Pelin Cengiz
Paris Anlaşması, Türkiye’de sağ siyasetin çevreciliğine kurban gider mi?
Paris Anlaşması'nın onaylanmasına ilişkin kanun teklifinin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulu'nda oy birliğiyle kabul edilip, Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmesinin ardından gözler bundan sonra Türkiye'nin atacağı adımlara çevrildi.
Paris İklim Anlaşması madem onaylandı o zaman Türkiye, hızla yeşil dönüşüm için kaçırılmış fırsatları yakalasın, Ulusal Katkı Beyanı’nı (Nationally Determined Contribution - NDC) güncellesin, kömür başta olmak üzere fosil yakıtlardan çıkış için takvimin açıklasın karbon nötr bir ekonomi için fosil yakıtlara desteği sonlandırsın ve en nihayetinde de adil bir enerji dönüşümü için gereken destekleri versin diyoruz.
Türkiye, Eylül 2015’te sunduğu ve bir daha güncellemediği Ulusal Katkı Niyet Beyanı’nda sera gazı emisyonlarının 2030 yılında referans senaryoya göre artıştan yüzde 21 oranına kadar azaltılmasını öngörüyordu. Paris Anlaşması kapsamında, Türkiye'nin 2030 hedefindeki ulusal katkı beyanlarını güncelleyerek, yeniden sunması planlanıyor.
Ülkelerin ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler ilkesi uyarınca gerçekleştirecekleri azaltım, uyum, finans, teknoloji transferi ve kapasite inşası konusundaki anlaşmanın temel hedefini yerine getirmeye yönelik faaliyetlerin yer aldığı Ulusal Katkı Beyanları’nın zaten her beş yılda bir sunulması gerekiyor.
Şimdi Türkiye’nin iklim politikasında yeni bir dönem başlayacak, ama nasıl?
Paris Anlaşması, temel olarak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'ne (BMİÇS) dayanıyor ve Kyoto Protokolü'nün sona erme tarihi olan 2020 sonrası iklim değişikliği rejiminin düzenlenmesi amaçlanıyor.
Paris Anlaşması'nın uzun dönemli hedefini, endüstriyelleşme öncesi döneme kıyasla küresel sıcaklık artışının 2°C derecenin olabildiğince altında mümkünse 1.5°C derece seviyesinde tutulması oluşturuyor. Bu kapsamda, Paris Anlaşması'nı onaylayan ülkelerin, küresel sıcaklık artışını 1.5°C derece ile sınırlandırmak ve 2050'ye kadar sera gazı emisyonlarını sıfırlamak için taahhütlerini hayata geçirmesi gerekiyor.
Anlaşmanın Kyoto Protokolü'nden farklı olarak, taraf ülkelerin ulusal katkı beyanlarını sunarak, emisyon azaltım ve sınırlama hedeflerini koyması isteniyor.
Ulusal katkı beyanları, taraf ülkelerin ulusal koşulları çerçevesinde kendi belirledikleri bağlayıcı olmayan hedeflerden oluşuyor. Türkiye’nin de bu kapsamda ulusal katkı beyanında, "enerji, atık, ulaşım, binalar, tarım" gibi başlıklarda emisyon azaltım hedeflerine yer vermesi gerekiyor.
Paris Anlaşması kapsamında, iklim değişikliğiyle mücadelede Türkiye'nin bir diğer önemli hedefini ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıkladığı "2053 yılında net sıfır emisyon hedefi" oluşturuyor.
Bu karbon nötr ekonomi olma hedefine nasıl ilerlenecek?
En büyük çevrecinin kendisi olduğunu iddia eden siyasal islamcı, sağcı, popülist bir iktidar, çevrecileri terörist ilan etmeye devam edecek mi mesela? Mücadele alanlarında özel güvenlikleri, jandarmaları insanların üzerine salarak yerlerde sürükleyip gözaltına alacak mı? Defalarca kazanılmış yargı kararlarının etrafından dolanıp usulsüzlüklerle dolu çevre karnelerinin şişirmeye devam edecekler mi?
Göreve geldiklerinden bu yana AKP iktidarlarının Türkiye’nin doğasını yakarak, yıkarak, delerek, kazarak ve kirleterek yok ettiğini, Anayasal haklarını kullanmak isteyen çevre ve yaşam alanları savunucularını öldürerek, döverek ya da tutuklayarak kalkınma ve büyüme gerekçeli saldırılarına onlarca örnek verebiliriz.
Nitekim, aynı iktidarın iklim krizine neden olan enerji, inşaat ve altyapı yatırımlarıyla ilgili olarak halen geleceğe dönük projeleri var. Termik santraller yapmaya, nükleer enerjide yeni anlaşmalar kovalamaya, maden ruhsatları dağıtmaya, teşvik ve sübvansiyonlarla kömüre milyonlarca lira akıtmaya, kentleri beton, asfalt projeleriyle ısı adalarına çevirmeye, Kanal İstanbul gibi ekokırım projeleri yapmaya çalışıyor.
Paris Anlaşması’nın onaylanmasının ardından Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'un Ocak 2022'de gerçekleşeceğini duyurduğu ‘İklim Şurası’nda yapılacaklar ele alınacak. Hazırlanan eylem planı da gerek ulusal katkı beyanı gerekse net sıfır emisyon hedeflerinin altyapısını oluşturacak.
Sürekli söylüyoruz, anlaşmaya onay vermek demek bir bitiş değil, zorlu bir başlangıcın ilk safhası. Bundan sonra olacakları izleyeceğiz, göreceğiz nasıl olacak?
Türkiye’de belli sınıflar için, toplumun kimi örgütlü grupları için çevre mücadelesi bir hak mücadelesi, bir varoluş mücadelesi. Şimdi AKP siyaseti de kendi meşrebince o sağ siyaset içinde kendi çevreciliğini inşa ediyor ya da etmeye çalışıyor.
Uluslararası iklim siyaseti arenasında Türkiye’nin bir OECD ve G20 ülkesi olarak kendi liginin çok altında olan altı ülkeyle anlaşmayı onaylamayanlar arasında yer alıyor olmasının yarattığı itibar zedelenmesine artık dur denilmesi kaçınılmaz olmuştu.
Anlaşma peşine düşülen 3 milyar euronun sözünün alınmasıyla da onaylandı. Her ne kadar yeşil bir dönüşüm ve değişim için bu miktar yetersiz olsa da, önemli olanın zihinsel değişim olduğunu bilsek de bunun kimin cebine ne şekilde gideceğinin takibi de bundan sonra kritik olacak.
Burada Paris Anlaşması üzerinden Türkiye’nin farklı katmanlarının, muhaliflerinin, direnenlerinin çevreciliği mi galip gelecek yoksa oyun AKP tipi "yerli ve milli" bir çevreciliğin kurallarıyla mı oynanacak, takip edeceğiz.
Dolayısıyla iş burada daha da kritikleşen bir boyutta çevre ve yaşam alanları mücadelesi sürdürenlerin omuzlarına biraz daha ağırlık yükleyecek.
Türkiye’de yeni tip bir çevrecilik başlayacak.
Gerçek çevreciliği şeytanlaştırarak, kendi sağ çevreciliğini dayatarak bize göstereceklerinin de karşısında durmak gerekecek.
Mücadele farklı bir boyut kazanıyor, hazırlanın…