Ragıp Zarakolu
Olaf Palme’nin İsveç’i ne oldu sana?
Son yazımda Nalin Pekgül’ün İsveç Başbakanı Ulf Hjalmar Ed Kristersson’a yazdığı açık mektubu paylaşmıştım. Şimdi de İsveç Başbakanı’nın ona cevaben yazdığı mektubu paylaşıyorum. İlk mektuba yer vermeyen Türkiye basını, İsveç Başbakanı’nın cevabının çok az bir kısmına yer verdi. Aşağıda mektubun bütünü yer almakta.
Şu soruyu sormak mümkün: Ulusal kurtuluş hareketleri ile dayanışma siyaseti yürüten Olan Palme’nin İsveç’i, Sosyal Demokrat Partisi ne oldu sana?! .
Ama İsveç siyasetçileri de şöyle yanıt verebilir: Bize göre asıl terörizm tehlikesi Siyasal İslamdan ve Neo-Nazilerden geliyor. Bunun için terörle mücadele yasasına ihtiyacımız var.
Biryandan da bu hükümetin iktidara gelmesinde, Erdoğan’ın, İsveç siyasetine Nüans Partisi aracılığıyla müdahalesinin büyük etkisi olduğu unutulmamalı. İsveç sağına karşı Sosyal Demokratlara oy veren Müslüman kesimden yüzde 2.5’luk bir oy kaybı, Ulf Kristersson koalisyon oluşumunun, son seçimlerde sosyal demokrat/yeşiller koalisyonun önüne geçmesini sağladı.
Öte yandan Sosyal Demokratlar da Olaf Palme’nin çizgisini terk edip, NATO yanlısı yola sapmakla, kendi ayaklarına kurşun sıktılar.
Türkiye’de hükümetin MHP desteği ile kurulması gibi, İsveç’te de son koalisyon hükümeti İsveç’in MHP’si olarak tanımlayabileceğimiz İsveç Demokratlarının izni ile kurulabildi.
Ancak bu yeni “güvenlik politikasına” Sol Parti ve Yeşiller Partisi karşı olduğu için, bunu İsveç toplumunun bütününün desteklediği söylenemez. Zaten aşağıdaki metinde, Başbakan Ulf Kristersson da itiraf ediyor.
Metin belki de ileride, Yeni Soğuk Savaş döneminin tipik belgelerinden biri olarak sayılacak. Metinde yer yer 50’li yılların söylemi hissediliyor..
Sevgili Nalin,
Öncelikle, saygının karşılıklı olduğunu belirtmeme izin ver; İkimizin de genç yaşlarda olduğumuz dönemden beri, senin özgürlük için ve namus kavramına dayalı baskıya karşı güçlü ilgi ve angajmanın ve korkusuz ve yorulmak bilmeyen/gayretli mücadelen, çoğu zaman dar kalıplara sıkışan parti aidiyetlerine bağlı politik tutumlardan bağımsız olarak, benim için ve bir çok başkası için bir esinlenme/teşvik kaynağı olmuştur. İkimiz de büyük özgürlük hareketlerinin yaşandığı dönemde biçimlenmiş bir nesilin parçaları olma imtiyazına sahip olduk. Berlin duvarı yıkıldı, Baltık kıyısındaki komşularımız özgürlüklerini kazandılar.
Avrupa birleşti. Ve İsveç, en sonunda özgür bir Avrupa’nın doğal ve entegre olmuş bir parçası oldu.. Ancak, aniden her şey çok eskiymiş gibi hissediliyor. Avrupa’nın barışı kırılmış durumda. Biz ve komşu ülkelerimiz ikinci Dünya savaşından beri en büyük meydan okumalar ile karşı karşıya bulunuyoruz. Rusya, Ukrayna’ya karşı yürüttüğü bu haksız savaşı ile bize ve bütün özgür Dünya’ya karşı meydan okumaktadır. Sivil hedeflere karşı yürütülen akıl ve tasavvur dışı saldırılar ile, öldürülen kadınlar ve çocuklar hakkında korkunç raporlar ve haberler geliyor.
İçinde yaşadığımız dönemde, -ve benim Hükümet’im açısından da- hiçbir dış politika görevi, Ukrayna’nın özgürlüğü ve egemenlik hakkını savunmak kadar tarif edici değildir. Savaşın başlamasından sonra İsveç’te bize yol gösterici olan, birlik, kararlılık ve dayanışma olmuştur. Siyasi yelpazenin sağından soluna kadar geniş bir mutabakat ile NATO üyeliği için başvuru yapmamız hakkında aldığımız o tarihi karar bunun somut bir işaretidir. Bizim 16 Mayıs’ta yaptığımız ortak basın toplantısından itibaren, geçen yaz mevsiminde İsveç, Finlandiya ve Türkiye arasında yapılan anlaşmadan, bir kaç hafta önce benim Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığım toplantıya kadar, en azından benim ile Magdalena Anderson arasında olmak üzere, güzel bir işbirliğinin kırmızı çizgisi hakim durumdadır.
Yeni Hükümetimiz ilk başta bir İsveç ve Avrupa’ya ait dış politika yürütecektir. Demokratik değerlere sahip çıkmak ve İsveç’in ulusal çıkarlarını korumak bu politikanın çekirdeğinin ta kendisidir. Çatışmaların diyalog yolu ile çözülmesi her zaman İsveç için ne kadar tartışmasız bir tutum olmuşsa, bizim vazgeçilmez olan hayati çıkarlarımızı, tutumlarımız ile korumak için asla tereddütlü olmayacağımız da bir o kadar tartışmasız bir durumdur. Bu değerlerin etkili bir savunması, AB, NATO ve trans-atlantik işbirliği olmadan olanaklı bir durum değildir. Bu, demokratik Dünya’nın en önemli işbirliğidir. NATO üyesi olarak, biz bütün bu ittifakın güvenlik risklerini tümüyle ciddiye alacağız ve bu konudaki yükümlülüklerimizi yerine getireceğiz. Biz İsveç’in NATO’ya girişine önderlik edeceğiz, üye devlet olarak kendimizi biçimlendireceğiz ve kendimizi yeni güvenlik şartlarına göre yeniden donatacağız.
İsveç NATO tarafından korunacaktır – ancak İsveç aynı zamanda bütün NATO üyesi devletlerin güvenliğine de destek olacaktır. Bu durum İsveç, Finlandiya ve Türkiye arasında imzalanmış olan anlaşmada altı çizilerek belirtilmiştir. Tam de bu nedenden dolayı, Hükümetimiz kısa bir süre önce NATO’nun anti-terörizim faliyetlerine finansal destek vermeyi kararlaştırdı. Tüm bu konularda İsveç’te çok geniş bir görüş birliği mevcuttur. Sadece Sol Parti ve Yeşiller Partisi bu yeni güvenlik politikası yönelimine karşıdırlar. Yeni Hükümetin arkasında duran bütün partiler bu konuda görüş birliğindedirler. Bu durum İsveç açısından güçlü olmak anlamına gelmektedir ve bizim yapmak istediklerimiz hakkındaki uzun vadeli bakışımızı ve güvenilirliğimizi göstermektedir.
İsveç tartışmasız biçimde İsveç yasaları ve uluslararası hukukun gereklerine göre davranmaya devam edecektir. Bunun dışındaki her şey düşünülemez bir durumdur. Biz Dünya’nın en güçlü hukuk devletlerinden biriyiz. İsveç vatandaşları asla teslim edilemezler. Terörizm ile, terörizmin finansmanı ile veya başka suç fiilleri ile meşgul olmayanların korkmaları için bir sebep yoktur.