Fehim Işık
Suriye’de diyalog, Erdoğan’dan ‘4’lü zirve’ girişimi
AKP iktidarı Ortadoğu’daki ‘kazanımlarının’ neredeyse tamamını ABD, Rusya ve Batılı devletler arasındaki çelişkilerden yararlanarak elde etti. Şimdilerde ise Kürtlerin Esat rejimi ile yaşama geçirmeye çalıştığı çıkışın önünü bir kez daha bu çelişkilerden, özellikle de mülteci krizinden yararlanarak kesmeye çabalıyor.
Bazı hatırlatmalar yaparak konunun bu günlere nasıl geldiğine bakalım.
ABD daha önce olmadığı Suriye’ye 2011 krizinden sonra girebilmiş, Ortadoğu’da kendine yeni bir mevzi oluşturmuştu. ABD’nin bölgedeki varlığının güçlenmesi Rusya’yı tedirgin edince bu kez Rusya’nın Suriye’ye girişine tanık olduk.
ABD’nin Suriye’ye ilk girişi öyle sanıldığı gibi Kürtler üzerinden olmadı. Tam aksine, ABD bölgedeki en önemli müttefiki Türkiye’yi de kullanarak Suriye’de öncelikle cihatçıları örgütledi ve onlar ilerledikçe ABD de, Suriye’de daha fazla yer tutmaya başladı. Belirtmekte yarar var. Başarısız olduğu için daha sonra lağvedilen ‘Eğit Donat Projesi’ ABD ile Türkiye’nin ortak girişimiydi ve bugün adına ÖSO denen, bünyesinde birçok cihatçı örgütü barındıran örgütlerin neredeyse tamamının alt yapısını ABD ve Türkiye bu proje ile birlikte oluşturdu. El Nusra, Ahrar-us Şam gibi örgütleri de bu ‘Eğit Donat’ ürünü yapılar besledi. Çünkü ABD ve Türkiye açısından o dönem Kürtler denklem dışıydı ve öncelikli hedef, Esat iktidarını devirmekti.
Türkiye ile ABD’nin karşı karşıya gelmesi, 2014’ten sonradır. AKP iktidarı, çözüm süreci adıyla yürüttüğü politikada Kürt tarafını kendi çıkarları paralelinde kullanamayacağını görünce Kürtleri saf dışı bırakmaya dönük adımlarını hızlandırdı. IŞİD’in bölgede Kürtlere saldırması bu dönemde başladı. 2013’ten sonra Suriye’ye yönelen IŞİD, 2014’ün Ağustos ayında Kobani’ye saldırdı. Bu saldırıya fırsat veren, destekleyen gücün Türkiye olduğu, bugün daha net görünüyor.
IŞİD’in Kobani’ye saldırması milat oldu. Cihatçıların neredeyse tamamını kontrolüne alan, onlara en büyük desteği veren Türkiye, Suriye’nin köy ve kasabalarını, Rakka gibi büyük kentlerini işgal edip çekirge sürüsü gibi her tarafta yayılmaya başlayan IŞİD’e de destek vermekten imtina etmedi. Batı, bu destekten tedirgin oldu. Kabul etmek gerekirse en çok da İsrail tedirgin oldu.
İsrail, Türkiye’nin desteklediği, bir kısmı ABD’nin güdümünde olan cihatçı örgütlerin de, IŞİD gibi bir örgütün de Suriye’de güçlenmesini hiç istemedi. Arap milliyetçisi olsa bile laik-Batıcı kimliğiyle öne çıkan Esat’tan ise sanıldığı gibi o kadar rahatsız değildi. Ancak İsrail’in Esat’la en büyük sorunu İran’dı. Suriye’de başından beri Esat’ı destekleyen İran, tüm paramiliter güçleri ile Esat’ın desteğine yetişmişti. İran’ın Suriye’de rejime destek verme adına yürüttüğü faaliyetler sonrasında İsrail’in hemen yanı başında yeni bir mevzi oluşturması, İsrail’i tedirgin ediyordu.
Kanımca İsrail önceliklerini belirlerken Türkiye destekli cihatçı örgütlerden ve IŞİD’ten kurtulmayı en başa koydu. İran’ın güçlenmesini ise kendi sınırlarını güvenceye alıp zaman zaman Esad rejimini zorlayacak, İran’ı zayıflatacak askeri hamlelerle önlemeye çalıştı. Bunda da başarılı oldu.
