Koray Düzgören

Koray Düzgören

Önce ABD, sonra Rusya, şimdi Almanya’ya biat!

AKP-Devlet Koalisyonu ekonomik krize karşı da İMF’ye başvurmak yerine ünlü ABD merkezli McKinsey şirketiyle anlaşarak uluslararası sermayeye biat etti.

Denge politikası diyorlar ama aldanmayın.

İktidarın dengeden anladığı biat politikasıdır.

Uzun yıllar önce ABD’ye, sonra da emperyalizmin savaş örgütü NATO’ya biat edildi. Yakın tarihimiz, o süreçte çektiğimiz acılar bu biat politikasının neden olduğu sorunların tarihidir.

2015 Kasım’ında, Suriye iç savaşına Esad’tan yana ağırlığını koyan Rusya’ya efelendiler, savaş uçağını düşürdüler. Sonra özürler de dileyerek nasıl dönüp biat ettiler, hep birlikte gördük.

Şimdi aynısını Avrupa Birliği ile, Hollanda ile, ama asıl Almanya ile yaşıyoruz.

‘Nazı artıkları’ diye suçlanıp, sabah akşam küfür edilen Almanya ve tabii Avrupa yeniden iyi dost, ülkeyi ekonomik krize sokan AKP-Devlet koalisyonunun kurtarıcı meleği oldu.

Bunların hepsini birkaç yıl içinde yaşadık, yaşıyoruz.

Rusya’ya Suriye politikasını batırdıktan sonra, Almanya’ya ise ülkeyi ekonomik batırmanın eşiğinde getirdiklerinde biat ettiler.

Böylece ülkeyi tamamen batmaktan kurtaracaklarını düşünüyorlar. Aslında ülkenin batması ve halkın daha da yoksullaşması umurlarında bile değil.

Ülke batarken kendi iktidarları da batmış olacak.

Mesele bundan ibaret.

Bu politikanın temelini, önce efelenmek, sonra da o boş, hamasete ve iç politikaya yönelik efelenmelerle ülkeyi içinden çıkılmaz badirelere sokunca, ayakta -yani iktidarda- kalabilmek uğruna o efelik taslanan ülkelere biat etmek oluşturur.

Buna yüksek politika diyorlar. Artık ne kadar yüksek siz hesab edin!

Önceleri malum, ABD vardı. Türkiye’yi Komünizm belasından kurtaran ve koruyan. Şimdi ülke yönetiminde söz sahibi olan İslamcı politikacıların çoğu ABD’ye biat politikalarının çocuklarıdır.

Uzatmayalım, bakmayın siz şimdi ABD düşmanlığının körükleniyor oluşuna…ABD hep vardı, hala da var. Şimdi bütün becerisizliklerinin bahanesi olarak gösterilip lanetlense de gündemden tümden düşmüş değil.

ABD’YE BİAT POLİTİKASI HALA DEVAM EDİYOR

Baksanıza, efelendikleri, nefret ettikleri Trumpla Birleşmiş Milletler koridorlarında karşılaşıp bir fotoğraf karesine girebilmek, bir el sıkışabilmek uğruna neler yapıyorlar. Ne tesadüfler yaratıyorlar!

Belki de gerçekten tesadüftür, bunun için lobi şirketlerine milyonlarca dolar ödememişlerdir! Bilemeyiz…

Neticede farketmez, ABD önceki iktidarların hepsinde olduğu gibi AKP-Devlet Koalisyonu iktidarında da esas patrondur. Türkiye’yi yöneten elitlerle arada sırada bazı anlaşmazlıkların ortaya çıkıyor olması, ana biat merciinin değiştiği anlamına gelmez.

Türkiye, NATO savaş örgütü ve onun en büyük patronu ABD’ye oldum olası biat etmiştir. Şimdi aralarında Suriye’deki Kürtlere yaklaşım konusunda bizimkilerin beka sorunu yaptığı bir anlaşmazlık vardır, o kadar…

Yarın ABD," Peki siz haklısınız, Kürtlere yardımı kestik, siz de istediğiniz kadar Kürt kesebilirsiniz" dese hiçbirşey olmamış gibi yine sarmaş dolaş olurlar. Yıllarca kamuoyuna enjekte edilen ABD nefretini birkaç ay içinde tersine çevirebilirler.

Bu, eskisine oranla şimdi çok daha kolay. İnternet yayıncılığını da son RTÜK hamlesi ile zapturapt altına aldıktan sonra, 80 milyonun, en kötümser bir tahminle 50 milyonunun Trump’a aşık olmasını bile sağlayabilirler!

