Sosyalist Parti komada ama kaymaklı şekerpareli sol...

Fransa'da genel seçimlerde Macron'un başarısının yanısıra en çok konuşulan konu kadim iktidar partisi Sosyalistlerin tarihi hezimeti. Parti dağılmış durumda.

5 yıldır iktidarda olan Sosyalist Parti (PS), genel seçimlerin ikinci turu sonucunda 577 sandalyeli Meclis'deki 289 milletvekilinden 247'sini kaybetti! Ağır toplar, eski Başbakanlar, eski Bakanlar bazen 1. turda, bazen de 2. turda sandığa gömüldü. Parti Genel Sekreteri istifa etti. İçerisi kaynıyor. Fransız basınında PS'in bu vahim yenilgisi, Napolyon'un 1812 ve 1815'deki iki büyük askeri hezimeti olan Bérézina ve Waterloo'ya benzetiliyor. PS, aldığı oy ve çıkardığı milletvekili sayısına göre devletin verdiği mali destekten de mahrum kaldı. Zarar şu anda kaba hesapla 17 milyon Euro.

Bu devasa başarısızlığın kuşkusuz çeşitli nedenleri var.

Önce yapısal sebepler:

1971 yapılan Epinay kongresi sayesinde çeşitli sol, sosyalist, sosyal-demokrat akım ve grupları bir araya getirmeyi başaran Parti'nin yeni üyelerinden François Mitterrand, Genel Sekreter seçildi. 10 yıl sonra yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de kazanarak iktidara geldi. Ne var ki PS, tarihinin bu aşamasından beri hiçbir zaman sağlam, kalıcı, güçlü ve monolitik bir ideolojiye sahip olamadı. Parti içinde Marksist, Marksizan, hafif ya da koyu solcu, sosyal-demokrat hatta liberal kanat, kesim, grup ve fraksiyonlar, gizli-açık bir şekilde varlıklarını her zaman sürdürdü. 81'den sonra, 14 yıl boyunca Mitterrand, Cumhurbaşkanlığı döneminde ya PS hükümetleri ya da sağcı hükümetlerle çalıştı. Hükümette iken ya da eski Genel Sekreterleri Cumhurbaşkanı iken, PS durumu idare etti. Üstelik Mitterrand'in siyasi geçmişi de pek parlak değil. Nazi işbirlikçileriyle ilişkileri çok sonra ortaya çıktı. Cezayir savaşı sırasında Cezayirli direnişçilere ve onları destekleyen Fransız aydınlarına karşı tutumu CV'sinde altın harflerle yazmaz. Normal, çünkü o dönem kendisi İç İşleri Bakanı idi...

PS iktidarda kaldığı süre içinde sağcılaştı, liberalleşti. Öyle ki Fransa'da en çok özelleştirme PS hükümetleri döneminde gerçekleşti. Parti iktidarı kaybetmeye meyledince de içerideki çelişkiler yoğunlaştı, çatlaklar fay hattına dönüştü.

Konjonktürel nedenlere gelince:

Hollande'ın 5 yıllık Cumhurbaşkanlığı dönemi o kadar başarısız geçti ki, Hollande ikinci kez Cumhurbaşkanlığına adaylığını bile koyamadı. Ki bu, 5. Cumhuriyet tarihinde bir ilkti. Fransız kamuoyu nezdinde, Hollande pek öyle önemli, kalıcı, başarılı bir iz bırakacak iş yapamadı. Belki, eşcinsel evliliği yasal hale getirdiği ''Herkes İçin Evlilik'' kampanyası önemli bir kazanım ama onun dışında dişe dokunur bir uygulama yok. Hollande, daha çok çapkınlıklarıyla anılacak galiba. Gece yarısı, başında kask, motosikletle Elysée Sarayından kaçıp sevgililerine gittiği medyada yer almıştı. Yani bir de yakalanmıştı. Gerçi o konuda son derece rahat: ''Benim özel hayatım kimseyi ilgilendirmez'' dedi, herhalde haklıydı. Çünkü kamu görevlerini ihmal edip çapkınlık yaptığı yoktu. Neyse, ayrı bir siyasi magazin konusu bu mevzu. Arada hatırlatalım: Hollande aslında PS'in Cumhurbaşkanlığı için en uygun ve güçlü adayı değildi. Parti,  IMF'nin eski Başkanı Dominique Strauss-Kahn'ı (DSK) Elysée Sarayına hazırlıyordu. Ne var ki, hem münzevi maço hem de iflah olmaz bir sapık olarak bilinen DSK,  New York'ta bir otelde temizlikçi kadına yönelik tecavüz girişiminin faş olması sonucunda yarıştan çekilmek zorunda kaldı ve Hollande'ın yolu açıldı.

Hollande, Fransa'nın kanayan işsizlik, eğitim, radikalleşme, Ortadoğu kaynaklı terörizm gibi sorunlarına ciddi çareler üretemedi. Çok sık Başbakan değiştirdi, çok sık Bakan değiştirdi ama bir türlü başarı sağlayamadı. Üstelik, adı Sosyalist de olsa, bal gibi neo-liberal politikalar uyguladı. Mesela son dönemde eski ''protégé''si Macron'u açık açık destekledi.

