Fehim Işık
Referandumda Kürtlere dönük algı operasyonları
Referanduma 2 gün kaldı. Erdoğan iktidarı kaybetmemek için sonucun ‘Evet’ çıkmasına mahkum. Tüm kozlarını da zorunlu olarak bunun için oynuyor. Son dadandığı kozlardan biri CHP’nin darbeciliği; diğeri ise özellikle kentli orta sınıf Kürtlerin referandumda AKP’nin tercihinden yana tutum alarak KCK’ye de ders vereceği iddiaları...
Tam da bu iddialar nedeniyle üzerinde durmamız, durulması gereken noktalardan biri de referandumun sonucunu belirleyecek farklı dinamiklerin, özellikle de Kürtler ile Kürd’ü, Türk’ü ve Arap’ıyla Alevilerin tutumudur.
Şunun üstünü net biçimde çizerek ifade edelim; Türkiye’de Alevilerin ezici çoğunluğu, neredeyse yüzde 100’ü referandumda tavrını ‘Hayır’dan yana koyacağını çok net ifadelerle belirtiyor.
Alevilerin haklı yanları sayılmakla bitmez. Erdoğan’ın kalıcı iktidarında öncelikle Alevilerin, akabinde Müslüman olmayan diğer halkların başına nelerin geleceğini tahmin etmek zor değil. Durum bu iken Aleviliği Sünnileştirmeye yeminli bir anlayış karışısında Alevilerin bu kadar net tutum belirlemesi elbet normal.
Asıl merakla beklenen sonuçlardan biri de Kürtlerin tutumunun ne olacağı.
Kürtler diyince yekpare bir topluluktan söz etmiyoruz elbet. Türkiye’de çıkarları, dünya görüşleri, inançları birbirinden farklı 20 milyonluk bir ulusal topluluktan bahsediyoruz ki bunlar arasında Alevi ve Ezidi olanlar da var; bir kısmı siyaseten Şiileşmiş Kürtler ile Sünni’den demokrata, liberalden komüniste çok farklı dini ve dünyevi eğilimleri olan Kürtler de var.
Doğrusu böylesine geniş bir ulusal topluluğun yekpare davranmasını beklemek, ham hayal olur. Ancak son iki yılda yaşananları görünce Kürtlerin referandumdaki tutumu daha bir fazla merakla beklenir oldu.
Son iki yılı uzun uzadıya yazmaya gerek yok. Ancak hatırlatma babında konumuzla ilgili birkaç bağlantıya da değinmek gerekir.
7 Haziran sonrasında Erdoğan masayı devirince korkunç bir savaş yeniden başladı. Bu dönemin en öne çıkan direniş biçimi de Sur, Cizre, Şırnak, Nusaybin, Cizre, Silopi, Yüksekova’da yaygın biçimde yaşanan şehir direnişleri oldu. ‘Hendek savaşı’ olarak ifade edilen bu direniş döneminde, sonradan bazılarının darbeci, Cemaatçi olduğu iddia edilse de asıl olarak Cumhurbaşkanı’nın ve hükümetin kontrolündeki ordu ve emniyet birimleri, özellikle de özel timler korkunç savaş suçları işleyip direnişi acımasızca bastırdılar. Direnişi bastırmak için devlette herhangi bir kaydı olmayan güçlerin kullanıldığı da gündeme geldi. SADAT adı verilen özel güvenlik şirketinin Suriye savaşı için eğittiği bazı güçlerin bölgedeki savaşa katıldığı ve korkunç ölümlere imza atanlarının bir kısmının bunlar olduğu dile getirilen en önemli iddialar arasında.
KCK yönetimi o dönem direnişi sahiplenip bununla beraber muhasebesini yaparken "Devletin bu kadar acımasız saldıracağını aklımıza getirmemiştik" demişti. Doğrusu buna yapılacak bir ekleme de belki şu olabilir: Dünya da sözünü ettiğimiz acımasız saldırıyı seyretmekle yetindi. Taybet Anaların cenazelerinin günlerce sokakta, Cemile Bebeğin cenazesinin ise günlerce buzdolabına konularak bekletilmesi, şehirlerin yerle bir edilmesi, aylarca süren sokağa çıkma yasaklarıyla insanların açlığa ve susuzluğa mahkum edilmesi ve daha onlarca insanlık dışı suç ne yazık ki olması gereken tepkiyi almadı.
Belki anlatacak çok şey var ama kabul etmek gerekir ki bu durum bir kırılmaya da neden oldu. Özellikle kentli orta sınıf Kürtlerin azımsanmayacak bir bölümü, hele de umut veren bir çözüm süreci yaşanmışken, sitemkar bir tonda da olsa yaşananlardan KCK’yi de sorumlu tuttu.
Şimdi bu kentli orta sınıfın bir kısmının referandumda sandık başına gitmeyeceği veya hükümeti destekleyeceği algısı yayılıyor.
