Doğan Özgüden
Sürgünlere adaletsizlikte en son skandal!
Geçen haftaki yazımda "Adalet Kurultayı"nın yanlışlıklarını ve eksiklerini eleştirirken sormuştum: "Ya sürgünler ve diyasporalar için adalet?"
Kastettiğim sadece TC Devleti’nin Türkiye çıkışlı sürgünlere ve diyasporalara uyguladığı yüz kızartıcı adaletsizlik ve baskılar değil, aynı zamanda TC Devleti’nin üye olduğu Avrupa Konseyi ve NATO, ortak olduğu Avrupa Birliği ve ona üye devletlerin benzeri yüz kızartıcı uygulamalarıydı.
Çok gerilere gitmeye de lüzum yok...
Örneğin evrensel ün sahibi yazar dostumuz Doğan Akhanlı Türkiye’nin gönderdiği kırmızı bülten gerekçe gösterilerek İspanya’da tatilde bulunduğu sırada gözaltına alındı. İlk tepkiler karşısında İspanya’yı terk etmemesi kaydıyla serbest bırakıldı. Ama yaşadığı ve ürettiği ülkeye dönemiyor.
Madrid'de düzenlediği bir basın toplantısında Akhanlı, son derece haklı olarak, "Faşizmin insanlık için ne anlama geldiğini geçmişten öğrenmiş olması gereken İspanyollar, beni, faşizme doğru kayan bir ülke olan Türkiye'ye göndermeyi nasıl düşünebilirler ki?" diye soruyor.
"Ya sürgünler için adalet?" diye soran yazımın yayınlanmasından beş gün sonra Belçika Kraliyet Savcılığı’nın ev adresime gönderdiği resmi bir tebligat, Türkiyeli sürgün bir gazeteci olarak tam 44 yıldır Avrupa Birliği’nin üç merkez ülkesinin, Belçika, Almanya ve Fransa’nın, TC Devleti’nin dürtüsüyle şahsıma karşı uyguladığı adaletsizliklerin yeni bir örneği…
20. Yüzyılın sonuna dek Belçika’da maruz kaldığımız tüm adaletsizlikleri Artıgerçek’in 8 Haziran 2017 tarihli sayfasında yayınlanan "Vatansızlaştıramadıklarımızdan mısınız?" ve 17 Ağustos 2017 tarihli sayfasında yayınlanan "Pençeleri her daim sürgünün de tepesindedir" başlıklı yazılarımda özetlemiştim.
Tayyip ve hempasının iktidar olduğu 21. Yüzyıl’da TC Devleti tarafından şahsıma karşı açılan yeni bir baskı ve tehdit kampanyası var ki, işte onun Belçika adaleti açısından yüz kızartıcı sonucunu üç gün önce alabildik.
Her şey Nisan 2007’de, Brüksel’in Saint-Josse Belediyesi’nde Güneş Atölyeleri’nin de öğrencileri olan bir Kürt ailesine Türk faşistleri tarafından yapılan bir saldırıyı İnfo-Türk’te açıkladığımız zaman başladı.
TC Büyükelçisi Fuat Tanlay 21 Nisan 2007 tarihli Hürriyet Gazetesi’nde bize saldırıyordu: "Belçika’nın milli haber ajansı, Türkiye Cumhuriyeti karşıtlığıyla tanınan ve yıllardır Belçika’da Türkiye karşıtı faaliyetlere öncülük eden İnfo-Türk adlı bir İnternet sitesinin haberini kaynak gösterip gazetelere geçti… Sivil örgütlerden ses yok. İşte her şey tüm açıklığıyla ortada. Bu sadece Büyükelçi olarak Fuat Tanlay’ın görevi değil. Terörle, teröristle, yalan haberler ve karalamalar ile birlikte mücadele etmemiz gerekir. "
Ertesi yıl, 10 Kasım 2008 günü Türkiye Büyükelçiliği’nde Milli Savunma Bakanı’nın da katıldığı bir Atatürk’ü Anma toplantısının ayrıntılı haberi gelmişti. Bakan konuşmasında açıkça Ermeni ve Rum tehcirini savunuyordu.