PS, küme düştü, gelecek sezon 2. ligde üstelik -50 puanla maçlara başlayacak bir takım görünümünde. Parti'nin yeniden canlanıp, ayağa kalkıp iktidara oynayacak gücü kalmadı. Bir-iki girişim var, ama onlar da hayalperest, uygulanması neredeyse imkansız projeler. PS, artık siyasi mezarlığın kayıt defterinde. Buradan yeni bir siyasi hareket doğar mı? Mélenchon'un ''Boyun Eğmeyen Fransa''sı ile ya da kendisi de mezarlık yolunda ilerleyen Komünist Parti ile yeniden güç birliği yapar mı? Bütün bunlar kallavi soru işaretleri...

Aslında sol, ideolojik alanda olmasa da, siyasi düzlemde, Berlin Duvarı yıkıldığında yani neo-liberal sistemin güçlenip yaygınlaşmasından ve tek kutuplu dünyanın oluşmaya başlamasından bu yana krizde. İlk başlarda Sosyal Forumlar bir çare aradı. Genelde olumlu idi ama tayin edici sonuçlar alamadı.  Sonra, daha yakın zamanda, Arap Baharı, İndignados (Öfkeliler), Podemos (Yapabiliriz), Occupy Wall Street (Wall Street'i İşgal Et), Gezi, Nuit Debout (Gece Ayakta) gibi özellikle gençlerin başını çektiği isyancı kitlesel sosyal ve kültürel hareketler sola güç verdi.

Teselli için söylemiyorum ama Fransa'da klasik solun, Fransızca deyimiyle ''Burjuva Solun'' yenilgisine rağmen, Avrupa'da üç ülkede (İngiltere, İspanya, Belçika) ''Kaymaklı Şekerpareli Sol'' adına olumlu gelişmeler cereyan ediyor.

Jeremy Corbyn, İngiltere İşçi Partisi içinde Tony Blair liberalizminin kılıç artıklarının engellemelerine rağmen, sıkı solcu hatta radikal bir program ile son genel seçimlerde büyük bir başarı elde etti. Avam Kamarasında 30 yeni sandalye kazandı ve Muhafazakar Parti'nin tek başına hükümet kurmasını engelledi. Geçen gün BBC'de gördüm. Binlerce insan, 10, Downing Street'in önünde toplanmış, hanımefendi Başbakanlık ofisinde çalışırken,  dakikalarca ''Jeremyyyy Cooorbyn...'' diye şarkı söylüyordu. Oh yes in deed... British flair... (A evet efenim, gerçekten İngiliz zerafeti!). Darısı...

İkinci örnek İspanya'dan. Orada da ekonomik krize, geleneksel sağ ve sol partilerin sorunlara çözüm bulmaktan uzak eski, hantal, bürokratik en önemlisi neo-liberal politikalarına karşı İndignatos (Öfkeliler) hareketi ile başlayan dalga daha sonra Podemos bünyesinde siyasi partiye dönüştü. Halen 400 bin üyesi var. 2014'deki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde %8, 2015'deki İspanya genel seçimlerinde %21 oy aldı. 350 sandalyeli Meclis'te 69 üyesi bulunuyor. Aralarında Madrid ve Barcelona'nın da bulunduğu 5 büyük şehirde Belediye Başkanlıklarını kazandı. Yükselen bir eğilim...

Son örnek, henüz kuluçka aşamasında, Belçika'dan.  Kendisini ''Ekososyalist'' ve ''Radikal Sol'' olarak tanıtan ''Demain''(Yarın) hareketi aslında son 20 yılın sol birikimini özümlemiş.  2018 yerel seçimlerine hazırlanıyor.  Tabandan örgütlenme şart. İlk aşama Yurttaş Meclisleri. Her konu önce orada gündeme geliyor, tartışılıyor.  Parti Başkanı yok, çünkü aslında Parti yok. Daha çok sosyal kültürel ve tabi ki siyasi bir hareket. İki eş-sözcü var. Sloganlarından biri ''Particratie''ye (Partinin Yönetimine) karşı mücadele.  Çünkü amaç ''Katılımcı Demokrasi''. Parti ilçe yöneticiliğinden eş sözcülüğe, Belediye Meclis üyeliğinden milletvekilliğine kadar seçimle işbaşına gelinen her makamda bir ''Demain''ci en fazla 2 dönem görevde kalabiliyor. Seçimle geldikleri tüm makamlardan her üye, görev süresi bitmeden, tabanın çoğunluğunun talebi üzerine işten el çektiriliyor. Üye olsun olmasın herkes İnternet'ten görüş ve önerilerini Yurttaş Meclislerine iletiyor.  

Siyasi programlarında 5 temel ilke var:

-          Çevreciyiz

-          Sosyal adaletten yanayız

-          Katılımcı demokrasiyi kuruyoruz

-          En önemli değer emektir

-          İçeride ve dışarıda Barış   

Mülteciler ve yurttaşlık konularında da son derece cazip öneriler geliştiriyorlar. Metinlerinde Podemos'dan etkilendiklerini açıkça belirtiyorlar.

Çağrışım yasak değil ya, ben bunları okurken, Rojava'da kurulmaya çalışılan sistemi ve Halkların Demokratik Partisinin programı ile demokratik özerklik projesini hatırladım.

''İdeolojiler bitti, sol öldü'' diyenlere kapak olsun mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi