Sarıldığı her dal kırıldı, ırkçılıkla ayakta tuttuğu bir iç iktidar var

Türkiye Suriye’de, Müslüman Kardeşler, el Nusra, IŞİD derken şimdi sadece Ahrar el Şam’a kaldı. Ayakta kalmayı ise içeride yaydığı ırkçılık zehriyle başarıyor.

Türkiye’nin, Suriye kriziyle birlikte 2011’den bu yana dışarıda sarıldığı her dal neredeyse kırıldı. Müslüman Kardeşler’i destekleyerek, hatta bırakın desteklemeyi kendinden bir parça görerek işe başladı. Mısır’daki Sisi darbesi, Suriye’de de Müslüman Kardeşler’in belini kırdı. Buradan el Nusra’ya atladı. Afrika’nın kuzeyinden el Nusra’nın silahlı gücünün bir kısmını Suriye’ye taşıdı. Kandırabildiği Sünni aşiretleri tek tek el Nusra’nın çeperinde biriktirmeye başladı.

Bu dönem, Erdoğan’ın Şam’daki Emevi camiinde 3-5 ay içinde Cuma namazı kılacağı günün hayalini gördüğü dönemdi. Bu da tutmadı. El Kaide’nin bir kolu olan Irak İslam Devleti Suriye’ye geçti, el Nusra ile birleştiğini ve Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adını aldığını açıkladı. Her ne kadar el Nusra bunu reddetse de nihayetinde IŞİD, Suriye’de en geniş alana hükmeden, en büyük korkuyu salan örgüt olarak geniş bir kesimi etrafında toplamaya başladı. Müslüman Kardeşler’in zayıflamasından yararlanarak kendini güçlendiren el Nusra, gücünü IŞİD’e kaptırıyordu. Yalnız gücünü değil işgal ettiği alanlar da tek tek IŞİD’in eline geçiyordu.

Alanlarını IŞİD’e terk eden cihadçılar Türkiye’nin de desteğiyle yönünü Halep ve İdlib’e verirken YPG ve YPJ, sonrasında ise Suriye Demokratik Güçleri (QSD), IŞİD’i Tel Abyad, Mınbiç, Tabka derken Rakka’dan kovacak duruma geldi. Artık IŞİD’in başkent ilan ettiği Rakka’daki günleri de sayılıdır.

IŞİD her darbe yedikçe el Nusra başta olmak üzere Ahrar el Şam ve diğer örgütler gizliden gizliye sevinç duymaya başladılar. Alan kazanmasalar bile IŞİD’den kaçanlarla giderek yeni savaşacak insan bulabiliyorlardı.

Bu durum bir müddet sonra Türkiye’nin de hoşuna gitmeye başladı. Yalnız Türkiye’nin mi? Suudi Arabistan ve Katar’da bu sonuca sevinmeye başladı. IŞİD gibi bir belayı dünyaya anlatamazdılar ama bir araya getirdikleri el Nusra, Ahrar el Şam gibi örgütlerle kurdukları Fetih Ordusu ile yapacakları bir Suriye Devrimi’ni dünyaya yutturabilirlerdi.

Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerin Suriye Devrimi rüyaları gördükleri bu dönem Rusya’nın ciddi biçimde devreye girdiği günlere denk gelir. Selefist Araplara entegre olan Türkiye’nin Suriye Devrimi hayali, Rusya duvarına çarptı. Nihayetinde Putin, yürüttüğü ustaca politikalar sonucu Erdoğan’ı avucunun içine almayı başardı.

Putin’in avucuna düşen Erdoğan tüm cihatçıları olmasa bile bir kısmını Rusya’ya masa arkadaşı olarak kabul ettirmeyi başarı sayarken, Rusya Fırat’ın batısını kendisi için güvenli alan olarak inşa etmenin hesaplarını yaptı. Bu hesabını yaşama geçirirken en iyi partneri de Türkiye’ydi. Türkiye’ye Şehba bölgesini ve Bab’ı rüşvet olarak veren Rusya karşılığında Halep’i aldı. Türkiye, desteklediği cihatçı grupların Halep’ten kendi istekleri ile çekilmelerini istiyordu. Bu cihatçıların önemli bir kısmı çekildi. Fetih Ordusu bu dönemde bölündü. Türkiye’nin kurduğu Halep’in Fethi Ordusu dağıldı. El Nusra dışındaki diğer Türkiye destekli gruplar geri çekildi. Nihayetinde Halep’te barınamayan el Nusra Türkiye’nin girişimiyle açılan koridordan İdlib’e geçti.

