Doğan Özgüden
Seçime doğru sol'a ansiklopedik anımsatma...
Geçtiğimiz pazar günü Esra Yıldız'ın bizim Türkiye'deki ve sürgündeki yaşamımızı ve mücadelelerimizi konu alan Vatansız belgeselinin Türkiye Filmleri Festivali'nin kapanışındaki gösterimine davetli olarak gittiğimiz Paris'te dostlarımızla gerçekten sıcak bir gün yaşadık.
52 yıllık sürgünümüzün başlarında, 12 Mart rejimine karşı Demokratik Direniş mücadelesini sürdürürken 1972 yılında illegal olarak kaldığımız Paris'teki dostlarımızın çoğu arkalarında onurlu isimler bırakarak sonsuzluğa göç etti... Hem 60'lı yıllar Türkiye'sinde, hem de 80'li yıllar sürgününde aynı kavgayı paylaştığımız dostlarımızdan Avukat Enis Coşkun festivalin kapanışında bizimle beraberdi, ortak geçmişimizi anımsatarak duygulandıran bir de konuşma yaptı.
Paris'teki dostlarla söyleşilerimizin ana konularından biri, Türkiye aktüalitesine uygun olarak, yaklaşan 14 Mayıs seçimleriydi. Artı Gerçek'te geçen hafta ayrıntılı yazdığım gibi, sadece Türkiye'nin değil, komşu ülkelerin ve de Türkiye çıkışlı diasporaların geleceği açısından da büyük önem taşıyan bu seçime sol partilerin, iki ayrı ittifak halinde ve her birinde de farklı listelerle bölük pörçük katılmakta olmasından duyduğum endişeyi dile getirdim.
Bir haftadır Türkiye'den gelen haberler de, ne yazık ki, bu endişemi güçlendirmekte... Açıklanan aday listelerinden anlaşıldığına göre özellikle Batı metropollerinde seçime ayrı listelerle çok sayıda sol parti katılmakta...
Örneğin, 2018 seçiminde HDP'nin yüzde 12,62 oyla üç milletvekili çıkarttığı İstanbul 2. Bölge'de bu kez seçime katılan sol partilerin sayısı 5'i buluyor...
Üstelik seçimde, Emek ve Özgürlük İttifakı'nın mensubu iki partiden Yeşil Sol Parti'nin listesinde gazeteci Hasan Cemal, TİP'in listesinde ise Ahmet Şık ilk üç aday arasında yer alıyorlar.
2018 seçiminde bu bölgede Cumhur İttifakı'nın yüzde 53,29 oyla 15, Millet İttifakı'nın yüzde 34,02 oyla 10 milletvekili çıkarttığı, bu kez solun beş ayrı listeyle katıldığı bu bölgede milletvekili adayı iki meslektaşıma da "Kolay gelsin" diyorum...
Sol açısından üzüntü verici bu gelişmeleri dikkatle izlerken, dün gece ekranıma değerli sanatçı dostumuz Ali Cabbar'ın yeni bir müjdesi düştü... Yıllardır büyük emek vererek yarattığı, Can Yücel’in Deniz Gezmiş için yazdığı o ünlü Mare Nostrum adlı şiirindeki ifadeyle Aşk Olsun Çocuk diye adlandırdığı fotoroman nihayet Türkiye'de Boyut Yayınları tarafından 192 sayfalık bir kitap olarak da yayınlanmış bulunuyor.*
SOL İÇİN SON DERECE YARARLI BİLGİLER İÇEREN BİR KİTAP
Bu değerli kitap, yaklaşan seçimlerin sıcak atmosferinde hâlâ geçmişten yeterince ders almadığı anlaşılan sol için son derece yararlı bilgiler içeriyor.
Geçen yıl Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın idamlarının 50. yıldönümü nedeniyle sosyal medyada dijital olarak paylaştığı Aşk Olsun Çocuk'u Ali Cabbar şöyle sunmuştu:
"Bu fotoromanda size, 2. Dünya Savaşı'nın bittiği 1945'ten, 1970'1erin başına kadar Türkiye'de ve dünyada yaşanan önemli siyasi, toplumsal ve kültürel olayların ışığında Deniz Gezmiş'i anlatacağım. Eğer yaşasaydı, daha doğrusu eğer öldürülmeseydi, bu sene 28 Şubat'ta 75 yaşında olacaktı.
"Bu kitabı okumaya başladığınızda hemen farkına varacağınız gibi, bir tarih kitabı yazmaya çalışmadım. Deniz'in yaşadığı yıllarda dünyada ve Türkiye'de geçen olayları, ‘fotoroman’ formatında, basit bir dille anlatmayı tercih ettim.
"Deniz'lerin on sene kadar gerisinden gelen bir kuşağın üyesi olarak, onların dönemini, o zamanki yaşımda takip ederken bende iz bırakan konularla öne çıkardım. Kendi ilgi duyduğum, edebiyat, sinema, spor gibi konulara, en az politik olaylar kadar yer verdim, çünkü Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının da bunları takip ettiğini ve etkilendiğini tahmin ediyorum. Ve onlanrı anlamanın, onların çağını anlamakla mümkün olacağını düşünüyorum."
Ali Cabbar, dizinin daha ilk haftalarında Diken’den Zeynep Güven Ünlü’ye verdiği söyleşide şöyle diyordu:
"12 Mart döneminde ortaokul-lise öğrencisiydim. Deniz benim heyecanla izlediğim kahramanımdı. O dönemin radyo ve gazete haberlerinde gün be gün takip ederdim. Babamın TİP’li oluşunun ve 1965 mitinglerine beni de götürmesinin bu farkındalıkta etkisi vardı. Üniversitedeyse Deniz’le birlikte Mamak’ta yatan arkadaşlarının kurduğu örgütün önce sempatizanı, sonra üyesi oldum, 1980 darbesinin ardından tutuklandım.
"Deniz Gezmiş, toplumsal hafızada bıraktığı yer açısından Türkiye siyaset hayatının en önde gelen üç-beş kişisinden biridir. Geride bir direniş mirası bıraktı. Bugün hâlâ yaşayan ve umut vermeye devam eden bir direniş mirası… Gezi sırasında bile pankartlarda onun resmi vardı. O cesarete ve karizmaya sahip bir kişi, eğer yaşasaydı, sistem buna izin verseydi, bugün Türkiye için önemli bir lider olabilirdi. Kısa yaşamında yaptıklarının çok ötesinde bir kişilikti."
Sanatçı, T24’ten Hülya Işık Kurt’a verdiği demeçte de Deniz Gezmiş döneminin bugüne bağlantısını şöyle kuruyordu:
"Fotoromanı hazırlarken çok kitap okudum, saatler boyu internette gezindim, birçok akademik çalışmaya göz attım ve görsel araştırması yaptım. Benim için çok öğretici bir deneyim oldu. Türkiye’de bazı şeyler değişirken bazı şeylerin nasıl da değişmemiş olduğuna şaşırdım. Hikmet Kıvılcımlı 69 yıllık hayatının üçte birini içerde geçiriyor. Suçu kitap yazmak ya da parti kurmak. Aziz Nesin sadece yazdıklarından dolayı onlarca kez tutuklanıyor. Nâzım Hikmet 1938’de hapsediliyor ve 12 yıl yatırılıyor. Neden dersin? Çünkü şiirleri elden ele dolaşıyor ve Deniz Kuvvetleri’ndeki askerler arasında çok okunuyormuş! Ve hatta onları isyana teşvik ediyormuş! Yargılamayı Marmara Denizi’nde gezinen askerî bir gemide subaylar yapıyor. Şaka gibi! Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve Gezi davalarındaki keyfi uygulamalara bakınca sanki tarih tekerrür ediyormuş gibi geliyor."
192 sayfalık kitap, iç kapakta Semih Orcan ve Veli Yılmaz'a bir ithafla başlıyor. Ali Cabbar dün bana gönderdiği mesajda bu ithafın nedenini şöyle izah ediyor: "Kitabı yakın arkadaşlarım, THKO Nurhak ekibinden Semih Orcan ve 1980 Darbesi'nden sonra yazı işleri müdürü olarak 748 yıl cezaya çarptırılan ve 12 yıl hapis yatan Veli Yılmaz'a adadım. Veli 30 yıl önce, hapisten çıktıktan 2 yıl sonra kalp krizi geçirdi. Semih ise 5 yıl önce kansere yenildi."
Kitabın sonunda da bu esere bilgi, belge ve anılarıyla katkıda bulunan Durin Ababay, Nuran Ağırnaslı, Osman Bahadır, Başak Şenova, Sait Biğ, Aynur Çağlı, H. Ender Çıtak, Aydın Çubukçu, Ahmet Demirel, Levent Efe, Alev Er, Gökalp Eren, Bülent Erkmen, Teoman Göral, Oktay Kaynak, Atilla Keskin, Hale Özgür Kıyıcı, Mustafa Lütfi Kıyıcı, Nevzat Onaran, Nil Orcan, Neyyire Özkan, Ercan Öztürk, Elif Gönül Tolon, Mustafa Yalçıner, Nihat Ziyalan, Dilşat Zülkadiroğlu ve Mustafa Zülkadiroğlu'na teşekkür yer alıyor.
Aşk Olsun Çocuk'un yaratılış sürecindeki heyecanı Brüksel'de Ali Cabbar ve kitabın editörü Fahire Kurt'la birlikte İnci de, ben de yakından paylaşmıştık. Sağ olsunlar, benim kitap hakkındaki düşüncelerimin bir özetini kitabın arka kapağında paylaşmışlar:
"Deniz'le son kez 54 yıl öncesinin bir Eylül günü benim de yargılanmakta olduğum İstanbul Adliyesi'ne tutuklu getirildiğinde görüşmüştüm. 'Mehmet Cantekin'i vurdular. Yarın serbest bırakılsam bile beni hayatta bırakırlar mı? Ama direneceğiz' demişti. Aynı gün Taylan Özgür de öldürülmüştü. Bir daha göremediğim Deniz 1971'de tutuklandığında, soldan kendisine yöneltilen eleştirilere karşı Ant dergisinde 'Deniz ve arkadaşları soygun düzenine karşı savaşan halk çocuklarıdır' demiştik! İdam edildiği haberini ise 1972'nin 6 Mayıs sabahı Sofya Radyosu'ndan içimiz kan ağlayarak öğrenmiştik. Üç fidanın idamına karşı sürgünde bizim de katkıda bulunduğumuz kampanya sonuç vermemişti. Nasıl versin ki! Onlar idam hücresindeyken Sovyetler Birliği Yüksek Şurası Başkanı Podgorni, cunta vönetimine dostluk ziyareti yapıyor, Meclis'te CHP milletvekillerinin bir bölümü dahi idamlar lehinde oy kullanıyordu. Yıllar sonra Aşk Olsun Çocuk'ta Deniz ve yoldaşlarıyla tekrar buluştuk, onların yaşamı ve mücadelesi üzerine bilmediğimiz birçok şeyi öğrendik. Aşk Olsun Çocuk ansiklopedik değerde bir fotoroman oldu."
Haftalarca sosyal medyada dikkatle izlediğimiz Aşk Olsun Çocuk'un basılı kitap olarak Brüksel'e ulaşmasını İnci de, ben de heyecanla bekliyoruz.
DENİZ SİYASAL MÜCADELEYE PARTİ SAFLARINDA GİRMİŞTİ.
