Ragıp Duran
Paris, ben ve gazetecilik
Merhaba,
Doğum tarihi ile aranızdaki mesafe açıldıkça, insan bazı durumlarda heyecanlanıyor, duygulanıyor. Bugün burada, bu kentte sizin karşınızda olmak benim için çok özel bir vaka. Çünkü Paris, şahsi, siyasi ve mesleki olarak benim açımdan fevkalade bir kent.
İlk kez 1959 yılında, ilkokula başlamak üzere Londra'ya giderken geçmişim buradan. Pek bir şey hatırlamıyorum tabii. Sonradan anlatmışlardı.1968-73 yıllarında, Galatasaray'da öğrenci iken, yazın, adettir bizde, turist rehberliği yapardık. Fransızcamızı ve bazı başka yeteneklerimizi geliştirmek için. E yazın tanıdığımız insanların kışın ne yaptığını merak ettiğimiz için, 15 günlük Şubat tatillerinde de gelirdik buralara. Sonra ben 1973 yılında Créteil'de Lise 3'ü, yani 1ère'i okudum. 74-78 yıllarında, ilk iki yıl Aix-en-Provence'da son iki yıl Paris'te Hukuk Fakültesi'nde öğrenciydim. Fransa, Türkiyeli Öğrenciler Birliği (FTÖB) günlerinden arkadaşları bugün burada görmek çok sevindirici. Sokağın karşısında, Rüstem'i ve kitapçı dükkânını yitirmiş olmak da acı tabii. 1983'de de Rue du Louvre'daki CFPJ Gazetecilik okulunda okudum. 20-25 yıl kadar Libération'un Türkiye muhabirliğini yaptığım için de yılda en az bir kez gelmişimdir buraya, toplantılara. Bir de benim burada çok sayıda Galatasaray Lisesi'nden arkadaşım yaşar. Onlardan da bir grup bugün aramızda.
Siyasi olarak Paris, pek mühim bir kenttir. Yaşar Kemal anlatırdı: Nâzım Hikmet, ölümünden 1-2 yıl önce gelmiş buraya, o da Paris'e vurgundu. ''Paris Işık Şehri, İhtilâl Şehri'' dizesi onundur.
Bugünden geriye doğru gideceğim: Sarı Yelekliler, Nuit Debout (Ayakta Geceler), 96 grevleri, tabii ki Mayıs 68. Ama daha da derini var: 1871, 1848, 1830 ve 1789. Büyük Fransız İhtilâli benim mihenk taşımdır. Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik bugün hâlha ulaşamadığımız şahane bir hedeftir.
Mesleki olarak da Paris'in yeri bambaşka. 1789'dan söz ettim demin. O dönem Pamphlet denilen, Risale ya da Bildiri diye tercüme edebileceğimiz medya organı ilk militan gazetecilik örneğidir.
Paris, iki büyük, efsanevi gazetenin de anayurdudur: Le Monde ve Libération. 1946'da doğan Le Monde'a devletçi jargona alışık olduğumuz için, ''Gazetelerin Cumhurbaşkanı'' deriz. Dindar bir terminoloji benimseyecek olursak ''Gazeteciliğin Kab'e''sidir Le Monde. 1972 doğumlu Libération, gazeteyi sokağa çıkardı, sokağı gazeteye taşıdı. Ne yazık ki iki gazete de neo-liberal fırtına karşısında temel kimliğini ve değerlerini yitirdi. Le Monde'un ve Libé'nin mülkiyeti eskiden çalışanlara aitti. Bir ağırbaşlı, boyun eğmez bir referans gazetesi idi, öbürü fırlama bir sokak çocuğu idi. Şimdi ikisi de büyük holdinglerin eline geçti. Takım elbise giyip kravat taktılar.
Bugünkü konumuz basın özgürlüğü ve insan hakları. Düşünce, ifade ve basın özgürlüğü aslında diğer bütün hakların anasıdır, babasıdır, giriş kapısıdır. Çünkü basın özgürlüğü olmaz ise, yurttaşlar diğer haklarının farkında bile olamazlar, bilgileri yoktur çünkü. Bu aralar en çok Türkiye'de, ama başka ülkelerde de, basın özgürlüğü ya hiç yok ya da büyük tehdit altında. Baskı olan her yerde direniş de oluyor, neredeyse doğal olarak, neredeyse otomatik olarak. Türk medyası şimdilerde kör ve sağır. Ama biz yine de körler alfabesini kullanarak ya da mimiklerle jestlerle haber vermeye çalışıyoruz yurttaşlara.
Ben bu aralar, Nazi Almanya'sında, Fransız Direnişi'nde, İspanya ve Portekiz'deki faşist diktatörlük dönemlerinde bağımsız gazetecilerin mesleklerini nasıl icra edebildiklerini araştırıyorum. Sansüre, otosansüre, baskılara nasıl karşı çıktıklarını okuyorum. Yeraltı ve Direniş gazetelerine bakıyorum. Tabii bugün birçok açıdan farklı bir durum, değişik bir konjonktür var.
Bizde eskiden gazetecileri, faili meçhullerde öldürürlerdi. Şimdi gazeteciliği olduğu gibi katlediyorlar. Yine de her şart altında, bütün kısıtlama ve baskılara rağmen, gazeteciler, zekice, kurnazca, cintoş yöntemlerle sansüre, baskıya karşı çıkmasını becermiş. Tarihten ve başka ülkelerden birkaç örnek:
· Fransa'nın sömürgesi sayılabilecek Haiti'de Papa Doc diktatörlüğü zamanında müthiş koyu bir sansür var. Gazetelerde hiçbir şey yazamıyorsun. Radyo ve TV zaten tamamen siyasi iktidarın elinde. Ama Karaibler'deki bu adada halkın özel bir müzik ve şarkı düşkünlüğü var. Gazeteciler de haberlerini şarkı güftesi haline getirip sokaklarda, okullarda, kalabalık alanlarda şarkı söylemeye başlamışlar: Yarın saat ikideee/ Miting var République'deeee/ Tencereni tavanı al/ Sen de geeel...
· Libération ilk çıkarken, ofset tekniği daha kullanılmıyor. Yazılar elde diziliyor. Dizgi işini de çoğunlukla genç kadınlar yapıyor. Bu dizgici kadınlar, haber ya da makalelerde maço bir söylem varsa, ya da hoşlarına gitmeyen bir kelime ya da cümle varsa, tabii ki görevleri gereği diziyor ama hemen sonra bir parantez açıp, mesela ''Bu erkeğin yazdığı da tam hıyarca bir laf!'' cinsinden not düşüyor. İmzasını da çakıyor parantezin sonuna: ''Dizgicinin notu!''
· Ben o zaman Aix'de öğrenciydim. Montpellier civarında 200 işçinin grevi vardı. Sendika o kadar uğraştı, bir türlü haber çıkmıyor ''büyük''(?!) medyada. Sonunda grevciler dayanamadı atladılar geldiler Paris'e ve TF1 televizyonunda ana haber bülteni yayınlanırken stüdyoyu basıp grev bildirisini canlı yayında şakır şakır okudular.
· Yine o dönemlerde, alternatif medya yeni yeni oluşuyor, bir grup fırlama gazeteci, Le Monde'un mizanpajını ve karakterlerini kullanarak sahte bir Le Monde yapıp bastı. 100 bin adet filan. Gazetenin adı da Le Monstre(Canavar). Hiçbir yerde yayınlanmayan haberler ve Le Monde'un yayın çizgisini eleştiren, kınayan, makaraya saran yazı ve karikatürler. Gece gizlice NMPP'ye, dağıtım şirketine girip, bazı hatlara giden kamyonlara yüklediler bu sahte ama gırgır Le Monde'ları. Yurttaş, bayiden gazeteyi satın alınca, ilk başta yani hemen farketmiyor. Çünkü gazetenin kağıdı, boyutu aynı, karakterler aynı, mizanpaj aynı. Okuyunca anlıyor keleğe geldiğini... ya da gittiğini.
· Son örnek, Videla diktatörlüğü döneminde Arjantin'den. Latin Amerika'da da her yerde olduğu gibi bulmaca merakı var. Yine hakiki gazetecilerin işbirliği ile hazırlanan ve sayfaya giren bulmacalarda, okur bulmacayı çözdüğünde, yukarıdan aşağıya ve soldan sağa okuduğunda devrimci mesajlar ya da sansüre takılan haberlerin başlık ve spotları yer alıyor.
