Sakallı Dedeyi ziyarete gittik

Luxembourg sınırındaki Trier kentinde 1818'de doğmuştu Karl Marx. Severiz sayarız abimizi. Doğduğu evi güzel bir müze yapmışlar. Gittik gezdik gördük. Geldim aktarıyorum:

Benim kafamdaki, gönlümdeki, hayalimdeki yani, idealimdeki solcunun ilahı, putu, tanrısı, peygamberi yoktur, olmaz, olamaz. Benim solcumun Şefi, Reisi, Genel Sekreteri, Ruhani lideri ayrıca Merkez Komitesi de Siyasi Bürosu da yoktur. Olsa olsa ortak akıl koordinasyonu, kolektif fikir üretme platformu olabilir. Çünkü solcu öncelikle materyalisttir, sonra bağımsızdır, ayrıca özgürdür yani kendi dışındaki bir odaktan talimat almaz, kendi kafasıyla düşünür, kendi vücuduyla hareket eder. Solcu dediğim, okyanustaki adada tek başına kalmış bir insan değil tabi. Solcunun da ders aldığı bir öğretmeni olabilir, çıraklığını yaptığı bir ustası, hatta belki de özendiği/taklit ettiği bir siyasi abesi bile vardır. Ama solcunun diğer insanlarla ilişkilerinde devreye giren en önemli ve en değerli kavram/sözcük, yoldaştır. Çok parlak, çok cıvıltılı, çok esaslı bir kelimedir yoldaş. İnsana huzur, mutluluk ve güven verir.

Bu girizgah, Cumartesi günü gidiş-geliş yaklaşık 340 km. yol katedip, Karl Marx'ın doğduğu Trier kentini ve bugün müzeye çevrilen evini görmek için yaptığımız seyahatin ilk perdesi.

''Almanya'nın en eski kenti. Luxembourg sınırında. Milattan önce 4. yüzyılda Keltler gelip kurmuş şehri. Sonra Roma İmparatorluğunun önemli bir dini merkezi. Bir ara Franklar işgal etmiş, şimdi tipik bir Alman kenti. 1818 yılında Marx burada doğmuş. Londra'da 64 yaşında aramızdan ayrılıyor. Ama bu ev taa 1904'e kadar sahipsiz. Alman SDP binayı satın alıyor, ne var ki 1933'de Naziler iktidara gelince hem komünist hem de yahudi Marx'ın doğduğu eve el koyuyor. Bir kaynağa göre Gestapo'nun yerel şefi eve yerleşiyor. Bir başka kaynak ise evin matbaa haline getirildiğini yazıyor. Evde Marx'ın çocukluk ve ilkgençlik dönemlerine ait bazı belge ve eşyalar yakılıyor. SDP savaştan sonra evi yeniden restore ediyor daha sonra komşu evi de satın alıp iki binadan oluşan ilk müzeyi kuruyor. Burayı yılda 32 bin kişi geziyor. Yakın zamana kadar ziyaretçilerin üçte biri Çinli.''

Yolda bu bilgileri verirken Celal (Başlangıç) ile Ayşe'ye (Yıldırım), Celal,

- Tamam abi sağol, dönebiliriz, gitmiş gibi olduk, dedi.

Trier, Moselle nehri kenarında 110 bin nüfuslu bir kent. Alış-veriş caddesi tıklım tıklımdı buz gibi havada. Belli ki zengin bir şehir. Gitmişken Porta Nigra (Kara Kapı ama bir arkadaşım Arap Kapı dedi) ve Konstantin bazilikasını da gördük. Barbara Hamamlarıyla Roma dönemi anfitiyatrosu da ilginç.

Kentin ünlü sakinleri listesinde garip isimler var: 2 Roma İmparatoru, Charles De Gaulle Fransız işgal kuvvetleri komutanı olarak bulunmuş, Gestapo şefi Klaus Barbie de yaşamış Trier'de. Şehrin plaka kodu TR.

Bizim evde, benim çevremde Marx'ın adı sık geçerdi. Sonra 12 Eylül bildirilerinde: Marksist, Leninist hatta Maoist! Kitaplarını okuduk, o kitapları anlayabilmek için başka kitaplar okumak zorunda kaldık. Hukuk ve felsefe tahsili yapmış, ama ekonomiyi de çok iyi biliyor. Kapitalizmin bugün hala büyük ölçüde geçerli herhalde en iyi tahlilini, teşhirini yapmış dahi adam. Her şeye eleştirel bakmamız gerektiğini söyler. Sömürünün mekanizmasını çözmüştür. Başka bir sürü iyi ve güzel şeyler icad etmiştir. Bu nedenle gerici/sağcı ülkelerin eğitim sistemlerinde akademilerinde Marx yasaktır.