Büyükelçi Fuat Tanlay ise okullarda tüm çocuklara zorla ezberlettirilen Arif Nihat Asya’nın aşırı milliyetçi Bayrak şiirini okuyordu:
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
sana benim gözümle bakmayanın
mezarını kazacağım.
seni selamlamadan uçan kuşun
yuvasını bozacağım.
İnfo-Türk’ün Fransızca bülteninde bu haber yayınlanınca Türk sitelerinden Gündem 12 Kasım’da "Atatürk’ü anma törenlerinden rahatsız olanlar var" diyerek saldırıyı başlattı: "Birileri bu törende yapılan tüm konuşmaları adeta mercek altına almış ve yorumlamış. Görüyorsunuz ki, Türk ve Türkiye düşmanları uyumuyor. Bu düşünceyi ortaya koyanların vatan ve millet sevgisinden ne kadar uzak olduğunu anlamak hiç de zor değil… İşte bunlardan birini okurlarımızın bilgisine sunuyoruz."
Aynı yıl, 13 Kasım 2008’de Avrupa Parlamentosu’nda 1938 Dersim Soykırımı’nın 70. yıldönümü dolayısıyla uluslararası bir konferans düzenlenmişti. İnci’yle ben de hazırlık çalışmalarına katkıda bulunarak günlerce konferansın duyurusunu yaptık. Ayrıca, 1971 Kollektifi’ni oluşturan Asuri, Ermeni, Kürt ve Türk dernekleri olarak Dersim soykırımının tanınmasını isteyen bir bildiri yayınladık.
Bunun üzerine Brüksel’de elçiliğin papağanlarından biri olan Beltürk sitesi ile Türkiye’de yayınlanan Yeniçağ Gazetesi 22 Kasım 2008’de eşzamanlı olarak bana karşı linç kampanyasını açtılar.
İkisinde de Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC)’nin iki yıl önce bana "teşekkür mektubu" göndermiş olduğu anımsatıldıktan sonra 1922’de linç edilen gazeteci Ali Kemal hakkında bilgi veriliyor, TGC’nin bu gazeteciyi basın şehitleri listesine koymasıyla bana teşekkür belgesi vermesi arasında ilişki kurularak şöyle deniyordu:
"Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkan ve milli mücadele yıllarında Atatürk’ün idam edilmesini isteyen gazeteci Ali Kemal’i internet sitesinde ‘basın şehidi’ olarak gösteren Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, şimdi de Türk ordusuna yönelik saldırıları ve bölücü faaliyetleri nedeniyle hakkında 50’ye yakın dava açılan Doğan Özgüden’e ‘teşekkür belgesi’ verdi. Özgüden, sözde Ermeni soykırımının önde gelen savunucuları arasında yer alıyor… Belçika’da Türk düşmanlığı üzerine çalışmalarıyla tanınan Özgüden, bugüne kadar sayısız ‘soykırım’ konferansı düzenlenmesine ön ayak oldu. Özgüden, son olarak Avrupa Parlamentosu çatısı altında düzenlenen ‘Dersim Soykırımı’ adlı konferansa organizatör düzeyinde katkı vermişti."
Bu provokasyonlar üzerine, aynı yıl kurulmuş olan Avrupa Barış Meclisi (ABM) şu bildiriyi yayınladı:
"Son günlerde Avrupa Barış Meclisi (ABM) kurucusu ve sözcülerinden olan, gerçek aşkına bağlı gazetecilerin duayeni, Belçika Gazeteciler Cemiyeti, Belçika İnsan Hakları Derneği, Brüksel Kültürler Arası Etkinlikler Merkezi (CBAI) ile Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığıyla Mücadale Hareketi (MRAX) üyesi Doğan Özgüden’e karşı kirli ve tehlikeli bir linç kampanyası yürütülmektedir. Hedef Doğan Özgüden’i susturmaktır. Agos Gazetesi Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in nasıl katledildiğini unutmuş değiliz. Bu nedenle mücadele arkadaşımız ve ağabeyimiz Doğan Özgüden’e yönelik linç kampanyasından derin kaygı duyuyor, ilerici kamuoyunu duyarlı olmaya ve Özgüden’le dayanışmaya davet ediyoruz."