Tüm bunlar yaşanırken Kobani’de IŞİD’e karşı verilen emsalsiz direniş de dikkat çekmeye başlamıştı.
Her tarafı çekirge sürüsü gibi önüne katan IŞİD, ilk kez çetin bir duvara çarpmıştı. Kobani’de direnenlerin yenilmesi, ABD’yi de, İsrail’i de, giderek tüm bölgeyi de, bölge üzerinde emelleri olan ülkeleri de korkutuyordu. Kürtlerin Kobani’de yenilmesini bir tek Türkiye istiyordu. Tüm güçler bir araya gelip güçlerini IŞİD’in yenilmesi için birleştirince, Türkiye’nin yapabilecekleri de sınırlandı.
Kobani direnişinden sonra Suriye’de artık Esat değil, Kürtler Türkiye’nin hedefindeydi. Türkiye gözünü Kürtlerin kazanımlarına dikti. Bunun için ise ABD, Batı ve İsrail ile ilişkilerini kesmez iken Rusya ile aştığı uçak düşürme krizini de lehine değerlendirerek giderek Rusya’ya yanaşmaya başladı.
Rusya, yanına İran’ı da katarak dengeleri kendi lehine değiştirmeye başladı. Zıt kardeşlerin birliği diyebileceğimiz bu yeni yapılanma esasen ciddi bir çıkar birliğiydi. Rusya bu çıkar birliğini kullanarak elini ABD ve Batı’ya karşı güçlendirdi. Türkiye ise Rusya kozunu kullanarak hem Suriye’deki nüfuz alanlarını artırmaya, hem de ABD ve Batı’ya karşı elini güçlendirmeye başladı. Türkiye’nin ABD ve Batı’ya karşı elini güçlendiren önemli etkenlerden biri de Suriyeli göçmenlerin varlığıydı.
Suriye’de herkesin yeri belli olmaya başlayınca kağıtlar yeniden karılmaya başlandı. Bunun ilk adımını da İsrail attı. İran’ın Suriye’den uzaklaştırılması karşılığında Rusya ile uzlaşabileceğini çok net biçimde açıkladı. Bu durum Suriye’de Esat’ı destekleyen Rusya’nın da, İran yayılmacılığını Ortadoğu’da kendi bitişinin başlangıcı olarak gören ABD’yi de olumlu yönde etkiledi. Görünen o Rusya en azından Suriye’de İran’ın önünün kesilmesi noktasında ABD, Batı devletleri ve İsrail ile aynı noktada duruyor. İran’ın kendi sınırlarına hapsolması, mümkün ise mollalar rejiminin değişmesini ise şimdilik ABD ve İsrail istiyor. ABD ve İsrail’in isteği hala diğer ülkelerin olmazsa olmazı değil.
Kâğıtların yeniden karıldığı bu dönemde şaşırtan taraflardan biri yine Kürtler ve iç ittifakları oldu. Krizin başında 3. Yol politikası ile kendi hattını belirleyen Kürtler, güçlendikçe ittifak alanını genişletti. Bugün Rojava Kürdistanı ile Suriye’nin kuzeyinde Suriye’nin geleceğini belirleyecek yadsınamaz bir güç var ise bu Kürtlerin IŞİD’i tarumar eden özgücünün ortaya çıkardığı bir sonuçtur. İşte bu Kürtler, Esat’a dönük çağrılarına yanıt aldılar ve geçtiğimiz hafta Araplar ve Süryaniler ile diğer halkların ve inanç grubu temsilcilerinin içinde bulunduğu bir heyetle Şam’a gittiler.
Henüz ilk adım atıldı. Çok net sonuçlara ulaşmak, köşesi keskin şeyler söylemek mümkün değil ama görünen o ABD de, Batı da, Rusya da bu durumdan –belki de şimdilik– rahatsız değiller. Bir tek rahatsız olan Türkiye’yi yöneten AKP iktidarı ki o da gözünü Kürt düşmanlığı bürüdüğü için son gelişmeden rahatsız.
Kabul etmek gerekir ki çelişkilerden yararlanarak bu günlere gelen Türkiye, bir kez daha çelişkilerden yararlanmayı deneyecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde gazetecilere yaptığı açıklamaya bakılırsa, Türkiye kartların yeniden karıldığı bu döneme ilişkin ilk adımını attı bile. Erdoğan, Türkiye, Almanya, Rusya ve Fransa’nın katılımıyla 7 Eylül’de İstanbul’da Suriye’nin durumunu ele alacakları dörtlü bir zirve gerçekleştireceklerini söyledi.
İran denklemde yok. Rusya’nın yanına bu kez Fransa ve Almanya katılıyor. Fransa ve Almanya, elbet ABD ile düşman değiller. Ancak görünen o Trump’ın yaptıklarından ve söylediklerinden de hoşnut değiller. Trump’ın politikalarının zaten büyük bir mülteci krizi yaşayan bu iki ülkeyi ve diğer AB üyesi ülkeleri daha güçlü bir mülteci dalgası ile karşı karşıya bırakabilir. Açık ki bunun önünü almak için çareyi bir kez daha Türkiye’ye destek vermekte buldular.
Denklemde yer alan devletlerin Türkiye hariç hiçbirinin Kürtlerle de bir sorunu yok. Hatta Kürtleri Batı’ya en iyi müttefik olarak görenler var aralarında. Bir diğer yan da şu ki eğer Kürtler ve ittifakları Suriye hükümeti ile anlaşırsa bu mülteci krizini gidermelerinde Batılı devletlere yeni bir fırsat doğar ki böylesi bir uzlaşıya da karşı çıkmazlar.
Ancak Türkiye’nin bu zirveden hasrettiği Kürtlerin Suriye’de resmi bir statü elde etmesinin önüne geçmektir. Bu nedenle de Batı’ya karşı mülteci kozunu sonuna kadar kullanacak, eğer yapılırsa, 7 Eylül’deki zirvede de Fransa ve Almanya’nın önüne mülteci tehdidiyle gelecek.
Daha önce pek çok kez yazdık. Suriye’de sorun nihayetinde masaya gelecek. BM girişimiyle kurulan Cenevre masası bu işe derman olmayınca Rusya Astana toplantıları ve Soçi Konferansı ile rol kapmaya çalıştı. İran’ın devre dışı bırakılması çabaları Rusya’nın da, Türkiye’nin de hesabına geldi ki bu kez Trump rahatsızlığı yaşayan Fransa ve Almanya’nın katılımıyla yeni bir rota çizilmek isteniyor.
ABD bu yeni rotaya –herşeye rağmen– düşmanca bakmaz. Sonuçta Suriye’de kendince belirlediği bir alan var ve kendisi istemedikçe o alandan ABD’yi çıkaracak bir güç de yok. Rusya da sınırlarına razı. Ama görünen o sonuçta çözüm dayatacak ve –vadesi bilinmezse bile– tüm rotalar bir şekliyle yeniden Cenevre’de birleşecek.
Ancak bu kez bir fark var. Eğer Suriye hükümeti ve Kürtler, Türkiye’nin beceremediği diyalog ve müzakere sürecinde bir ilerleme sağlarlar ise Cenevre’de Suriye hükümeti ile şimdiye kadar dışlanan Kürtler ve demokratik Suriye muhalefeti, çözümün en güçlü tarafı olarak masada yer alabilecekler. Masanın diğer tarafında ise bölük pörçük birkaç cihatçı örgüt ile Türkiye güdümündeki bir avuç –liberal milliyetçi– rejim muhalifi olacak.
Uluslararası aktörler açısından hava hoş. Onlar yine masanın her tarafında olabilecekler.
Suriye çok acılar çekti. Yüzbinlerce insan yaşamını yitirdi. Milyonlarcası sakat, evsiz, aç ve susuz kaldı. Suriye nüfusunun neredeyse üçte biri ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
Tüm bunların en önemli nedeninin başından beri saydığımız aktörlerin kendi çıkarlarını her şeyin önünde tutması olduğu çok açık. Bir neden de daha krizin başında diyalog ve müzakereye yönelmek yerine şiddeti tercih eden Esat rejimidir. Şimdi yeni bir fırsat daha oluşuyor.
Bakalım, Esat rejimi 7 yıl önce yapması gerekeni bu gün yapabilecek mi? Yoksa Erdoğan’ın yaptığını yapıp Ortadoğu’nun en dinamik gücüyle uzlaşmak yerine onları kendi çıkarlarına alet etmek için mi kullanmaya kalkacak?
Bu ikincisinin sonu yok. Acıyı büyütür. Ancak ilki, yani diyalog ve müzakere ölümlerin önüne de geçer, demokratik nizamı ve akabinde daha büyük uzlaşıları da beraberinde getirir.