Doğan Özgüden
Siyasal göçün somut istemleri
Türkiye'de 26 yıllık tek parti yönetiminden sonra çok partili düzene geçileli tam 77 yıl oldu... Bu sürenin ilk 19 yılı sol partilerin yasaklanarak seçime katılmalarının fiilen engellenmesiyle geçti... 1946 ve 1950'de yapılan ilk iki seçimi zaten henüz yaşım tutmadığı için gözlemci olarak izlemiştim. 14 Mayıs 1950 seçimi, sınıfsal olarak aralarında büyük bir fark bulunmayan, her ikisi de ABD emperyalizmine en iyi hizmeti verme yarışındaki iki partinin, CHP ve DP'nin hesaplaşması şeklinde geçmiş olsa da, 30 yıllık bir iktidarın yıkılmış olması nedeniyle bir dönüm noktasıydı.
Yeni seçilen Meclis'in açılacağı gün okul arkadaşlarımla birlikte lisede dersleri asarak tarihi TBMM binası önüne koşmuş, özellikle Orta, Doğu ve Kuzey Anadolu'dan gelen ve “Yaşasın halkın gerçek temsilcileri”diye alkışlanarak karşılanan yeni milletvekillerinin yerel kıyafetleriyle o tarihsel kapıdan girişlerini izlemiştim.
CHP iktidarında tutuklanan Bizim Köy yazarı Mahmut Makal'ın yeni seçilen Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından Çankaya köşkünde ağırlanmasının, hemen ardından 12 yıldır zindanda çile çektirilen Nazım Hikmet'in 15 Temmuz'da yeni Meclis'in kabul ettiği "kısmi af"tan yararlandırılarak özgürlüğe kavuşmasının yarattığı iyimser hava uzun sürmeyecekti.
Üzerinden on gün geçmeden sırf NATO'ya kapağı atabilmek için yeni hükümetin Kore'ye 4500 kişilik tugay göndermeye karar vermesi, üzerinden bir yıl geçmeden de askere çağrılarak hayatı tehlikeye atılan Nazım Hikmet'in Türkiye'yi terk etmek zorunda bırakılması ve ünlü 1951 Komünist Tevkifatı'nın başlatılmasıyla "demokratikleşme" tamamen rafa kaldırılacaktı.
Seçmenlik hakkını kazandığım 1954'ten 1961'e kadar yapılan üç genel seçimde, sol partiler yasak olduğu için, oy kullanmadım, izleyici ve yorumlayıcı olmakla yetindim... 1965 ve 1969 seçimlerinde ise Türkiye İşçi Partisi'ne oy verdiğim gibi, yönetmeni bulunduğum Akşam gazetesi ile Ant Dergisi'nde o partinin sesinin duyurulmasına tüm olanaklarla destek verdim.
1971 darbesinden sonra mücadeleyi yurt dışında sürdürmek zorunda bırakıldığım, üstelik 1980 darbesinden sonra vatandaşlıktan da çıkartıldığım için, 1973'ten bugüne kadar yapılan 13 genel seçimin, iki referandumun ve iki cumhurbaşkanı seçiminin sadece izleyicisi ve yorumlayıcısıyım.
GÖÇMENLİK: 2014'TEN BERİ İHMAL EDİLMEZ BİR SEÇİM BÖLGESİ
2014 yılından beri yurt dışında yaşayan vatandaşların da oy hakkına sahip olduğu dört seçim yaşandı. İlki, 10 Ağustos 2014'te yapılan tek dereceli cumhurbaşkanı seçimiydi. Ardından 2015 yılında iki genel seçim, 2018 yılında da hem Millet Meclisi, hem de cumhurbaşkanlığı için genel oylama yapıldı.
2014'teki cumhurbaşkanı seçimi yurt dışında ancak sınırlı merkezlerde ve sadece önceden randevu almış olanların oy kullanabileceği şekilde yapıldığı için, topu topu 230.938 göçmen oy kullanabilmişti. Ancak gösterilen tepkiler üzerine bu randevu zorunluluğu kaldırıldığından, yurt dışında oy kullananların sayısı 2015 genel seçiminde 1.298.325'e, katılım oranı yüzde 44,78'e, 24 Haziran 2018 parlamento ve cumhurbaşkanı seçimlerinde ise oy kullananların sayısı 1.525.279'a, katılım oranı da yüzde 50,09'a yükselmiş bulunuyordu.
Son verilere göre yurt dışındaki seçmen sayısı 3 milyon 250 bini buluyor. Üstelik, 2018 yılındaki son seçimde 60 ülkede sandık kurulmuşken Yüksek Seçim Kurulu 14 Mayıs seçimi için bu ülkelere 15 ülkeyi daha eklediğinden seçmen sayısının daha da artacağında kuşku yok.
Geçtiğimiz Ağustos ayında CHP Yurt Dışı Örgütlenmeden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan yurt dışı oyların önemine şöyle dikkati çekmişti:
"Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın neredeyse İzmir kadar bir seçim çevresi var. Ama milletvekili sayısına geldiğinizde onlar kendi milletvekillerini seçemiyorlar. Oy veriyorlar, verdikleri oy Türkiye’de 81 vilayete dağılıyor. Konya’da oy kullandığınız zaman, oy pusulasında oradaki milletvekili adaylarının adı da yazıyor. Vatandaş bakıyor, ona göre oy veriyor. Yurt dışında böyle değil. Sadece partilere oy vereceksin. Bağımsız aday yok. O oylar 81 vilayete dağılacak. Niye? Yurt dışını ayrı bir seçim çevresi yapalım. 600 milletvekilinin 15’i yurt dışı seçim çevresinden olsun. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız o adayları görsün. Beğeniyorsa oy versin, beğenmiyorsa vermesin."
Bu öneriyi olumlu, ancak yetersiz bulmuş, Artı Gerçek'teki 16 Ağustos 2022 tarihli yazımda, yurt dışındaki seçmen sayısı genel seçmen sayısının yüzde 5'inden fazlasını oluşturduğuna göre, yurt dışından seçilecek milletvekili sayısının da aynı oran uygulanarak 30'a çıkartılması gerektiğini vurgulamıştım.
Ancak, hakkaniyetsiz tutum devam ettirilerek 14 Mayıs 2023 seçimlerinde de yurt dışındaki seçmenler yine hangi milletvekilleri için oy verdiğini bilmeksizin sadece siyasal partilerden herhangi birine oy vermek zorunda bırakılıyor.
Oy verme tarihine iki aydan az bir zaman kaldı... Bir önceki 2018 seçimlerinde yurt dışındaki seçmenlerin yüzde 51,73'ü AKP'ye, yüzde 17,75'i CHP'ye, yüzde 17,31'i HDP'ye oy vermiş, onları yüzde 8,01 ile MHP ve yüzde 9,96 ile İYİP izlemişti.
AKP'nin önlenemez düşüşü devam ettiğine göre, yurt dışındaki bu yüzde sıralamasının 14 Mayıs'ta önemli değişikliklere uğraması kaçınılmaz görünüyor.
Şurası unutulmasın ki, siyasal partilerin yurt dışındaki oy oranları, Türkiye'de seçime katıldıkları her ildeki oy oranlarının nihai belirlenmesi açısından büyük önem taşıyor.
Seçim sonuçları kesinleştikten sonra her bir partinin herhangi bir ilin sonuçlar listesindeki sırası, yurt dışındaki oy oranı dikkate alınarak yapılan yeni bir değerlendirmeyle yukarı çıkabildiği gibi aşağıya da inebiliyor. Bu nedenle, tüm muhalefet partileri için, yurt dışındaki seçmenlerden görecekleri destek büyük önem taşıyor.
Muhalefetteki Millet İttifakı, Emek ve Özgürlük İttifakı ve Sosyalist Güçbirliği İttifakı partilerinin yurt dışındaki seçim başarıları, göçmen yurttaşların sosyal ve ekonomik sorunlarının çözümü için getirecekleri öneriler kadar, Türk, Kürt, Ermeni, Asuri, Ezidi ve Grek siyasal sürgünlerinin yıllardır uğrunda mücadele verdikleri demokrasi ve barış istemlerine ne denli sahip çıkacaklarına bağlı...
AVRUPA SÜRGÜNLER MECLİSİ'NİN HAKLI TALEPLERİ
On yıldan beri siyasal sürgünlerin hak ve özgürlük mücadelesinin savunuculuğunu ve sözcülüğünü yapan Avrupa Sürgünler Meclisi'nin defalarca vurguladığı gibi, Türkiye'nin gerçekten demokratikleşmesinin olmazsa olmaz koşulları arasında şu istemler de yer alıyor:
Kovuşturmalara ve davalara son verilerek sürgünde yaşamak zorunda bırakılan aydın, yazar, akademisyen, politikacı, devrimci, sosyalist ve muhalif tüm kesimlere, özgürce Türkiye'ye dönebilecekleri güvenceler verilmeli, yapılan haksızlık ve hukuksuzluklardan dolayı kendilerinden özür dilenmelidir.
- 12 Eylül mahkemelerince verilen ve keyfilikleri sürekli sergilenen yargı kararları iptal edilmelidir
- Günümüze kadar uygulanan 12 Eylül hukuku ortadan kaldırılmalıdır.