Bu örnekler, baskı altında nelerin yapılabileceğine dair sadece yaşanmış birkaç deney.
Türkiye'de basın özgürlüğünün bugünkü durumunu anlayabilmek için galiba önce geçmişe bakmak lazım. Ayrıntıya girmeyeceğim ama bizde tarihi olarak toplumsal ve siyasi muhalefet kültür ve geleneğinin oldukça zayıf olduğunu saptamakta yarar var. Toplumdaki devletçi, milliyetçi, yasakçı, tabucu refleksleri hatta alışkanlıkları da hesaba katacak olursak, Türkiye'de muhalif olmak zor, çok zor. Gazeteciliğin özü de muhalefet olduğu için gazetecilik de çok zor. Onun için gazeteciliği kriminalize ediyor şimdiki iktidar.
Bizde ilk günlük gazetenin çıktığı 1831'den bu yana basın, medya hep Saray'ın emrinde oldu.
Celal Başlangıç Artı TV ve Artı Gerçek konusunda birazdan ayrıntılı bilgi verecek. Ben iki noktaya daha değinip bitireceğim.
+ Yakın zamana kadar Türkiye'de gazetecilik hep siyasi-ideolojik kriterler esas alınarak yapıldı. Sağcılar, sağcılığı öven parlatan gazeteler çıkarıyor, sağ eğilimli okurlar da sadece bu tür gazeteleri okuyordu. Solcular için de durum pek farklı değildi. Yani gazetecilik yaparken esas olarak gazetecilik/habercilik kriterleri değil, siyasi tercihler tayin edici oluyordu. Her siyasi akım sadece kendi siyasi görüşlerini yaygınlaştırmak amacıyla gazete çıkarırken, diğer siyasi akımlara, toplumun farklı kesimlerine kör ve sağır kaldı. Patronlar da gazete yöneticileri de ''Küçük olsun benim olsun'' ilkesine dayanarak yaptılar işlerini.
Biz ilk kez Hayır referandumu döneminde bu olumsuz yaklaşımı yıktık. Anti-kapitalist Müslümanlardan Komünistlere, Sosyal-Demokratlardan Liberallere hatta MHP muhaliflerine kadar ekranlarımızı, sayfalarımızı barış ve demokrasiden yana olan tüm akımlara açtık. Çok geniş bir cephenin sözlerini bir araya getirdik, aktardık, yaygınlaştırdık. Çünkü biz, yani Artı TV ve Artı Gerçek bir siyasi parti değiliz, biz gazeteciyiz. Bu nedenle de haber değeri olan her şeyi yayınlamak bizim görevimiz. Tabumuz yok, ilkelerimiz var. Evrensel Gazetecilik kuralları neyi şart koşuyorsa onu yapmaya çalışıyoruz.
+ Tabii ki henüz sadece 2 yıl oldu yayına başlayalı. Genciz, kadrolarımız daha olgunlaşamadı, altyapı eksikliklerimiz var, biz de herkes gibi nadir de olsa zaman zaman hatalar yapıyoruz. Ama üstünü hiç örtmüyoruz.
Önümüzdeki dönemde hedeflerimiz:
+ Sosyal medyada daha aktif olarak genç okur ve izleyiciye daha çok ulaşacağız
+ Daha zengin, daha derin, daha renkli ve esas olarak da özel haber üretimine ağırlık vereceğiz
+ Mevcut okur yelpazemizi konsolide etmeye çalışırken daha da genişletmeye çalışacağız.
Bu hedeflere varmak için de mutlaka ve mutlaka okur/izleyici desteğine ihtiyacımız var. Çünkü gazetecilik kamu için, yurttaş için yapılır. Bağış kampanyası konusunda Erdal arkadaşımız ayrıntılı bilgiler verecek. Ama bizim tek talebimiz mali ya da maddi destek değil. Bizi izleyerek, bizi okuyarak, eleştirerek, öneri ve katkı sunarak da destek verebilirsiniz.
İyi bir medya, iyi gazeteciler kadar iyi yurttaşların da çabasıyla olur. Teşekkürler
· Bu metin 9 Şubat 2019 Cumartesi günü Paris'te düzenlenen, + Buluşmaları toplantısında yapılan konuşmanın kısaltılmış ve kağıda dökülmüş versiyonudur.