Hükümet destekli algı operasyonlarında durum bu iken bir de canhıraş biçimde referandumun boykot edilmesini savunan, iki kötü arasında bir tercih yapmanın kendi işleri olmadığını söyleyen PSK, PAK, PDK-Bakur gibi siyasi partiler ile bir kısım eski PDK’linin ve HÜDA-PAR’lıların savunduğu ‘Evet’ tutumu var. Referandumu boykot eden partiler derikt olmasa bile ‘Evet’ vereceğini beyan eden Kürtler, sözünü ettiğimiz bu algı operasyonlarına hizmet ediyorlar, hatta bu algı operasyonlarının bizzat yürütücüsü durumundalar.
Bölge halkının büyük çoğunluğunun yoksul olduğunu gözönüne alırsak hali vakti bu yoksulluğa rağmen nispeten yerinde olan orta sınıf kentli Kürtlerin bir kısmı, kabul etmek gerekir ki aynı zamanda yukarıda ifade etmeye çalıştığımız ‘Hayır’ cephesi dışındaki kesimleri de temsil ediyorlar. Bu elbet, ‘’Hayır’ oyu kullanacak olanlar arasında orta sınıf kentli Kürtler olmadığı anlamına gelmiyor. Ancak özü itibariyle ifade etmek gerekir ki tutumunun ne olacağı merakla beklenen ve bunun için referandum sonucunu beklemekten başka şansımızın olmadığı kesimler de tek düze değil. Onlar da birbirinden farklı siyasal eğilimlere sahipler.
Hiç kuşku yok, kendi içinde de farklılık gösteren 20 milyonluk bir toplulukta farklı eğilimlerin olması normaldir. Bunu yadırgamak gerekmiyor. Elbet, bu kesimlerin kendi toplumsal statülerine uygun siyasal tutumlar almasının da anlaşılır yanları vardır. Tek anlaşılmayan yan, belki bu farklılıkların dolaylı ya da direkt olarak Kürtlerin eşitlik ve özgürlük mücadelesinin karşısına AKP’nin ‘Evet’ini koymalarıdır. Çünkü şurası çok net; ‘Evet’ ile güçlenecek bir Erdoğan iktidarını altetmek o kadar kolay olmayacaktır. Şurası daha net; şu an çıkarını AKP’li olmakta gören Kürtlerin de ‘Güçlü Erdoğan’ iktidarında bir geleceklerinin olmadığı, olmayacağı gerçeğidir.
Erdoğan bu durumun farkında. Tabloyu daha da kendi lehine çevirmek için ihale masalarını şimdiden kurmuş. Yıktığı kentlerin yapımının bir kısmını bu kesimlere dağıtarak onları da pay sahibi yapmayı düşünüyor.
Ne yazık ki bu ciddi ahlaksızlığa boyun eğmişler arasında, bir kısmı ağzını açtığında ‘bağımsızlıktan aşağı olmaz’ diyenler de var. Elbet bu türden bir ahlaksızlığa boyun eğmişler bağımsızlığı inanarak savunanları bağlamıyor. Dini siyasete alet eden Erdoğan’la Kürtlerin bağımsızlık gibi ana sütü kadar helal bir hakkını savunmayı kendi çıkarına kullanan siyaset tüccarları arasında bir fark olmadığını belirterek, bu durumdan bağımsızlığı veya federasyon, özerklik gibi statüleri inanarak savunanları ayırdığımı bir kez daha belirteyim. Ancak siyaset tüccarlığı yapıp orta sınıf kentlilerin kafasını değişik algılarla yönetmeye kalkanların bu suçlamadan imtina olmadığının üstünü bir kez daha kalınca çizmekte yarar var. Asıl mesele de bu zaten. Koca bir halkın eşitlik ve özgürlük mücadelesini kendi çıkarına kullananlar, ortamın kasvetini kendi ekonomik güçlerine de katarak ne yazık ki bazen etkili olabiliyorlar.
Bu kesimler şimdilerde ağırlıkla referandumu kullanıyorlar. Daha doğrusu referandum ile kendilerine siyaseten de güç katma eğilimi var, bunların bir kısmında.
Bu mesele, aslında çok uzun irdelenmeli. Bölgenin nabzını iyi tutan siyasetçilerle, sivil aktivistlerle, gazeteci meslektaşlarımızla konuştuğumuzda dikkat çektikleri bu durum, yani Kürtlerin orta sınıf kentlilerinin referandumu kullanarak PKK’ye de ders vereceği yönündek algı operasyonları, bir kez daha belirtmek gerekir ki bu siyasete alet olanların da işine yaramaz. Çünkü 16 Nisan’da referandumdan güçlenerek çıkacak bir Erdoğan’ın önünü bu türden çıkar gruplarının kesmesi mümkün değil. Bu iş gidip gelip yine mücadeleyi namusuyla yürütenlerin boynunun borcu olacak. Ancak bu kesimlerin vereceği her ‘Evet’, mücadeleyi namusuyla yürüten, bedelini canıyla ödemekten çekinmeyenlerin işini zorlaştıracaktır; bunu da görmek gerekir.
Şunun şurasında 2 gün kalan referandum öncesi son söz de şu olsun: Eğer sorun Kürtlerin eşitliği ve özgürlüğü ise bunun adresi AKP değil...
Giderek güçlenen Erdoğan, yakınındakilerin neredeyse tamamını yedi. Şu üç kuruşluk aklıyla Kürtleri Erdoğan’a pazarlamaya çalışanları mı yiyemeyecek!..