Saray broşürlerine, oralarda yazan Saray memurlarının o tarihlerdeki güzellemelerine bir bakın.

"ABD derin devleti Suriye’de Kürtlerden yana, ama Trump başka" diyorlardı.

Trump gelecek, bizim Suriye politikalarını destekleyecek ve aramızdaki sorunlar bitecek"

Biraz daha hatırlatalım:

Obama yönetimiyle arası iyice bozulan Erdoğan iktidarı, umudunu Trump’ın seçilmesine bağlamıştı. Trump’ın en yakınındaki adamlarından biri olan emekli general (Obama’nın Erdoğan ve Hakan Fidan’a parmak salladığı o meşhur toplantıda, Türkiye’nin IŞİD’e destek dosyalarını Flynn’in hazırladığı yolunda güçlü bir kanı olmasına rağmen) Michael Flynn’in milyonlarca dolar verilerek lobici olarak tutulması da boşuna değildi. (Milyarlarca dolarlık örtülü ödenek harcamalarını merak edenlere!)

Flynn de aldığı paranın hakkını, tam ABD seçimlerinin olduğu gün, The Hill’de ‘Dostumuz Türkiye krizde ve desteğimize ihtiyac’ var başlıklı yazı ile vermeye çalışmıştı.

Trump’ın seçilmesi Türkiye’nin umutlarını arttırdı. Türkiye’nin para ile tuttuğu lobicisi Flynn, seçilen yeni başkan tarafından ‘Ulusal Güvenlik Danışmanı’ olarak atanmıştı.

Malum, işler beklendiği gibi gitmedi. Rusya’nın ABD seçimlerine müdahalesi soruşturması başlayıp da arabuluculuğu ortaya dökülünce Flynn, ancak 24 gün oturabildiği koltuğuna veda etmek zorunda kaldı.

Putin-Trump-Erdoğan saadet zincirinin en güçlü halkalarından biri kopmuştu.

Sonrasını hep birlikte yakından izledik.

TÜRKİYE’NİN SURİYE’DEKİ İLLEGAL FAALİYETLERİ

Rus savaş uçağının Suriye sınırında düşürülmesi ile Rusya ile de köprülerin atılması üzerine Türkiye Suriye meselesinde tamamen devre dışı kalmış oldu. Tam o sıralarda Kürtlerin Suriye’de, Türkiye destekli DAİŞ çetesine karşı sağladığı başarılar ve Suriye’nin kuzeyindeki kazanımlar Kürt tehdidi üzerine bina edilmiş beka politikalarının yeniden devreye girmesini sağladı.

Hakim devlet paradigmasına göre, sınırların içinde ya da dışında, farketmez Kürtler, TC’nin düşmanıdır ve bekası için tehdittir.

Bu nedenle kısa bir zaman içinde ani bir dönüşle Moskova’dan özür dilendiğini ve düşmanlık yerine biat politikasının devreye sokulduğunu gördük.

Putin Türkiye’nin Suriye’deki hamisi ilan edildi ve ona biat edildi.

Çünkü Suriye’de Esad’ı hemen bitirip, sunni-cihatçı bir iktidar kurma hayallerine dayanan politikalar duvarlara toslamıştı. Eski Osmanlıyı ihya etme boş hevesleri uğruna sınırlarımızın ötesinde yürütülen illegal, uluslararası hukuka aykırı faaliyetler açığa çıkmıştı.

Madem Erdoğan, Almanya’da gazeteci arkadaşımız Can Dündar’ı, Suriye’deki cihatçı teröristlere silah taşırken yakalanan MİT tırları haberini yayınladığı için casuslukla suçladı, bunları hatırlatmakta yarar var.

Can’a neden bu kadar kızdıklarını zaten kendileri açıklıyorlar. "Devlet sırlarını ifşa etti" diyorlar. O sırların, cihatçı çetelere, terör örgütlerine silah göndermek olduğunu kendileri ikrar etmiş oluyorlar…

GERİ PLANDAKİ KİRLİ ANLAŞMALAR Mİ PERDELENİYOR?

O nedenle Erdoğan Berlin’de Almanya’ya biat edişlerinin nedenleri fazla kurcalanmasın, arka plandaki karanlık ilişkiler ortaya dökülmesin diye bu konuları ön plana çıkardı.

Almanya’ya iltica etmek zorunda kalmış Türkiyelilerin meselesini tartışma yaratacak örneklerle polemiğe açtı.

Dikkat ederseniz Almanya’ya ilişkin başka eleştirileri yok. Ne diyor Erdoğan ve diğer iktidar sözcüleri?

"Geride kalanları bir tarafa bırakalım, önümüzdeki döneme bakalım."

Alman tarafı da, kamuoyu ve medya baskısı ile Türkiye’deki faşizan uygulamalara ilişkin birkaç eleştiriyi dile getirmiş olsa bile Türkiye ile diyalogun ve işbirliğinin devam edeceğini vurguluyor.

Asıl mesele bu aslında ve iki ülke de bu biat politikasının gereği olarak çok iyi bir üslup yakalamış bulunuyorlar.

Gerisi lafı güzaf…

Almanya tabii ki paraya müthiş ihtiyacı olan Erdoğan iktidarına açıktan bir yardım yapmayı düşünmüyor. Buna gerek de yok. Almanya, 24 Haziran seçimlerinden hemen sonra Türkiye’ye vermeye başladığı sıcak mesajları ABD ile ilişkilerin gerilmesiyle artan döviz krizi ve Türk lirasının büyük oranda değer kaybetmesi sürecinde daha da arttırdı.

Alman kapitalizmi (Bu aslında Avrupa anlamına geliyor) Türkiye gibi büyük bir ülkenin ekonomik ve ardından toplumsal bir kaosa yuvarlanmasını istemiyor. Söz konusu olan Almanya ve Avrupa ülkelerinin çıkarları.

Eh Putin’e biat edilmesinden de çok hoşnut değiller.

Merkel ve Sosyal Demokratlar bunu açık bir şekilde dile getirdi. Erdoğan’ın Almanya’ya resmen davet edilmesinin amacı da buydu.

Avrupa sermayesi bir diktatör olarak nitelendirse de Erdoğanla yoluna devam etmeye karar verdi. Türkiye’yi yönetenlerin de böyle bir biata müthiş ihtiyaçlarının olduğu ortada.

Böylece o Avrupa’ya, Hollanda’ya, Almanya’ya hakaret eden, aşağılayan ayrıştırıcı dilden de efelenmelerden de hemen vazgeçtiler. Aynen Rusya ile ilişkilerde olduğu gibi, biat politikasının gerekleri neyse ona uygun davranmaya başladılar.

Erdoğan nitekim Berlin’de ne dedi?

"Biz günlük meseleleri bir tarafa bırakalım (İnsan hakları. yargının durumu, gazetecilerin hapsedilmesi vb.) teknoloji transferi, silah üretimi ve ticaret meselelerine bakalım" mealinde bir açıklama yaptı.

Alman medyasında da Merkel hükümetiyle Erdoğan arasında bazı gizli anlaşmaların yapıldığı ileri sürülüyor. Savunma sanayiinde, Leopar tanklarının yenilenmesinde ve ‘yerli’ diye yutturulmaya çalışılan ‘milli tank Altay’a motor ve aktarma organları bulunarak mümkünse seri üretimine geçilmesi gibi konularda anlaşmalar olduğuna ilişkin haberler çıkıyor.

Öte yandan Türkiye’nin rüzgar enerjisi ve demiryollarının tümden yenilenmesi ve geliştirilmesi konularını da bütünüyle Almanya’ya ihale ettiğine ilişkin haberler var. Bu ve benzeri karanlık ilişkilerin geri planını nasılsa öğreneceğiz.

Şimdi Türkiye bu desteğe rağmen kaçınılmaz olarak yine de ağır bir krize girecek ama bu krizin büyük faturası emekçi, yoksul, milyonlarcası işsiz Türkiye insanına kesilecek.

AKP-Devlet Koalisyonu ise Almanya ve Avrupa’nın bu desteği sayesinde iktidarını sürdürmeye çalışacak.

Bununun uğruna ağır bir bedel ödeneceği kesin.

Hatta ödenecek bedelin miktarını ve çeşitlerini belirlesin diye uluslararası sermayenin önemli bir temsilcisi olan ABD merkezli McKinsey ile İMF (Uluslararası para Fonu) gölgesinde bir anlaşma bile imzalandı.

Böylece Türkiye krizden kurtulabilmek gerekçesiyle uluslararası sermayeye de biat etmiş oldu.

Oysa bunlar iktidarın çaresizliğini gösteren boş çabalar.

Kendi insanının yüzde 50’siyle kavgalı olan ve bu yüzde 50’yi hain ilan etmiş olan bir iktidar, kime biat ederse etsin iktidarını daha fazla sürdüremez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Koray Düzgören Arşivi