Bu çağrıyı, diğer demokratik kuruluşların dayanışma çağrıları, ilerici basında yayınlanan yazılar ve Ezilen Göçmenler Kollektifi’nin açtığı çok kapsamlı bir imza kampanyası izledi.
Kampanyaya Belçika kamuoyundan da katkılar oldu. Senatör Josy Dubié, konuyu 11 Aralık 2008 tarihinde Senato’ya getirerek İçişleri Bakanı’na benim korunmam için özel bir önlem alınıp alınmadığını sordu. Bakana vekaleten soruyu cevaplandıran Devlet Sekreteri Jean-Marc Délizée, Belçika Devleti’nin koruması altına alındığımı söyledi.
Aslında bizimle aynı mahallede bulunan Kürt ve Asuri lokallerinin 1998’de Bozkurtlar tarafından ateşe verilmesi üzerine Belçika makamlarından yönettiğimiz kurumların korumaya alınmasını istemiş, daha sonra da bizim hakkımızda kışkırtıcı ve hedef gösterici demeçler veren Büyükelçi hakkında Belçika Kraliyet Savcılığı’na defalarca şikayette bulunmuştuk.
Üzerinden dokuz yıl geçtiği halde Kraliyet Savcılığı’nın Tanlay ya da Türk medyası hakkında nasıl bir kovuşturma başlattığını bilmiyoruz.
Esasen Büyükelçi Tanlay bir süre sonra Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dış ilişkiler baş danışmanlığına yükseltildi.
Ortalık sakinleşmiş görünürken Türk lobisinin Tayyip muhaliflerine karşı linç kampanyası yedi yıl sonra yeniden hortlatıldı.
İlk olarak 16 Nisan 2015’te yenihaber.be haber sitesinde yayınlanan "Belçika ile Türkiye arasında tekrar ‘Ermeni Anıtı’ krizi yaşanıyor" başlıklı haberde Özgüden’in bir Hrant Dink anması için Brüksel’deki Ermeni Soykırımı Anıtı önünde konuşma yaptığı fotoğraf manşette kullanıldı.
Aynı fotoğraf yine aynı sitede 9 Mayıs’ta "Belçika’da siyasiler kendilerine yeni oyun alanı buldu" başlıklı haberde de tekrar kullanıldı. Haberin altındaki yorumlarda ise Perinçek’in militanlarımndan ve Belçika Atatürkçüler Derneği’nin kurucularından biri "Bu adamı tanıyın" başlıklı bir yorum yazarak Özgüden’i hedef gösterdi.
Türkiye'de gitgide daha otoriter olan rejime karşı dikkat çekmek için 17 Kasım 2016 perşembe günü binlerce kişi Brüksel'de bir araya gelmişti. Göstericiler Kürt, Türk, Ermeni, Asuri, Alevi ve başka birçok gruptan oluşuyordu.
Aynı perşembe akşamı Türk bayrakları sallayan yirmi araba dolusu kişi Saint Josse Ten Noode'daki Brüksel Kürt Enstitüsü lokalinin önüne geldiler. Camları kırıp binayı ateşe vermeye çalıştılar. Yangın çıkartmak için attıkları Molotov kokleylleri sokağın içine düştü. Fanatik Türk saldırganlar "Kürtlere ölüm!" gibi sloganlar haykırdılar.
Yeni Haber 29 Kasım 2016’da "Belçika’da her vesile ile terör örgütleri ve ayrılıkçıların yanında yer alanlar, Brüksel Saint-Josse Belediyesi sınırları içinde faaliyet gösteriyorlar!" ifadeleriyle Saint-Josse'daki faşist saldırıyı savunduğu gibi, "Türkiye karşıtı derneklerin başında ağa babaları İnfo-Türk kurucusu, eski solcu tüfeklerden Doğan Özgüden geliyor..." diyerek bizi tekrar hedef gösteriyordu.
