Savaş Kılıç

Savaş Kılıç

Nüansların değerini bilmek 1: Kıskanmak

Dillerin zenginliğinin nüanslara bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Nüanslar belli bir dilin belli bir kavram alanına ilişkin düşünsel haritasına tekabül eder ve böylece düşüncenin ne kadar inceldiğini (ya da incelmediğini) gösterir diyebiliriz..

Dillerin zenginliğinden söz etmek gerekir mi bilmiyorum ama ille söz edeceksek bu zenginliğin nüanslara bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Nüanslar belli bir dilin belli bir kavram alanına ilişkin düşünsel haritasına tekabül eder ve böylece düşüncenin ne kadar inceldiğini (ya da incelmediğini) gösterir diyebiliriz. Bu bakımdan Türkçenin zengin olduğu bir kavram alanını ele almak istiyorum: kıskanmak. Konu geniş olduğu için birkaç yazıda ele almaya çalışacağım.

Türkçede kıskanmanın bir olumsuz yüzünü bir de olumlu yüzünü ifade eden kelimeler var. Biz bunları iki grup halinde şemalaştırabiliriz. Birinci grup: kıskanmak, haset etmek ve çekememek (bir de bugün yaşamayan güni/günü eylemek var). İkinci grup: imrenmek, gıpta etmek ve özenmek. Kıskanmak fiiline birinci grupta yer verdim ama ikinci gruptaki gibi, yani nötr, hatta olumlu bir anlamla kullanıldığı da oluyor. İki grubun özelliklerini bünyesinde topladığı için kavram alanının genel olarak adını kıskanmak (kıskançlık) koyabiliriz.

KISKANMAK

Şimdi bu kelimelerin kökenlerine ve tarihsel kullanımlarına eğilerek değerlerini anlamaya çalışalım. Kıskanmak’la başlayalım. Clauson büyük etimolojik sözlüğünde bu fiilin kısıg isminden geldiğini, onun da kısmak fiilinden türediğini kaydediyor ki kısmak bizim bugün hâlâ kullandığımız bir fiil olduğu gibi anlamı da aşağı yukarı aynı. Kısıg ismi ise kısıtlamanın yanı sıra hapis anlamına geliyordu. Örneğin Clauson’da şöyle bir tanık var: Beğ kısıgında kaldı ([Sözü geçen kişi] Bey’in hapishanesinde kaldı). Kısganmak’ın anlamını ise Clauson “to be mean, grasping” diye veriyor, yani tanımda İng. envy yok ama ima olarak İng. jealousy’den söz edebiliriz. Verdiği tanık şöyle: Er tavarın kısgandı (Adam malını/parasını esirgedi). Buna karşılık 13. yüzyılda Kıpçakçada “hasede” (to envy, grudge) anlamında kullanıldığını ve Anadolu’da kıskanmak şeklinde yazıldığını kaydediyor: 18. yüzyıl sözlüğü Senglah’tan “reşk ve hased burdan” tanımını aktarıyor. Öyleyse Türkçede kıskanmak kökeni itibariyle elindekini başkasıyla paylaşmak istememektir, yani kökeni bakımından eli sıkılıkla, kendine saklamakla, esirgemekle ilgilidir.

Kıskanmanın nesneleri neler olmuş diye bir bakalım. Tietze 15. yüzyıldan sevgiliye dair bir tanık aktarıyor: Gözinden kıskanur, ya Rab, kişi sevdük nigârını (İnsan sevdiği güzeli kendi gözünden bile kıskanır/sakınır). Bu deyim söz oyunu yapmaya müsait olduğundan 16. yy şairi Edirneli Nazmi’de de benzer bir şekilde kullanılmış:

Nola günden günilersem iy yüzi mâhum seni

Kim gözinden kıskanur gören güzel şâhum seni

(Ay yüzlüm seni güneşten kıskansam şaşırır mısın? Seni gören, gözünden bile kıskanır/sakınır, sultanım.)

