Ragıp Zarakolu
Şilan Deniz Teyhani’nin anlatımı ile kamp, kadın ve kızkardeşlik (1)
Orta Doğu coğrafyası tarihinin en büyük çöküşlerinden birini yaşarken, bu depremin sarsmadığı yıkıma uğratmadığı parçası yok. Bunun bir parçası da yeni türden bir "kavimler göçü". Şilan Deniz Teyhani, insanlık onuruna sahip çıkan direngen bir aileden. Parlak bir arkeoloji öğrencisiydi Mersin Üniversitesi'nde. Yükselişe geçen tiranlığın, ezmeye çalıştığı yeni kuşaktan. İyi bir arkeolog olacakken mahkemelerle, mahkumiyetlerle yüz yüze kaldı. Umarım kısa zaman içinde ilticası kabul olur. Kendi alanını olan arkeoloji ve büyük yeteğe sahip olduğu yazarlıkta devam eder. Bu kez de köşemi onunla paylaşacağım, yeni kavimler göçünden tanıklıkları ile.
I.
Birçoğumuz okuduğumuz kitaplardaki kavramları hayatlarımıza geçirmek için mücadele ederiz. Bazen başarılı oluruz, bazen başarısız. Bazı zamanlar okuduğumuz kitaplardan, makalelerden yazılardan ya akademik yazılar yazarız ya da duygularımız özgürce dans ederek dışa vurur. Ben de sizlere kendi dansımı anlatmak istiyorum.
Yaklaşık 4,5 aydır Danimarka’da bir kampta yaşıyorum. Kampa ilk geldiğim gün hala aklımdan çıkmadı, çıkamazda. Şubat ayının ilk haftasıydı. Her taraf bembeyazdı. Kar taneleri ve rüzgârın sesi o kadar güzeldi ki bir an nerde olduğumu unutmuştum. O kar kokusunu hala hissediyorum. Üzerimde yeşil çiçekli basmalı bir elbise, boynumda ise can dostumun atkısı.. İltica başvurusu yapmıştım; elimde içi anılarla dolu bir bavulodaya götürülüyordum. Odaya giderken aklıma Mersin’de bıraktığım odam gelmişti. Kitaplar, duvarları süsleyen posterler, anılar ve beni hiç yalnız bırakmamış oyuncağım Keltoş. Gözümden bir damla süzüldü. Derin bir nefes aldım ama içim üşüdü. Mersin’de büyüyen bir kadın olarak gerçekten de çok üşümüştüm. Odaya girdim, bavulumu yerleştirdim. Umarım internet vardır diye düşündüm; çünkü bir an önce çoban yıldızımı, annemi aramak istiyordum. Aradığımda ağzımdan çıkan ilk sözcük olan"anne" ve onun ardından gelen"kızım" deyişibelki de annemle aramızdaki bağı derinleştirdi. Çünkü annem sadece annem değil; kız kardeşim, sırdaşım, arkadaşım, babam olmuştu ve hatta yoldaşım.. Onu çok özlediğimi fark ettim. Bir yandan dik durmaya çalışıyor, diğer yandan ise annemin dizine uzanıp da saçımı okşayıp bana Lilith’in hikâyesini anlattığı günlere geri dönmek istiyordum. Annem hep "güçlü bir kadın olacaksın" derdi. Ama 25 yıllık hayatımda ilk defa anda hem dik durduğumu, hem de yenildiğimi bir arada hissediyordum. Bu kadar tezat hisler bir arada nasıl ortaya çıkabilir diye sorulabilir. Keza annemde benzer hislere kapılmış.
Sonra uyumaya çalıştım. Aradan 2 saat geçmeden oda kapısı çalındı ve odama yeni bir kadın daha getirildi. Suriyeliydi; tıpkı benim gibi o da üşümüş ve korkmuştu. Bana baktı ve gülümsedi. "Aç mısın?" diye sordum, "Üşüyorum" diye yanıtladı. Bavulumdan çıkarttığım kapağı uzattım ona. Susuyorduk ama gözlerimiz anlatıyordu hikâyelerimizi birbirimize. Hani derler ya, gözler ruhun aynasıymış ve gene derler ya, insanlar acılarından tanırmış birbirlerini. Birbirimize sarıldık, sonra birbirimize bakarak uyuduk.
Ertesi sabah yazılı ifademi verdim. Öğlen yemeğine giderken "gelirken bıçak getir" cümlesini duymamla elimdeki bıçağı kadına uzatmam bir oldu. "Türkiye’den misiniz?" diye sordum."Hayır, Azeriyim" dedi. Derdimi anlatacağım birisini bulduğum için içimi sevinç kaplamıştı. Ama bu sevincim de çabucak kursağımda kalacaktı çünkü aynı gün bir başka kampa nakledildim.
Yeni kamptaki unutamayacağım şey tuvalet kokusu. İnternet de yoktu. Yemek yiyemiyordum. Tabağa bakıp ağlamaya başladım. O dönemlerde ne çok ağlamışım şimdi fark ediyorum. Ağlarken bir kadın geldi omuzuma dokunup "Are you OK?" dedi. "Yes, thanks" dedim sadece. O kadar sıcak gülümsedi ki üşüyen ruhum bir anlığına da olsa ısındı. Çok geçmeden arkadaş olacaktık. Ertesi gün yazı yazmak istedim ve bir iki şey karaladım.
Şimdi hayatımı kendimi gözden geçiriyorum. Bu bir tür özeleştiri galiba. Asla yalnız yürümeyeceksin mottosunun oldukça popüler olduğu ülkemden çok uzak bir yerde yaşıyorum. En çok neyi özledin diye sorsalar annem ve ağabeyimin kokusunu derim. Bir de sevdiğim adamın sesini.
Anneme kızdığım günleri düşünüyorum, gerginken ona kızdığım anları. Ne saçmaymış. Şuan onun kendi ellerinden yaptığı kuru fasulye olsa; ağabeyim gelse "N’aber lan Deno" dese ben de kızsam ona. 2 yıl öncesine dönmek isterdim. Hayatımın en güzel yılına. Ne çok ağlamışım sonrasında. Ağlamanın güçsüzlük olmadığını öğrendim.
Sevdiğim adamı düşlüyorum; sesi kulağımda. Adnan Yücel okuyor her zamanki gibi. "Rakı içen kadın güzeldir" diyor da ben dönüp sadece kahkaha atıyorum. "Ne kadar güzel gülüyorsun, sakın yılma hayata" demişti. Gittiği zaman bile gülüyordum. Çünkü gitmek de bazen sevdaya dahil.
Sahi en son ne zaman gülmüştüm? Hatırladım, annem ve ağabeyimleydi. Mezun oluyordum. Ulaş (ağabeyim) okulu uzatmadan bitirmeme şaşırmış olmasına rağmen dalga geçiyordu; çünkü lise hayatımda pek parlak bir öğrenci değildim. Annemise "Sen kendine bak!" diyordu. Nedense ortak gülüşmelerden ibaret bu anı bana birçok baksa insanı daha hatırlattı. O gülüşlerde, mezuniyette yanıma olamayan insanlar vardı. Şebnem, Elif, Ali Deniz, babam, amcam, yengem, dayım ve diğer yiğit kadınlar ve erkekler.
Annem. Garip bir kadındır. O ne zaman kızsa benim gülesim gelir. Hayatımda ilk defa bu son iki yıl boyunca onunla konuşmadım. İçimdeki fırtınayı ilk defa anlatmaktan kaçındım. Hep başka şeylere kızgınım diye düşünmesini sağladım. O "Benden uzaklaştın" dedikçe aslında ilk defa kendini ona bu kadar yakın hissediyordum. Bir keresinde ona anlatasım geldi; o zamanda annem anlamadı galiba. Artık bir önemi yok. Ama şunu biliyorum birgün neden Mersin'den nefret ettiğimi anlatacağım.
Ağabeyim. Galiba bu hayatta konuşmadan anlaşabildiğim tek insan. Onun gözbebeği büyüdüğü an anlaman gereken tek şey ağlamaklı olduğudur. Dışa yansıtmadığını düşünür ama bu nüansı bilince anlıyorsun işte. Sözün kısası aslında söylediği her şeyin tersini düşünür. "Git" dese bile aslında "kal" demektir o; gitmen için her şeyi yapar ama aslında kalmanı istemektedir. En çok ağabeyimin saçımı örmesini özledim ama bunu hiç ona söylemedim. Eminim ki o da özlemiştir.
Bugün kaç defa ağladım bilmiyorum. Aklıma köyüm, Mersin ve daha birçok şey geldi. Çok zormuş; hele de benim gibi bir ana kuzusu için. Ama anlatamıyorum ki anneme; o benimiçin sadece anneden ibaret değil. Sırdaşım, kardeşim, arkadaşım, yoldaşım; en çok kızdığım ve en çok kırdığımdır hayatta. Şimdi pencereden ormana bakıyorum ve hayalimde "Pencereden kar geliyor anne" çalıyor. İlerde doğacak kızım için, annem için ağabeyim için ve Şebo için dayanmam lazım galiba. Sizleri çok seviyorum, çok özlüyorum."