- KHK’lılara yönelik soruşturmalar durdurulmalıdır.
- Sürgünler üzerinde baskı kurmayı amaçlayan İnterpol aracılığıyla yakalama uygulaması sona erdirilmelidir.
Avrupa Sürgünler Meclisi'nin 12 Eylül darbesinin 42. yıldönümü dolayısıyla 17 Eylül 2022'de Köln’de düzenlemiş olduğu bir sempozyumda yaklaşan seçimler nedeniyle ben de şunlara dikkati çekmiştim:
"20 yıldır iktidarda olan AKP, yurt dışındaki muhaliflere karşı her türlü baskı ve tehdidi kullanmakta cuntacılardan hiç de geri kalmıyor.
"7 Nisan 2021’de Resmi Gazete'de yayımlanan bir kararla 377 kişi ve kuruluşun Türkiye'deki mal varlıkları donduruldu. Her ağzını açtığında cuntalara ve darbelere karşı olmaktan dem vuran AKP-MHP iktidarı, bu kararla da cuntacılığın ve darbeciliğin, sürgün düşmanlığının kendi fıtratında olduğunu bir kez daha net şekilde ortaya koydu... Örneğin 90'lı yıllarda TBMM'de Kürt milletvekili olan ve halen Brüksel'deki Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) yöneticileri arasında bulunan Remzi Kartal ve Zübeyir Aydar...
"Yarım yüzyıllık mücadele arkadaşım, halen İsveç’te sürgün bulunan Ragıp Zarakolu’nun da bu uygulamada sadece Türkiye’deki malvarlığına değil, emekli maaşına dahi elkonulmuş bulunuyor.
"Dahası, Ukrayna Krizi’nden yararlanan Recep Tayyip Erdoğan, şantaj politikasında cüretkar bir adım daha atarak, Finlandiya ile İsveç’in NATO’ya üye olarak katılmasını, bu ülkelerde bulunan muhaliflerin Türkiye’ye iade edilmesi koşuluna bağladı. İadesi istenenler listesinde dostumuz Ragıp Zarakolu da yer alıyor.
"Vatandaşlıktan atılma, bulunduğu yabancı ülkede dahi sürekli baskı ve tehdit altında bulunma, dünyanın tüm ülkelerine yerleşmiş 3 milyondan fazla Türkiyeli göçmenin, özellikle de devlet terörü nedeniyle ülkelerinden ayrı düşürülmüş siyasal sürgünlerin sorunudur.
"Bu, Osmanlı’dan beri işlenen çeşitli soykırımlar ve tehcirler nedeniyle dünyanın çeşitli ülkelerini yeni yurt edinmiş Ermeni, Asuri, Kürt, Ezidi, Grek diyasporalarının sorunudur.
"Bu, Birinci emperyalist paylaşım savaşı sonunda dört farklı ülkede yaşamaya mecbur edilmiş Kürt ulusunun, kuzeyde Bakur, doğuda Rojhilat, güneyde Başûr; batıda Rojava Kürtlerinin sorunudur.
"Bu, en son Azeri ve Türk ordularının, İslamcı terörist beslemelerin de katılımıyla, Dağlık Karabağ’ı işgal etmesi olayında görüldüğü gibi Ermeni ulusunun sorunudur.
"Bu, son seçimde bin bir hile ve baskıyla iradesi gasp edilerek daha yıllarca Türk ordusunun işgali altında yaşamaya mecbur tutulan Kuzey Kıbrıs halkının sorunudur."
Evet, genel seçimler öne alınmış, tüm partiler Türkiye'de olduğu gibi yurt dışında da şimdiden yoğun bir seçim kampanyası yürütmeye başlamışlardır.
Muhalefeti oluşturan tüm partilere ve onların oluşturduğu ittifaklara düşen önemli görevlerden biri de, Avrupa Sürgünler Meclisi başta olmak üzere, demokratik göçmen örgütlerini, Kürt, Asuri, Ermeni, Ezidi ve Grek diyasporalarını temsil eden kuruluşların istemlerini dikkate almak, onların iradesini de sandığa yansıtmaktır.
Seçimden sonra bu istemlerin yerine getirilmesinde en büyük sorumluluk ise özellikle cumhurbaşkanı adaylığı için Millet İttifakı'nın onayını aldığı gibi, Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güçbirliği'nin desteğini almak için partiler arasında mekik dokuyan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na, aynı zamanda kendilerini cumhurbaşkanı yardımcısı adayı ilan etmiş olan İYİP, DEVA, GP, SP ve DP liderleriyle İstanbul ve Ankara belediye başkanlarına aittir.
Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Türkiye Dosyası, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve beş ciltlik Sürgün Yazıları adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek'e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)