Ergun Babahan
Rejim, Kürtleri isyan ve silaha mı zorluyor?
Kürt tutuklu ve hükümlülerin cezaevlerinde ölüm haberleri geliyor, Kürt coğrafyası yabancı işgali altında gibi muamele görüyor, Kürtlerin meşru ve yasal temsilcisi devlet terörünün sürekli hedefi olma durumunda. HDP binaları ya devlet güdümlü şahısların ya da bizzat polisin saldırılarına hedef oluyor.
Cezaevinde işkence, intihara varan baskı uygulamalarının Ankara’dan yönlendirilen genel bir politika olduğu aşikar. Rejim, cezaevlerini "ölüm evi"ne döndürme kararı alarak idam cezasını bir biçimde geri getirmiş durumda.
Bununla ne hesaplanıyor, amaç ne?
Kürtlerin iradesine kırmak, davalarından vaz geçmelerini sağlamaksa, beyhude bir çaba. Bu saatten sonra devletin uygulayacağı hiçbir zulüm, şiddet ve baskı Kürt ulusal bilinci durduramayacaktır.
PKK ile başlayan mücadele savaşla devam etmiştir. Unutmayalım ki, ulus fikri Benedict Anderson’un bize öğrettiği üzere daha çok hayal gücünün ürünüdür ve mitler ulus fikrinin doğup güçlenmesinde tarihi gerçeklerden daha önemlidir. Savaşlar, direnişler hafıza ve mit üretimi ortak bir tarih ve dayanışma fikrini besler ve destekler.
Tarihten bir örnek vermek gerekirse, Polonya 18’inci yüzyılın sonunda haritadan silindiğinde Rousseau Polonyalılara şöyle seslenmişti: "Düşmanlarınızın sizi yutmasına engel olamayabilirsiniz ama bir Polonyalı’nın hiçbir zaman Rus olmayacağını görebilirsiniz. Rusya’nın Polonya’ya boyun eğdiremiyeceğini size garanti edebilirim."
Rousseau haklı çıktı ve Polonya haritadan silinmesinden 100 sonra ulus devletler arasındaki yerini aldı. Çünkü Polonya elitleri ulus kimliklerine sahip çıktı ve korudu. Bunu yaparken de kitlelere ulus bilinci aşılamaya devam etti. Bunun sonucunda da 100 yıl sonra bir Polonya devleti tarih sahnesine çıktı.
Osmanlı, Ermeni Soykırımı’na karar verdiğinde böyle bir gerçeği seziyordu. Türklerin anayurt oldukları yeri Ermeni milliyetçiliği ve Avrupa müdahaleciliği sonucu tamamen kaybedeceği endişesi vardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun özünden homojen bir millet yaratma fikrini satın aldılar.
Avrupa müdahalesi o dönem daha çok din üzerinden olduğundan, hedef hristiyan nüfustu ve bu konuda Kürtlerle işbirliği yapılmıştı. Slav kökenden gelen Boşnaklar, müslüman olduğu için Türkiye’ye kabul edildi, Türk kökenden olan Gagavuzlar ise hristiyan oldukları için kabul edilmedi.
Ancak din üzerinden bölünmez bir Türk milleti tutmadı, en azından Kürtlerin asimilasyonu açısından. Özellikle PKK’nin çıkışından sonra Kürt ulus bilinci güçlendi. PKK, Kürtlere bir kimlik kadar ortak bir hafıza ve mitler verdi. Mesela Kobane Kürt halkının tarihinde yıllar geçse unutulmayacak bir kahramanlık hikayesi olarak kazındı.
Bunun yanında şu anda ne kadar Ankara ile işbirliği yapıyor olsa da Irak’ta yarı-bağımsız bir Kürdistan’ın ortaya çıkmış olması, Suriye’nin kuzeyinde benzer bir sürecin yaşanması ulus olma duygusunu güçlendirdi.
O nedenle baskı ve zulümle bu bilinci silmek artık mümkün değildir. 1915’te olduğu gibi bir çözüm günümüz koşullarında gündeme gelemez en azından Anadolu’da… Afrin’de yapılanın Türkiye Kürt coğrafyasında bugünkü dünya gerçekliği açısından hayal bile edilemez.
O zaman bu zulmün amacı ne?
Muhtemelen Kürtleri tahrik ederek şiddete başvurmalarını sağlamak. Amerikan liderliğindeki Batı’nın birleşmişlik tablosu, Erdoğan’a Suriye’de, Ege veya Akdeniz’de bir kahramanlık hikayesi yaratma kapısını kapattı. Geçmiş seçimler Suriye veya Irak’a yönelik her saldırının Erdoğan’ın oy desteğini artırdığını gösterdi. Bir gözü karalık yapmadığı sürece bu yol kapalı.
Üstelik ekonomisi böyle bir yükü taşıyamayacak kadar kötü.
Bu durumda elinde 7 Haziran seçimi sonrasında olduğu gibi, "terör" kartı kalıyor. Dışarıdan borçlanarak kendi tabanını zenginleştirme dönemi kapandı ve ekonomide deniz bitti. Erdoğan’ın yaratabileceği bir "umut hikayesi" yok, elindeki tek senaryo "korku ve terör…" Üstelik yakın geçmişte başarılı olmuş, muhalefeti iyice silikleştirip etkisizleştirmiş bir senaryo bu.
Bugün HDP ile fotoğraf vermeye çekinen, HDP binalarına yönelik saldırıları görmezden gelen, cezaevinde zulümle ölen Kürtleri yok sayan bu muhalefetin kurgulanmış bir terör senaryosu karşısında yine Erdoğan’ın arkasına sıralanması ve seçim zaferini kendi elleriyle teslim etmesi ihtimal dahilindedir.
Erdoğan’ın oynayacağı onlarca kartı varken muhalefet tek kartı olan, demokrasi-hukuk ve insan hakkına oynayamıyor. Ürkek, devletçi tavrıyla güven vermiyor. Bunun sonucu da AKP yaşattığı büyük fiyaskoya rağmen hala birinci parti…
Not: Bu yazıyı yazarken Benedict Anderson’ın "Imagined Communities"
Ve Dominic Lieven, "Empire" kitaplarından yararlandım.