Rusya’nın devreye girmesinden sonra Halep’i geri almak Suriye için büyük bir moral güç olurken cihatçıların daha fazla dağılmasını da beraberinde getirdi. İdlib’e sıkışan cihatçılar bölük pörçük yapılarla İdlib’i kendi aralarında paylaştılar. Türkiye, el Nusra’ya güven vermiyordu. Türkiye’nin en iyi müttefiki artık Astana’da masaya da taşıdığı Ahrar el Şam’dı.

El Nusra Fetih Ordusu ile elde edemediğini irili ufaklı örgütleri, IŞİD ve diğer örgütlerden kaçan Selefileri de çeperine toplayarak İdlib’de kurduğu Heyet Tahrir Şam ile yapmaya çalışırken Türkiye’nin istekleriyle de karşılaşmaya başladı. Türkiye, Rusya’nın isteği üzerine Halep’te yaptığını İdlib’de yapmak istiyordu.

Heyet Tahrir Şam İdlib’den sessiz sedasız çekilmeyi reddetti, savaşacağını açık biçimde söyledi. Böyle olunca Ahrar el Şam da İdlib’den geri çekilmeyi göze alamadı.

Türkiye’nin işinin kolay olmayacağı daha o günden belliydi.

Türkiye, Halep karşılığında Şehba ve Bab’ı aldı; İdlib’in karşılığında da Afrin’i almanın hesabını yapıyordu. Bunun olmayacağı anlaşılınca, hiç olmazsa 'Afrin’i çevreleyeyim' amacıyla gözünü Afrin’in güneyine dikti. Hem Türkiye sınırını kontrol altına almak, hem İdlib’deki yandaşlarını rahatlatacak bir alan üstünlüğü elde etmek, hem de uzun vadede Afrin’i dört bir etraftan sarıp kenti açlığa mahkûm ederek kendine mecbur bırakmak için harekete geçti.

Afrin operasyonu onay almamıştı, ancak lokal saldırılara göz yumuluyordu. Türkiye sessizlikle ifade edilen kısmi onayla zamana yayılmış bir saldırı sonrasında Afrin’i çaresiz bırakmanın, Kürtlerin kazanımlarını önlemenin hesaplarını yapmaya başladı.

Bu da tutmadı, Heyet Tahrir Şam yani el Nusra ile Türkiye yanlısı Ahrar el Şam İdlib’de çatışmaya başladı. El Nusra kısa sürede Ahrar el Şam’ı dize getirmeyi başardı ancak Türkiye’yi tam anlamıyla karşısına almamak için de uzlaşma yolunu seçti. Sınır kapılarının Ahrar el Şam’dan alınıp sivillere devredilmesine onay verdi, sınır boyunun önemli bir bölümünü alsa bile Türkiye ile sıfır sınır oluşturmada ısrarcı olmadı. Bu tavizler karşılığında da Ahrar el Şam’ın İdlib’den çıkmasını istedi.

Bu gelişme açıkça gösteriyor ki Türkiye’nin Afrin’in etrafını istediği gibi sarması artık o kadar kolay olmayacak.

Tekrar başa dönersek, Müslüman Kardeşler’den başlayıp oradan IŞİD’e, el Nusra’ya derken Türkiye kala kala el Nusra’nın önünden fellik fellik kaçan Ahrar el Şam’a kaldı. Diğer ÖSO kırıntılarının tümünü bir araya toplasan el Nusra’nın birkaç kasabayı kontrol ettiği güç kadar olamazlar.

Ahrar el Şam’ın da Katar krizi, Suudi Arabistan, diğer Körfez ülkeleri derken Türkiye’ye kalmayacağını şimdiden söyleyebiliriz. Türkiye ile Ahrar el Şam arasındaki ilişki çıkar ilişkisidir ki Ahrar el Şam bu ilişkiyi uzun vadeli sürdüremez.

Perinçek haksız değil. Görünen o Erdoğan şimdilerde Putin’in elindedir ve Putin’in elinden o kadar kolay kurtulacağa da benzemiyor. Tüm bu yaşananlar Putin’e bir şey daha gösterdi Erdoğan Rusya, Suriye ve İran’ın isteği üzerine ‘Halep Fatihi’ oldu ama ‘İdlib Fatihi’ olacak gibi de durmuyor.

Tüm bunlar böyle iken karşımızda ise hala yediği tokatlardan doymayan, dışarıda kaybettiğini içerde Kürtlere karşı pompaladığı ırkçılık zehriyle korumaya çalışan bir iktidar var.

Suriye’de kazandığını sanıyordu. Çarptığı duvar öyle bir sersemletmiş ki aklı bile başına gelmiyor. Kalan aklıyla şimdilerde bir tek iç iktidarını korumayı hedefliyor. Derdi, ömrünü iktidarda uzatabildiği kadar uzatmak. Son kalesi olan iç iktidarı kaybetmemek için de her türlü riski göze almış görünüyor.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fehim Işık Arşivi