Marx'ın adına son olarak iki yerde daha rastladım: Cohen'in son CD'sinde (Marx okuyordum, İsa ile görüşüyordum...) bir de kıyak adam Celal Üster'in çevirmenlikte 50. yılı nedeniyle Aslı Uluşahin'in derleyip yayınladığı kitapta. Uluşahin, Borges yanıtını beklerken, Celal'e en sevdiği yazarı soruyor. Celal de edebi değer, üslup, teknik, yaklaşım, anlatım becerisi gibi gerekçeleri sıraladıktan sonra Marx diye cevap veriyor.

3 katlı iki bina, bir avlu bir de bahçeden oluşuyor Karl Marx Evi. Bizde gırgıra kısıtlama yok:

- Bak abi bu Marx'ın pastahanesiydi, sabah gelip buradan çörek/börek alırdı dedem

- A evet hatırlıyorum, bu telefoncudan da son akıllı telefonunu almıştı

- Bu AVM'nin yapımına karşı, mahallede kampanya başlatmıştı ama Belediye Meclisinde o zaman sağcılar çoğunluktaydı AVM maalesef yapıldı.

- Ayakkabılarını da bu dükkândan alırdı değil m?

Müze çok sade. Odalar neredeyse bomboş. Beyaz duvarlarda yazılar, posterler, fotoğraflar var. Minimalist bir tarzda, çocukluğu, gençliği, felsefesi, ekonomi-politik çalışmaları, yazdığı kitaplar, işçi hareketi üzerindeki etkisi, enternasyonalist yaklaşımı birer odada kategorilendirilmiş. Moselle beyaz şarabıyla ünlü bir bölge. Bir odada Marx'ın şarap düşkünlüğünü anlatan bir resim vardı.

1983'de Londra'ya gittiğimde ilk işim Highgate'de sakallı dedenin mezarını ziyaret edip, iki Manifesto üç Grundrisse okumuştum. Hatta ilk 6 ay, yakın durursam belki bir şeyler kaparım hevesiyle, Highgate'de bir ev kiralamıştım. Son 3 yıldır, Köln'de Marx'ın 1849'da çalıştığı Neue Rheinische Zeitung'un bulunduğu bina, bizim Urfalı bir arkadaşın işlettiği Meksika lokantasının komşusu.

- Marx, Doğu Sorunu konusunda bizim Urfalıdan bilgi alıyordu herhalde

- Doğu Sorunu hakkında gazetede yayınlanmış bazı yorumlarını okuduğumu hatırlıyorum. Biraz Avrupa Merkezci gelmişti bana. Urfalı, dedeyi iyi bilgilendirmemiş olabilir mi?

Odalardan birinde duvarda kocaman yazıyor: Marx öldü ama fikirleri hâlâ hayatta. Ne kadar doğru bir tespit. Bahçede Marx heykellerinin yanında ve giriş kapısında fotoğraflar çektiriyoruz. Paylaşma ve kalıcı olma isteğinin tezahürü...

Bir başka odada Marx'ın Londra'da iken oturduğu koltuk var. Geçtim kuruldum dedemin koltuğunun karşısına. O İngilizce ve Almanca olarak geleceğe ilişkin görüşlerini dile getirdi. Sessiz kalamadım: "Bak şimdi Karl, bu senin 'Fransa’da Sınıf Savaşları' kitabın var ya, orada diyorsun ki, yani tam olarak…anladın mı?" dedim. O ise sanki ben hiçbir şey dememişim gibi aynı ses tonuyla yine geleceğe ilişkin görüşlerini aynı kelimelerle bir daha tekrar etti.

Ben Marx'ı bir başka açıdan daha severim. Rimbaud'nun çağdaşıdır. Şair acayip gezgindir, hem Avrupa'yı hem Akdeniz'i hem de Afrika'yı çok gezmiştir. Komünist dede de az dolaşmamıştır Avrupa kentlerinde. Paris Komünü sırasında ve sonrasında ikisi de Fransa başkentindeydi ama karşılaşmadılar. Gerçi Namık Kemal'le arkadaşları da, büyük bir ihtimal hem Paris'te hem de Londra'da Marx ile aynı dönemde bulundular. Ama karşılaşmadılar, birbirlerini tanımıyorlardı, belki de tanımak istemiyorlardı. Yazık...

Enternasyonalizm odasında onlarca ülkeden  yüzlerce Marksistin adı geçiyor. Aradık taradık bulamadık. Bir tek Türkçe isim yoktu.

- Bunlar Laz İsmail'i komünistten saymıyorlar anlaşılan

- E çok da haksız değiller yani...

Biz gezerken, pek kalabalık değildi müze. İngilizce konuşuyordu ziyaretçilerin çoğu.

Kapitalizm herşeye satılacak ve para kazanılacak mal gözüyle bakar ya. Marx tipi anahtarlık, şişe açacağı yoktu ama rozet, tişört vardı. Kentteki bir hediyelik eşya mağazasında ise Marx'ın büstünden yapılmış bir kumbara gördüm. Dedemin kafasının ortasında bozuk para atmak için bir delik açmışlar. Kumbaranın adı da "Kapital."

Kapitalistler para biriktirsin, biz dünyayı değiştirecek fikirler biriktiriyoruz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi