Ragıp Duran
Şeriatçılar yallah Moskova'ya!
''Ben büyük Devletim'' demekle büyük devlet olunmuyor. ''Ben geçmişte üç kıtaya hükmediyordum'' diye kasılmanın bugün bir anlamı yok. Hele ''Bütün donanmanın demirlerini gümüşten, halatlarını ibrişimden, yelkenlerini atlastan yapabiliriz'' şişinmesi sadece komik. Bu tür böbürlenmeler deplasmanda, yani Edirne-Hakkâri hattının dışında sahneye konduğunda, muhatapların yüzünde küçümseyici bir gülümsemeye yol açar. O kadar. Oh really?
Üstelik Türkün Türke propagandası yani iç tüketime yönelik bütün ideolojik ajitasyon belki bir süre için bir kesime gaz verebilir ama ekonomik sıkıntılar o kesimi zamanla küçültür ve gaz etkisini azaltır.
Batılı devletler, evet büyük devlet olmak demek, sömürgeci ya da emperyalist devlet anlamına da geldiği için, çok önceden bilimsel, kültürel ve eğitimsel olarak hazırlamışlar kendilerini. Mesela Fransa, daha 1669'da bugünkü İNALCO'yu kurmuş. Doğu Dilleri ve Kültürleri Ulusal Enstitüsü. Büyük Britanya, SOAS'ı, yani Doğu ve Afrika Araştırmaları Okulu'nu, 1916'da hizmete açmış. Almanya, Goethe Enstitüsü'nü 1925'de kurulan akademiyi yenileyerek 1951'de devreye sokmuş. Zaten hepi topu 2.5 asırlık geçmişi olan ABD'de bu tür enstitülerin yanı sıra üniversitelerde yabancı kültür ve dil eğitimi veren onlarca bölüm, enstitü hatta fakülte mevcut.
Bu eğitim kurumlarına sadece sıradan öğrenciler devam etmiyor. Askerler, diplomatlar, istihbarat görevlileri de, dış göreve atanmadan önce, gelip bir süre bu okullarda gidecekleri ülkenin dilini kültürünü öğreniyor.
Ankara'nın ya da yeni hariciyenin manzarasına bakın. Meslekten olmayanları büyükelçi atayan ve onları öven, kendisi de meslek dışından bir bakan. Hariciye'de kaç kişi okuyup yazacak kadar Arapça, Rusça biliyor acaba? Aslında ben bu zevatın doğru dürüst Türkçe bildiğinden bile kuşkuluyum. Washington'daki görüşmeye tercümanla giden diplomatik bir heyetten söz ediyoruz.
Skandal olayda, bir kadın Bakan, kaçak yoldan Hollanda'ya girmeye çalışırken yakalandığında, polise muhatap olan kişilerin T.C Başkonsolosu ile ekibi olduğunu öğrenince, Kapalıçarşı İngilizcesinin daha üst düzey olduğunu saptamıştım. Bizim Paris'teki arkadaşlar geçenlerde bir grup fotoğrafı gönderdi sosyal medya hesabımıza. Baktım simalara, hiç tanıdık yok. AKP Konya Merkez İlçe Yönetim Kurulu toplantısında çekilmiş bir fotoğraf gibiydi. Meğerse Paris TC Büyükelçiliği kadrosuymuş. Hasan Esat Işık'ın kemikleri sızlamıştır.
Tabii ki mesele sadece ve esas olarak kadroların niteliği, yani niteliksizliği değil. Tayin edici olan politika. Benimseyip uyguladığınız her politika, kendi çapına uygun kadrolar yaratır. Ya da o çapsız kadrolar çapsız politika üretir ve uygular.
