Mehveş Evin
'Soyut tehlike' müebbetlik suçsa yarın kime vuracak?
İki gün önce, hukuk tarihinin en büyük cinayetlerinden biri işlendi. Altanlar ve Nazlı Ilıcak’ın dahil olduğu altı kişinin ağırlaştırılmış müebbet cezasını İstinaf Mahkemesi onadı.
Dava bundan sonra Yargıtay’a gidecek.
Yabancı basında karar, "Türkiye’de hukukun üstünlüğünün sonu" başlıklarıyla verildi.
Hem geç, hem eksik bir yorum... Türkiye’de hukukun üstünlüğü var idiyse eğer, OHAL döneminde tutuklanan gazeteci, aydın ve siyasilerin tutuklanma, yargılanma aşamalarında çiğnendi.
3. Havalimanında protesto eden işçilerin tutuklanmasından Diyarbakır’da bir haber paylaşımı nedeniyle yargılanan gazetecilere...
Selahattin Demirtaş’tan Osman Kavala’ya, Gültan Kışanak’tan Boğaziçili öğrencilere, Barış İçin Akademisyenler’den Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi avukatlarına...
Her gün, neredeyse her mahkemede, hukukun üstünlüğünün bu ülkede var olmadığı, olmayacağı resmen ilan ediliyor.
Ancak Altanlar ve Ilıcak hakkında onaylanan ceza, ağırlaştırılmış müebbet olduğu için "hukukun sonunun sonu" boyutuna atladı...
Nedenine gelince...
İktidar ve yancılarının, "darbe" veya "terör"le aynı kefeye koyduğu düşüncelerden intikam almak istemesini bir yana bırakalım.
Daha düşündürücü olan, düşünce ve ifade özgürlüğünü savunduğunu, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne inandığını iddia eden kimi "muhalif"lerin aldığı tavır.
BU CEZANIN ONAYI, İKTİDARIN ONAYIDIR
Çoğu susuyor, görmezden geliyor... Çünkü düşüncelerini beğenmedikleri, hatta nefret ettikleri bu kişilerin ağırlaştırılmış müebbete çarptırılması onlara göre sorun değil!
Bir kısmı da yüksek sesle aynı nakaratı sürdürüyor:
"Altan ve Ilıcak gibileri, cemaate destek oldu, AKP’nin iktidarını güçlendirdi. Öyleyse, hangi gerekçeyle olursa olsun, hapiste çürüsünler."
Bu düşünce zinciri, sadece nefretle beslendiği için değil, hukukun hu’sunu ve ifade özgürlüğünü hiçbir şekilde kavramamaktan dolayı, son derece tehlikeli.
Çünkü bu şekilde, iktidarın uygulamaları onaylanmış oluyor. Onayın ötesinde, iktidarın kendisi gibi düşünüp davranma aşamasına geçiliyor.
Şu soruyu sormuyorlar:
Bugün Ilıcak’a, Altan’a düşünceleri nedeniyle idamlık ceza verilebiliyorsa... Ben de bunu alkışlıyorsam, oh olsun diyorsam... Yarın benim de başıma düşüncelerim yüzünden aynı şey gelebilir mi?
Mi acaba?
Hatırlatalım:
Nazlı Ilıcak, bir zamanlar AKP’yle ballı börekli olduğu için değil... 2014 sonrasında eleştirmeye karar verip merkez sağın etkin bir kalemi olarak cemaat medyasında yazdığı için cezalandırılıyor.
HAYALİ SUÇ İŞLEMEK NE?
Ahmet Altan, Taraf’ın Ergenekon sürecinde attığı başlıklar nedeniyle değil... Taraf’ı bırakma tarihi 2012 sonu. Taraf’tayken başlayan ve giderek dozu yükselterek dönemin başbakanı Erdoğan’a çok ağır eleştirilerde bulunduğu için idamlık cezaya çarptırıldı.
Evet, ağırlaştırılmış müebbet, idamlık ceza demektir. Böylesi dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir.
Tabii ki bu nedenler, ağır cezalar vermeye yetmeyeceği için, Altanlar ve Ilıcak’ın 15 Temmuz öncesinde bir TV programında darbe hakkında konuşmuş olmaları gerekçe gösterildi.
Biliyorsunuz bu yargılama, darbe için "sübliminal mesaj vermek"le başladı, "manevi cebir" yani "psikolojik baskı" iddiasıyla devam etti, İstinaf Mahkemesi’nde "soyut tehlike yaratma" suçlamasıyla şahikaya ulaştı.
Yani yargı, darbe teşebbüsüne dair elinde hiçbir somut kanıt olmadığını itiraf ediyor. Ama hayali yollarla suç işlenebileceğini iddia ediyor!
Hmm, durun bakayım... Bu durumda mesela, ekonominin kötü gidişatına dair yorum yapmak, yönetimden herhangi bir şekilde şikayet etmek de pekala "soyut tehlike" sayılabilir!
Altanlar’a, Ilıcaklar’a, iktidara uzun bir dönem destek olanlara istediğiniz kadar kızın, eleştirin. Ancak unutmayın ki eğer yargıya intikal edecek bir suç işlendiyse, ancak Basın Kanununa göre yargılanabilirler.
Bana kalırsa bir gazetecinin alacağı en büyük ceza, güvenirliğinin zedelenmesi ve sözünü dinleyecek kimseyi bulamamasıdır.
Ama kimse ifade özgürlüğü davalarında müebbet, ağırlaştırılmış müebbet gibi cezaları savunmaya kalkmasın.
Bumerang herkese çarpar.