2008’deki saldırı ve hedef göstermelere karşı yaptığımız şikayetlere dokuz yıl boyunca Belçika adaletinden hiçbir yanıt gelmemiş olmasına rağmen, son bir deneme olarak, 8 Aralık 2016 tarihinde Brüksel Anakent Polisi aracılığıyla Belçika Kraliyet Savcılığı’na yeniden şikayette bulunduk. 2008 yılındaki saldırı ve tehditler üzerine yaptığımız ve sonuç alamadığımız şikayetleri de hatırlatarak şahsımız için olmasa bile yönetiminde bulunduğumuz kurumlar için de koruma talep ettik.
Bundan birkaç ay önceydi, tarihini tam anımsamıyorum. Oturduğumuz apartımanın kapısı çalındı ve adli polisten bir ajan şikayetimizle ilgili ek bilgi almak için görüşmek istediğini bildirdi.
"Nihayet" diyerek kapıyı açtık, ne ki gelen ajan adli poliste görevli bir Türk’tü…
Yaşadıklarımızı bu kez kendisine Türkçe olarak özetledik ve şikayetimizde ısrarlı olduğumuzu bildirdik. Görüşlerimizi Kraliyet Savcılığı’na aynen ileteceği sözü verdi.
Ve de dün postayla gelen bir zarftan Belçika Kraliyet Savcılığı’nın 23 Ağustos 2017 tarihli bir cümlelik yanıtı çıktı. Gerek 2008’de bizi Belçika Hükümeti’nin koruma altına almak zorunda kaldığı tehditler, gerekse 2016’daki şikayetlerimizle ilgili olarak Kraliyet Savcısı aynen şöyle diyordu:
"Bu mektupla bilginize sunmak isterim ki yürütülen soruşturmada şüpheli kişi aleyhinde yeterince delil sağlanamamıştır. Bu nedenle dosya takipsizlik kararı verilerek kapatılmıştır."
Kraliyet Savcısı’nın yanıtındaki gayriciddilik üzerine bir örnek: Yanıtta bir tek "şüpheli"den bahsediliyor, oysa kendisine sunduğumuz şikayet dilekçelerinde TC Büyükelçisi de dahil olmak üzere üç kişi itham edilmekteydi?
TC Büyükelçisi’nin kışkırtıcı demeçleri, Türkçe medyanın hakkımızdaki tehdit ve linç çağrıları, bir Türk derneği yöneticisinin beni şahsen hedef göstermesi, Belçika Hükümeti’nin bu tehditler karşısında dokuz yıl önce beni korumaya almak zorunda kalmış olması, demokratik kitle örgütlerinin, basın kuruluşlarının arka arkaya protesto ve benimle dayanışma kampanyaları açması yok sayılmıştı.
Belli ki bir Türk kökenli bir ajanın verdiği raporla yetinilerek 40 yılı aşkın süredir Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesi veren bir gazetecinin haklı şikayeti hasıraltı edilmiş, TC Devleti’nin diplomatik ve medyatik temsilcileri bir kalemde aklanmıştı.
İleri yaşlarda ciddi sağlık sorunlarıyla boğuşmakta olan İnci için de, benim için de, bizimle birlikte özveriyle mücadele yürüten çalışma arkadaşlarımız ve yakın dostlarımız için de bundan daha ağır bir darbe olamazdı.
Bundan böyle ne yapacağımızı önümüzdeki günlerde değerlendireceğiz. Bittabi bu takipsizlik kararından sonra tehdit ve linç erbabının daha da cüretleneceğini, sadece bize değil, Belçika’daki muhalefet ve diyaspora örgütlerine ve şahsiyetlerine karşı daha kim bilir ne adice komplolar hazırlayacağını asla göz önünden uzak tutmadan...
Son söz olarak yazımın başına dönüyor ve aynı soruyu tekrarlıyorum:
Ya sürgünler ve diyasporalar için adalet?