Bu girizgâhı, Erdoğan diplomasisinin Suriye'deki istikrarlı başarısızlığına vurgu yapmak için yazdım. Kanka Esad'dan katil Esed'e giden yolda Erdoğan, bir o yana bir bu yana gitti geldi. Ama sonunda baktı ki bir arpa boyu bile ilerleyememiş. Dahası batağa saplanmış. Trump'ın 19 Aralık 2018'de Twitter marifetiyle Suriye'den asker çekeceğini açıklamasıyla, Ankara'nın zaten baştan beri dengesiz, tutarsız, omurgasız ama mezhep temelli ve fetihçi Suriye politikası kelimenin gerçek anlamıyla şapa oturdu. ABD ile Rusya arasındaki çekişmeden yararlanmaya çalışan sözüm ona fırsatçı politika, bir hamlede çöktü. Tek motivasyon olarak Kürt karşıtlığı ile politika üretmeye ve uygulamaya çalışan Ankara, kendi ayağına kurşun sıkarak, bugün Esad, Putin ve İran'ın Suriye'de temel aktör haline gelmesinde önemli rol oynadı. Global medyada Suriye'nin geleceğine ilişkin yazılarda, hiçbir uzman, hiçbir politikacı Ankara'ya önemli bir rol biçmiyor. Hatta Afrin ve İdlib'de de TSK'nın geri çekilmesi söz konusu.
Şimdilik sadece Moskova üzerinde duracağım.
Putin, Şam'ın resmî daveti üzerine geldiği Suriye'de son 3 yılda saptadığı bütün hedeflere büyük ölçüde ulaştı:
+ Esat yönetimini istikrara kavuşturdu. Şam rejimi, Cihadçılara kaptırdığı toprakların neredeyse hepsini geri aldı.
+ Şam rejimi, örgütsel olarak başta Arap Birliği olmak üzere yeniden Arap dünyasına dahil oldu. Müttefiklerini arttırdı.
+ Moskova, Suriye kıyılarında ve topraklarında yeni liman, kara ve hava üsleri kurdu, mevcutları genişletti.
+ IŞİD dahil, rejim muhalifi olarak adlandırılan radikal İslamcı grupların çoğunu büyük ölçüde nötralize etti.
+ İran'ı Suriye denkleminde yanına alırken, Moskova-Tahran ilişkilerini, hem Ortadoğu hem de ABD'yle ilişkiler bağlamında güçlendirdi.
+ ABD'nin çekilmesine zemin hazırlayarak, bölgedeki en güçlü rakibini pes ettirdi.
+ Erdoğan'ı Washington'dan uzaklaştırıp Moskova'ya yaklaştırdı. Afrin ve İdlib sayesinde Ankara için icazet makamı haline geldi.
Ankara, Trump'dan bir hayır gelmeyeceğini anlayınca Putin'e göz kırptı. Ama Moskova'daki toplantıda, Rus tarafı Adana Mutabakatı'nı hatırlatınca, Türk heyeti ilk golü yedi. Erdoğan'ın istediği Güvenlik Koridoru meselesi de Moskova'da rağbet görmeyince Türk heyeti Ankara'ya kös kös geri döndü.
Bu arada Türk tarafından hiç kimse, Moskova'nın PYD'ye sağladığı destekten söz edemiyor. PYD'nin Moskova'da bir temsilciliği var. Rus askerleri SDG ile ortak devriye operasyonlarına katılıyor. Bir süre önce de Rus askerî yetkilileri ile SDG ortak basın toplantısı bile düzenlemişti. Akmedya ya da herhangi bir iktidar sözcüsü, Putin'in ''bölücü teröristlere verdiği destekten'' rahatsızlığını ifade edemedi. Bu başlı başına bir rahatsızlık zaten.
Eskiden sağcılar, solculara ''Komünistler Moskova'ya!'' diye sataşırdı. Solcular, Moskova'ya filan gitmedi. Yine eskiden solcular, Amerikan 6. Filosu'na karşı protesto gösterileri yaparken, bugün iktidarda olanların ağabeyleri, babaları 6. Filo'yu kıble belleyip namaz kılmışlardı. ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi'nin EşBaşkanının, İslami neo-liberalizmin uygulayıcısının bugünkü ABD karşıtlığı hiç inandırıcı değil. Erdoğan'ın Rusya yanlısı tutumu da çok şaibeli. Çünkü her iki tutum da ilkeye, siyasete değil, konjonktüre dayalı, dolayısıyla temelsiz ve geçici.
Çaresizlik kötüdür. Hele iktidardasın yine de çaresizsin, çok daha kötü.
Sizi Moskova bile kurtaramaz!