Ragıp Zarakolu
Nihat Gültekin'e saldırmanın anlamı
Stockholm. 90’lı yılların ilk yarısında bir kaset izlediğimi hatırlıyorum. Başkan görev ve sorumluluk verdiği birine fırça çekiyor. "Size yetki veriyoruz, ağa kesiliyorsunuz, bey kesiliyorsunuz!"
Başkanı "doğan güneş" diye yüceltenlerin, yetki alındığında nasıl anti-başkan kesilip güneşi indirdiğini de hatırlıyorum 90’ların ikinci yarısında.
Geçenlerde, Sırrı Süreyya Önder, barış sürecinin başarısızlığına ilişkin yaptığı bir değerlendirmede, bu süreçte yükselen çok önemli bir yeni olguya işaret etti.
"O dönemde Kürt illerinde, yer yer çeteleşmeye varan, merkezi olmayan birtakım oluşumlar gözlemledik. Bunda Kürt hareketinin bir muradının olduğundan emin değilim. En azından o günlerdeki görüşmelerimize dayanarak Kürt hareketinin böyle bir iradesinin olmadığını söyleyebilirim. Ama birden bire, yer yer lumpen tutumlar içeren yapılanmalar ve bunların yol kesme, insanları alıkoyma gibi hareketleri ortaya çıktı… Evet, ama aslında bölgedeki nispi rahatlamayla birlikte uç vermeye başlayan bir eğilimden söz ediyorum. Öcalan bunu duyuyordu, görmüştü. Zaman zaman haberlere de çıkıyordu. En çok itiraz ettiği meselelerden biri de buydu. "Bunlar bizim tavrımız, tarzımız, yöntemimiz olamaz" diyordu. Öcalan açısından bir yandan barış görüşmeleri yapılırken bu tür işler kabul edilemezdi. O yüzden "bunlar soruşturulmalı" diyordu. Ama her iki taraf da bunun taşıdığı tehdit ve tehlikeyi yeterince kavrayamadı, üzerine gitmedi. Belki biz de heyet olarak bu tehlikeyi yeterince vurgulayamadık. Ama günün sonunda bu yapılar birden bire tüm sürecin kaidelerine damga vuran noktaya geldiler. Barış sürecinde tüm meselelerin yerelden merkeze kadar her aşamada geniş bir biçimde tartışılması gerekirken, çözüm süreci orada yol kesme, öbür yerde falancanın alıkonması gibi meselelerle anılmaya başlandı."
Belge yazarlarından Nihat Gültekin’in Doğu Beyazıd’da saldırıya uğradığı, ağır biçimde yaralandığı ve bunun kalıcı sonuçlar bıraktığını sürgünde olmanın sonucu çok geç öğrendim.
Yıllardır Doğu Bayazıd Kültür Festivali ve Ehmedê Xanî Salnameleri üzerindeki çalışmaları ile tanınan Nihat Gültekin’in eşkıyaca bir saldırıya uğraması haberine inanmakta güçlük çektim. Bu saldırı haber bile olmadı. Biraz da iktidarın kullanmasına izin vermemek için, üstü örtüldü.
O kadar çok acı şeyler yaşandı ve bedeller ödendi ki, şimdi bunun üstünü açmasının sırası mı diye sorulabilir.
Evet, sırası? Bunda gecikmiş olmak, ilelebet bu ayıbın üstünün onaylanmasının gerekçesi olamaz.
Bu nedenle, bu olayda dahli olanları ve olmayanları, bu konuda açıklama yapmaya çağırıyorum ve kendisinden, özür dilenmesini diliyorum.
Barış sürecinin benim açımdan en yararlı olan sonuçlarından biri, bölgede serbest gazetecilik yapma olanağına sahip olmak ve Hakkari’yi karış karış gezebilmem, Asuri dini merkezinin de bulunduğu Berçalan Yaylasından, Doğu Beyazid’a birçok mekanı ziyaret edebilmekti. Ehmedê Xanî’nin Tiyar Vadisindeki doğduğu Xan yöresinden, türbesinin olduğu Bazid’e geçebilmiştim. Ve yine Kazan vadisinde bir Ezidi ermişinin mezarını ziyaret edebilmiştim. Şeyh Ubeydullah Nehri’nin muhteşem konağının kalıntılarına dokunup, Yahudi mahallesi yıkıntılarına bakabilmiştim. 1969’da gidemediğim Çukurca’ya gidebilmiştim. Şemdinli’nin ünlü kitabevinde araştırmacı yazar Gülçiçek Günel Tekin’in son kitabının kutlamasını yapabilmiştik.
Bu nedenle başka bir yazarımıza, Nihat Gültekin’e aynı dönemde yapılan saldırı, ve bundan haberim olmaması beni çok üzdü.
Özür geleneği bu coğrafyada maalesef oluşamadı. Ama bunu başlatmak için asla geç değil.
Ben de, yazmakta geciktiğim için özür dilerim.