı dillendirdi.
Ancak bir anlamda imkansız gerçek oldu ve 24 Haziran’da erken değil baskın seçim kararı alındı.
***
Seçime bugün itibariyle 66 gün var.
Bu tarih, seçim takvimi açısından sadece sıkışmış değil sıkıştırılmış, bir anlamda dayatılmış bir tarihtir.
Bu takvimin, AKP ve MHP için dezavantaj olmadığı açıktır. Hatta tersine bu, iki parti için avantaj anlamını taşımaktadır.
***
Burada kritik mesele 24 Haziran’da yapılacak seçimin muhtevasıdır.
Bilindiği üzere bu tarihte iki seçim birden yapılacaktır. İlki milletvekilliği seçimi ikincisi ise cumhurbaşkanlığı seçimidir.
Doğal olarak pek çok yorumcu milletvekili seçimini ikincilleştirip, cumhurbaşkanlığı seçimini haklı olarak önemsiyor. Ancak milletvekilliği seçimi de, cumhurbaşkanlığı seçimi kadar önemlidir.
Bu önem, cumhurbaşkanlığı seçimine muhalefetin vereceği değer ve izleyeceği strateji ile doğrudan bağlantılıdır.
Muhalefet partileri eğer ikinci turda, kendi ortak adayının cumhurbaşkanlığı kazanmasını hedefliyorsa, milletvekilliği listelerine ve bu seçime de bir o kadar değer vermek, adaylarının dikkatli seçmek durumundadır.
***
Gelelim seçimlerin neden 15 Temmuz, 26 Ağustos ya da sonraki bir tarihte değil de 24 Haziran’da olacağına.
Bu tarihin belirlenmesinden İYİ Parti’nin seçimlere katılıp katılmayacağı tartışması elbette önemlidir ama ikincildir. Yapılan açıklamalar İYİ Parti’nin seçime katılabileceği yönündedir.
Bu tarihin seçilmesinde en önemli neden kuşkusuz, Cumhurbaşkanı aday sayının sınırlı tutulma amacı vardır.
Cumhurbaşkanı adaylığının, nasıl olacağına ilişkin yasal düzenleme dahi ortada yokken, seçim tarihinin belirlenmesinin tek anlamı olabilir. O da, adaylık sürecini zorlamak yani cumhurbaşkanı aday sayısını sınırlı tutmaktır.
Bu hedef, Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından en rasyonel olandır. Bu durum 10 Ağustos 2014’de test edilmiş ve başarılı olmuştur.
O seçime Erdoğan dışında Ekmeleddin İhsanoğlu ile Selahattin Demirtaş katılmış ve Erdoğan ilk turda Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
***
Bu yüzden önümüzdeki günlerde cumhurbaşkanlığı adaylığının nasıl gerçekleşeceği konusunda yapılacak yasal düzenleme, var olan aday olabilme koşullarının (100 bin imza, 20 Milletvekili imzası) kolaylaştırılması değil tersine bu koşuların bürokratik işlemlerle zorlaştırılması güçlü bir olasılık olarak karşımızda durmaktadır.
Eğer bu gerçekleşir ve Erdoğan dışında CHP ve HDP’nin adayının katılacağı bir yarış olursa; Erdoğan’ın seçimi ilk turda kazanma olasılığı yüksek olacaktır.
***
Kuşkusuz seçime "hazırız" deseler de muhalefetin biraz hazırlıksız yakalandığını söylemek gerekiyor.
Geçtiğimiz haftalarda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun muhalefet liderleriyle yaptığı görüşmelerde seçimlerde birlikte hareket etme konusunda ne kadar mesafe alındığını bilmesek de; bugünden itibaren kendi aralarında daha hızlı bir trafik işletmelerinin zorunlu olduğu bir gerçek.
Bu trafiğin ana hedefi;
1. AKP/MHP ittifakının zorlaştırma olasılığını karşın, ilk tura olabildiği kadar çok cumhurbaşkanı adayının katılmasını sağlayacak mekanizmaları ve alternatifleri üretmek,
2. İlk koşul sağlanır ve seçim ikinci tura kalırsa, hangi adayın hangi şartlar altında destekleneceğinin açık ya da kapalı koalisyonlarla kararlaştırılmasıdır.
İlk seçeneğin gerçekleştiribilmesi, seçimin ikinci tura kalmasının yolunu açabileceği gibi ikinci turda başarının da önemli bir ilk adımı olacaktır.
Bu açıdan CHP’ye de HDP’ye de sorumluluk düşebilir.
İkinci olarak bu seçeneğin gerçekleşebilmesi, ikinci turda Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında kimin başarılı olabileceğinin de bir anlamda testi olma ihtimali taşımaktadır.
CHP ve HDP’nin adaylarının Cumhurbaşkanı Erdoğan karşısında siyaseten bir varlık gösterebilmeleri teorik olarak mümkün ama Türkiye koşullarında zor görünmektedir.
***
Şu bir gerçek ki, Cumhurbaşkanlığını muhalefetin ortak adayının kazanmasının yolu 16 Nisan Referandumu’nda ortaya çıkan "hayır bloku"na, AKP tabanından en az yüzde 5-6 eklemek ile mümkün.
Yapılan pek çok araştırmada AKP’ye oy vermiş ama Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP politikalarından memnun olmayan yüzde 18-23 arasında olan bir seçmen kitlesi bulunduğunu ortaya koymaktadır.
Bu kitlenin sosyolojik olarak ortak özelliği kadınlardan ve 30 yaş altı gençlerden oluşmasıdır.
Muhalefete cumhurbaşkanlığını kazandıracak olan kitle, büyük ölçüde bu kitledir.
Muhalefetin var olan tabanı koruması kadar, bu kitleyi de kazanacak bir aday üzerinde uzlaşması gerekir. Bu, seçim öncesinde belirlenecek bir "ortak ilkeler koalisyonu" ile mümkün olabilir. Bu koalisyon sağlandığında ikinci turda belirlenecek adayın kim olacağının tespiti o kadar zor olmasa gerek.
Nasıl Erdoğan karşısında kaybedebilecek adayın kim olduğunu bilebiliyorsak, kimin kazanabileceğini bilmek o kadar zor değil. Mesele bu ortaklığın sağlanmasıdır. Bu, seçimi muhalefetin kazanmasının en önemli koşulu olarak önümüzde durmaktadır.
Bunu yapmak her parti açısından değişik zorlukları ihtiva ediyor olabilir. Ama bu, her siyasi partinin kendi siyasi bekaları açısından da, Türkiye demokrasisi için de bir zorunluluktur. Bireysel hırs ve ihtiraslar, bu aşamada ancak lüks olarak tanımlanabilir.