Suriye’de ‘yeni Sykes-Picot’ mu devrede?

Suriye’de bir mezhep haritası oluşturup bu harita üzerinden çözüm üretmek mümkün değil. Üstelik böylesi bir çözüm tüm aktörleri yeni ve içinden çıkılmaz bir noktaya da götürebilir.

Geçtiğimiz hafta Rusya, Türkiye ve İran’ın hazırladığı ve garantörlüğünü üstlendikleri "Suriye’de Çatışmasızlık Bölgeleri Mutabakatı" imzalandı. Mutabakat, metinde geçtiği gibi imzalanmasının akabindeki ilk gün resmen yürürlüğe girdi.

Mutabakat metninde belirtilen çatışmasızlık bölgeleri şunlar: İdlib ve civarındaki Lazkiye, Hama ve Halep vilayetlerinin belirli bölgeleri, Humus vilayetinin kuzeyindeki belirli bir bölge, Doğu Guta, Suriye'nin güneyindeki Dera ve Kuneytra vilayeti gibi belirli bölgeler...

Metnin imzalanmasıyla Erdoğan, Trump’la görüşeceği ziyaret öncesinde ön hazırlık yapmaları, esasen de Amerika’da bir sürprizle karşılaşmamak için olsa gerek Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı ABD’ye gönderdi. Ekibin ABD’ye götürdüğü dosyaların arasında "Suriye’de Çatışmasızlık Bölgeleri Mutabakatı" da var. Türkiye, bu mutabakatın kapsadığı alanların genişletilmesini ve Rojava’nın bazı bölgeleri ile Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) IŞİD’e karşı operasyonları sürdürdüğü bölgelerin, özellikle de IŞİD’den temizlenen bölgelerin "Çatışmasızlık Bölgeleri"ne alınmasını ve daha da ötesi buraların "Güvenli Bölgeye" dönüştürülmesini istiyor.

Türkiye, IŞİD’le bir çatışmasızlık sürecinin yaşanmayacağını, IŞİD bunu kabul ese bile kendisinin uluslararası camiaya kabul ettiremeyeceğini biliyor. Bu nedenle ABD’ye ısrarla, IŞİD’e karşı yürütülen operasyonu QSD ile birlikte yürütmekten vazgeçip kendisine devretmesini dayatıyor. Akar, Kalın ve Fidan, Erdoğan’ın ABD’ye dayattığı bu planı yaşama geçirebilmek için uğraştılar, uğraşıyorlar. ABD ne yapar, somut olarak Erdoğan-Trump görüşmesi sonrasında anlarız ancak sahadan gelen ön izlenimler ABD’nin bırakın operasyonu Türkiye’ye devretmek, bizzat operasyona dahil olup süreci kısaltma gibi bir niyeti var. Trump, eğer Senato ve ABD bürokrasisini aşarsa, Mayıs ayının sonundan itibaren DSG’ye daha büyük bir askeri güçle havadan yaptığı yardımların yanı sıra karadan da şimdiye kadar olandan daha fazla, daha ciddi destekler verebilir.

Tüm bunlar bir yana; Türkiye’yi son imzaladığı mutabakatla birlikte en çok zorlayacak bölgenin İdlib olacağını biliyoruz. Türkiye Halep’te destek verdiği grupların bazılarını ‘geri çekilmeye’ ikna edemedi ve bu gruplar nihayetinde Rusya’nın desteklediği rejim güçleri tarafından Halep’ten çıkarıldı. Türkiye, dünyaya ‘insani operasyon’ diye pazarladığı yaklaşımlarla bu grupların bazılarını Halep’ten çıkardı. Halep’ten çıkan radikal cihatçıların önemli bir kısmı da İdlib’e geçerek kısmen Ahrar us Şam’a, ağırlıkla da El Nusra’ya katıldı.

Bu durum, Halep’i mesken tutup nüfuz alanlarını genişletmeye çalışan radikal cihatçılar için –kabul etmek gerekir ki– büyük yenilgiydi.