Kıskanç kelimesi ise isim olarak “kıskanma” (tıpkı sevinmek’ten sevinç gibi), sıfat/isim olaraksa “kıskanan, kıskanma huyu olan” anlamında kullanılıyor klasik dönemde. Bu biçimin ortaya çıkışına ilişkin bilinen en eski kaydın 17. yüzyıldan Meninski olduğu anlaşılıyor. Tietze’deki tanıkların hepsi, yanlış anlamıyorsam, cinsel alanla, özellikle de sevgili ya da karı koca kıskançlığı (yani İng. jealousy) ile ilgili. 19. yüzyıla ait Zenanname’de de buna dair şöyle bir tanık var:

Tab’-ı nâ-pâki ola hem kıskanç

Vere bî-çâreye bin mihnet ü renc

([Kadının] yaradılışında kıskançlık olursa, zavallı adama bin türlü zahmet verir.)

HASET ETMEK

Buna karşılık haset’in nesnesi cinsellik alanı dışında yer alıyor gibidir. Aşağıda taht ya da uyku gibi örnekler var. 15. yy’dan manzum Gülistan tercümesinden şu:

uyurlardı kenârumda yatup babama ben eyitdüm ‘aceb durur ki

uş bunlar hiç baş kaldurmazlar şöyle uyurlar sanki

ölmiş dururlar döndi babam eyitdi bu hasedden böyle

dimekden sen dahı yatup uyumak yigrekdür didi

(Yanımda yatıp uyuyorlardı, babama dedim ki bunlar ne acayip uyuyorlar, hiç başlarını bile kaldırmıyorlar, sanki ölü gibiler. Babam bana dönüp dedi ki böyle haset etmekten, böyle konuşmaktansa sen de yat uyu en iyisi.)

Bunlar da 16. yy’dan Tarih-i Ungurus'tan: “Sen dayima sevda-yı salṭanat kasdına mekriderdüñ (sen hep saltanat sevdasıyla hile yapardın), ve baña dahı banlık sebebinden hased idüp garazen mabeynümüzde ʿadavete meşgul idüñ (bana da prenslik yüzünden haset edip garezle aramızda düşmanlık olsun diye uğraşırdın). İmdi sevda-yı salṭanat ve ol hased işte senüñ başuña bu asıl musibet ḳıldı (o saltanat sevdası ve haset işte senin başına böyle bir musibet getirdi).” Bir başka örnek: “memalik-i Ungurus (Macaristan) begleri birbiriyle uz (barış içinde) olmayup ekseri baş çeküp kırallık sebebinden Karolus’a nisbet ve hased eylediler.”

GÜNÜMÜZDE KISKANMAK, HASET ETMEK, ÇEKEMEMEK

Kıskanma’nın günümüzde kullanılan anlamlarını 3 gruba ayırabiliriz:

Ia) Kişinin (söylem öznesi olabileceği gibi sözcenin öznesi de olabilir) kendisindekileri ya da kendisine ait sayılanları paylaşmak istememesi, –sözlüklerimizin tercih ettiği ifadeyle– “ortaklığa dayanamaması”. Örneğin “Çocuk annesini kardeşinden çok kıskanıyor” ya da “Karısını çok sever, hem kıskanır” gibi cümlelerde bu eksen söz konusu. (=İng. to be jealous, Fr. être jaloux, jalousier). Bu anlama bağlı olarak bir de b) “esirgeme, sakınma, çok görme, kendine saklama” anlamı gelişmiş 19. yy sonu ve 20. yy başlarında: “İtalya köylerinde köpek çok bulunmayıp değirmende ise yanaşmanın yediği bir lokma ekmeği istiksarla (çok görüp) kıskanan değirmenci asla köpek bulundurmadığından şu hâl canilerin işini ziyadesiyle teshil eyleyen müsaidelerdendir (kolaylaştıran elverişli koşullardandır)” (Ahmet Midhat Efendi, Haydut Montari, s. 91).