Beklerken de, günümüzdeki seçim atmosferinin de etkisiyle, kitabın daha önce okuyup kaydettiğimiz müsveddelerinde Deniz Gezmiş ve yaşıtlarının 68 direnişinin liderleri olmadan önce ki bilinçlenme sürecine ilişkin bölümü yeniden dikkatle okudum:
"İbrahim Kaypakkaya Çorum Öğretmen Okulu’nda okuyor. Haydarpaşa Lisesi öğrencisi Mahir Çayan çok iyi top oynuyor. (Vefa’da oynamaya başlamıştı, Beşiktaş’a transferi konuşuluyordu ama sakatlandı.) Türk Barışseverler Cemiyeti Başkanı Adnan Cemgil’in oğlu Sinan Cemgil babasını hapishanede ziyaret ederek büyüdü. Ulaş Bardakçı liseyi Nevşehir’de, Hüseyin İnan ve Saffet Alp Kayseri’de okuyor. Yozgatlı Yusuf Aslan, Rizeli Cihan Alptekin, Diyarbakırlı Ömer Ayna, Tuncelili Hüseyin Cevahir, Konyalı Kadir Manga, İzmir Atatürk Lisesi’inde okuyan Alpaslan Özdoğan, Ankaralı İbrahim Öztaş ve Hüdai Arıkan gibi birçok zeki, çalışkan ve yurtsever genç geleceğe ümitle bakarak eğitimlerini sürdürüyor, hangi üniversiteye gideceklerinin planını yapıyor. On sene sonra yolları Deniz Gezmiş ile kesişecek, arkadaş olacaklar, benzer düşünceleri paylaşacaklar.
"Haydarpaşa Lisesi öğrencileri Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan (birbirlerinden habersiz) ilk eylemlerine katıldı! Okulun en sevilen öğretmenlerinden eski Fenerbahçeli futbolcu “Boncuk Ömer”i tecavüzle suçlayan Hürriyet’in haberini protesto etmek için Cağaloğlu’ndaki gazete binasını taşlayanlar arasındaydılar. Slogan atarak Milli Eğitim Müdürlüğü’ne yürüdüler.
"Haydarpaşa Lisesi o zamanlar sınıfları yüzer kişilik bir devlet lisesiydi. Öğrencilerle başa çıkamayan öğretmenler çareyi herkese 'sıfır basmakta' buluyorlardı. Deniz de Lise 2’de fizikten sınıfta kaldı ve okuldan ayrılmak istedi. Babası Cemil Bey, onu bir arkadaşının müdürlük yaptığı Aksaray’daki Özel Bilir Koleji’ne yazdırdı. Lisenin son iki sınıfını burada İngilizce öğrenerek okudu. Mahir Çayan üniversiteye başladı. İlk yıl Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu.
"Lise 2. sınıf öğrencisi Deniz, seçimlerden üç hafta önce TİP Üsküdar şubesine üye oldu. Partililer, Şemsipaşa Külliyesi kütüphanesinde buluşuyor, çeşitli konuları tartışıyorlar. Bu arada ileride Deniz’in de üye olacağı Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) kuruldu.
"Çorum Belediyesi’nde haksız yere işten atılan Genel-İş üyesi 54 işçi bir aydır yürüyor. Yalın ayak başlattıkları yürüyüşün ilk etabında Ankara’ya giden ama Başbakan ile görüştürülmeyen işçiler İstanbul’a vardı. Basın 750 kilometrelik bu eyleme 'Çıplak ayaklıların yürüyüşü' ve 'Ölüm yürüyüşü' adlarını taktı. İstanbul girişinde işçileri karşılayanlar arasında TİP’li Deniz Gezmiş de vardı. Parti adına onlara çiçek verdi ve Taksim’e kadar birlikte yürüdü. Eyleme destek vermeyen Türk-İş’in Gümüşsuyu’ndaki merkezi önünde yapılan protestoya katıldı. 19 yaşında ilk kez gözaltına alındı ve fotoğrafı gazetelerde yayınlandı. Bu arada, Çorumlu İbrahim Kaypakkaya, Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na başladı. Mimarlık okuyan Sinan Cemgil ODTÜ’de üçüncü senesine giriyor. İstanbul Hukuk’tan ayrılıp Ankara Siyasal’a geçen Mahir Çayan, okulun Fikir Kulübü başkanı oldu."
İŞLENEN HATALAR 60 YIL SONRA TEKRARLANMAMALI
1965, sosyalist hareketimizin Türkiye siyasetine hem nitel, hem de nicel olarak ağırlığını koyduğu bir yıldı… Ülkenin hemen hemen tüm illerinde örgütlenmiş olan Türkiye İşçi Partisi ilk kez genel seçimlere girmeye hazırlanıyordu.
1964’te yönetimini üstlenmiş olduğum Akşam gazetesinde bu gelişmeleri tüm ayrıntılarıyla yansıtıyor, devrimci gençlik kuruluşlarının düzenledikleri açık oturumlara konuşmacı ve yönetici olarak katılıyor, özellikle de o dönemde solun en çok okunan yazarı haline gelmiş bulunan Çetin Altan’ı görmek için sık sık gazeteye gelen gençlik liderleriyle uzun uzun söyleşiyordum.
1965’in 10 Ekim’inde yapılan genel seçimlerde Türkiye İşçi Partisi’nin 15 milletvekiliyle Meclis’e girmesi üzerine Türkiye siyasal yaşamında yeni bir sayfa açılmıştı.
Seçimin hemen ertesinde Türkiye İşçi Partisi saflarına katılanlar arasında, Üsküdar
İlçesi’ne kaydını yaptırmış olan Deniz Gezmiş de vardı. 1947 doğumlu olan Deniz Gezmiş o sırada henüz 18 yaşındaydı..
Deniz Gezmiş ve yaşıtlarının Türkiye İşçi Partisi saflarına katılmış olmalarını büyük bir kıvançla karşılamıştım. Çünkü 1964’de yapılan ilk büyük kongreden bu yana gençlik kesiminde TİP yönetimine karşı bir kırgınlık vardı. O kongrede önce Gençlik Kolları başkanının Genel Yönetim Kurulu’nda yer alması kararlaştırılmışken, hemen ardından bazı üst yöneticiler gençliğe güvensizlik göstererek bu kararı iptal ettirmişti.
1965 genel seçimindeki başarının da etkisiyle gençlik kesiminde partiye yeniden bir yöneliş başlamıştı. Ankara’da partili gençlerin 22 Nisan 1965’te yayınlamaya başladıkları Dönüşüm dergisinin verdiği ivmeyle 12 Kasım 1965’de Ankara’daki 11 yüksek öğrenim kurumundan 126 delegenin katılımıyla TİP’e yakın gençlik örgütü olarak Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) kuruldu.
Ancak Yön dergisinde ortaya atılan Milli Demokratik Devrim (MDD) stratejisini benimsemiş partililere karşı TİP yönetiminin başlattığı, 20-24 Kasım 1966’da Malatya’da yapılan TİP 2. Büyük Kongresi’nden sonra da yaygınlaştırdığı tasfiye operasyonu, bu tasfiyeyi yapan parti önderlerinin kısa süre sonra Çekoslovakya olaylarının ardından bu kez birbirlerini tasfiyeye başlamaları gençlik hareketi içinde de etkisini göstermekte gecikmeyecekti.
Hiç kuşku yok ki, günümüzde de, bir zamanlar Deniz'lerin, Yusuf'ların, Hüseyin'lerin, Mahir'lerin, İbrahim'lerin, Harun'ların, Cihan'ların, Ulaş'ların olduğu yaşlardaki genç kuşaklar Türkiye siyasetine, özellikle de solda, ağırlık koymak için seferber olmuş durumda...
Yeter ki, sol siyasette rol üstlenen politik partiler, geçen yazımda ayrıntılı olarak anımsatmaya çalıştığım yanlışlardan da ders çıkarabilsinler, İslamo-faşist Cumhur İttifakı'nın ve de restorasyoncu Millet İttifakı'nın karşısında yekvücut olarak hem TBMM'de, hem de yerel meclislerde devrimci blok oluşturabilsinler.
Emperyalist örgüt NATO'nun genişletilmesi TBMM'de görüşülürken oturuma katılmayan ya da katıldıkları halde "Hayır" oyu vermeyenlerin, yarım yüzyıl önce Deniz'lerin aynı NATO'ya ve ABD emperyalizmine karşı hayatları bahasına verdikleri mücadeleden almaları gereken çok ders vardır.
* http://www.boyutstore.com/deniz-gezmisin-yasami-ve-mucadelesi-fotoroman-ask-olsun-cocuk
Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Türkiye Dosyası, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve beş ciltlik Sürgün Yazıları adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek'e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)