II) Kişinin (genellikle söylem öznesi değil sözcenin öznesidir, yani konuşan kendisine yakıştırmaz, fiil genellikle 2. ya da 3. şahıslarla çekilir, haset ötekinin yüklemidir ekseriyetle) herhangi bir bakımdan üstün gördüğü (üstün olduğunu gizli gizli hissettiği) birine bu nedenle kin duyması (haset etmek, çekememek). “Komşular mutluluğumuzu kıskanıyorlar” örneğindeki gibi. (=İng. to envy, Fr. envier)

III) Kişinin (genellikle söylem öznesi olur, yani konuşan kendisine yakıştırabilir bu fiili) bir başkasının durumunu, konumunu beğenmesi, yerinde olmak istemesi (imrenmesi). Örneğin “Demek Kuşadası’ndasın, doğrusu seni kıskandım”. (=İng. to envy, Fr. envier)

Bu durumda birinci grubumuzdaki fiillere ilişkin yapısal bir ayrım yapabiliriz. Kıskanmak (I) kişinin kendisindekine ya da kendine ait saydığına yönelik, belki koruma (esirgeme, sakınma) isteği de içeren bir fiilken, haset etmek başkasındaki ya da başkasına ait sayılana yönelik, belki yoksun bırakmaya da dönük bir fiildir. Birisi elindekini kaptırmamak gibiyse, öbürü başkasının elindekini kapmak ya da onu elindekinden etmek isteği gibidir. Kıskanma’nın anlamı daha köken ânından itibaren bellidir, belirgindir, belirlenmiştir. Ama elbette zamanla anlam genişlemesine uğradığı, haset ve imrenme’yi de içerecek duruma geldiği görülüyor.

Peki kıskanmak, haset etmek ve çekememek arasında söylem düzeyi bakımından nasıl farklar var? Haset etmek bugün biraz daha eski durduğu gibi, teknik yani bilimsel söyleme de daha uygun görünüyor. Buna karşılık, sıradan olumsuz fiillerin aksine sözlük birimi haline gelmiş olan, çekememek fiili –ve isim hali çekememezlik (ya da çekemezlik)– konuşma dilinde daha çok kullanılıyor gibi. Kıskanmak ise yaygınlığıyla hem yazı hem konuşma diline uygun görünüyor. Haset etmek fiilinin kıskanmak’ın aksine çokanlamlı olmaması yazı dili için bir avantaj gibi duruyor. Çekememek ya da çekememezlik’in kavramlaşmaya uygun görülmemiş olması belki yine bünyesindeki çokanlamlılıktandır (“katlanamamak” anlamı da sözlük birimine kayıtlı).

Sıklık bakımından inceleyecek olursak, 1945-50 arasında haset (etmek) bir milyonda 10 sıklığında görülürken, 1995-2000 arasında bir milyonda 7 oranına sahip görünüyor. Kıskanmak ve türevleri (kıskanç, kıskançlık) 1945-50 arasında bir milyonda 51 sıklığındayken, 1995-2000 arasında 83’e ulaşmıştır. Çekememek ve çekememezlik 1945-50 arasında 12 sıklığındayken, 1995-2000 arasında sıklık listesinde yoklar (veri olmadığından olabileceği gibi, bağımsız bir sözlükbirimi sayılmamış da olabilirler).

İmrenmek başkasındakine yönelik bir fiil olmasıyla haset etme’ye benzer ama ondan farklı olarak olumlu, belki de yumuşatılmış (örtmeceli?) bir değer taşır. Bu yönüyle özenme’yi, heves etme’yi çağrıştırır. Bir sonraki yazıda imrenmek ve gıpta etmek üstünde duracağım.


Savaş Kılıç: 1975'te doğdu. Türk Dili ve Edebiyatı ve dilbilim eğitimi gördü. İngilizce ve Fransızcadan çevirileri, çeşitli dergi ve kitaplarda yayımlanmış yazıları var. Metis Yayınları'nda editör olarak çalışıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Savaş Kılıç Arşivi