Son "Suriye’de Çatışmasızlık Bölgeleri Mutabakatı"na bakınca aslında durumun en çok İdlib’e geldiğinde ‘farklılaşacağını’ anlamak için kahin olmak gerekmiyor. Mutabakat metninde adı geçen bölgelerın önemli bir kısmında IŞİD, El Nusra ve diğer El Kaide türevi gruplara karşı Rusya etkin operasyonlar yapmayı sürdürecek. Bu operasyonları sürdürmenin yanı sıra Suriye rejimine de etkin destek verecek. Bu belli ki "Mutabakat"ta da var. Ancak İdlib’e, Türkiye’nin istememesine rağmen Halep’ten çok sayıda cihatçı geçti ve bunlar, hala Türkiye’nin kendilerini sattığına inanıyorlar.

Türkiye bu ilişkiyi tamir etmek için bile olsa İdlib’de farklı bir role soyunabilir. Bu farklı rolün en belirgin noktası da El Nusra ve diğer El Kaide türevi örgütleri ılımlı muhalefetin içine katacak, İdlib’in ‘güvenliğini’ bunlarla birlikte sağlamada ortak hareket edebilecekleri yeni koşullar oluşturmaktır. Eğer kabul ettirebilirse de El Nusra’dan Fethi Şam Cephesi’ne dönüşen, oradan da Heyet-i Tahrir us Şam adını alan cephenin öncülüğüne soyunan ve halen adı geçen ‘Çatışmasızlık Bölgeleri’ndeki en güçlü gruplarının başında gelen El Nusra ve diğer El Kaide türevlerini, Rusya ve Batı’nın kabul edeceği sınırlar içine çekmektir. Bunun için öncelikle bu grupların adını değiştirmesini ve ‘yeni döneme’ uygun bir örgütlenme ve eylem tarzı geliştirmelerini istiyor. MİT, bu politikayı yaşama geçirmek için uzun zamandır devrede ve çabalarını hala sürdürüyor.

Rusya ve Batı bunu yer mi?

Kabul etmek gerekirse, yerler. Ancak bile bile yerler. Çünkü onlar, özellikle de Rusya, İdlib ve çevresini Halep’e benzer bir yöntemle almak yerine Türkiye’nin bu çabalarıyla daha az emek ve daha az kayıpla, hatta mümkünse hiç kayıp vermeden almak istiyor.

Müslüman Kardeşler, Mısır’da Mursi’nin Batı destekli bir darbeyle devrilmesinin ardından Suriye’de de ciddi anlamda zayıfladı. Türkiye, Müslüman Kardeşler’in intikamını 2012’de El Nusra’yı Suriye’ye taşıyarak aldı. IŞİD’i güçlendiren de Suriye’de El Nusra ve benzeri cihatçı grupların varlığı oldu. IŞİD güçlendiğinde, Türkiye onunla da ilişki geliştirmekten imtina etmedi.

Şimdi Türkiye tüm bu grupları, yeniden kendi nüfuz alanına almak ve elini güçlendirmek istiyor. Rusya ise Türkiye’nin bu grupları kontrol etmesini kendi lehine bir gelişme olarak değerlendiriyor.

Hal bu iken ABD’nin ne tutum takınacağını da hesaba katmak gerekir.

ABD, sadece İsrail’in güvenliği açısından da olsa radikal cihatçıların bölgedeki varlığının güçlenmesinden yana değil. Rusya, bu güçlerin Türkiye’nin kontrolüne geçmesinden sonra onları daha rahat kontrol edebileceğini ve Türkiye yerine kendisinin sahada daha etkin olabileceğini hesaplıyor. Derdi Doğu Akdeniz’i kontrol altında tutmak olan Rusya’nın sınırı bu anlamda Fırat’ın batısı oluyor. Eğer Fırat’ın doğusunu ABD’ye vermek konusunda uzlaşmışlarsa iki ana aktör olarak kendi sınırlarını da çizmeye başlarlar ki 101 yıl sonra yeni bir Sykes Picot’un hazırlıklarına başlamaları da tamamen bununla ilintilidir.

PYD haklı. Suriye’de bir mezhep haritası oluşturup bu harita üzerinden çözüm üretmek mümkün değil. Üstelik böylesi bir çözüm tüm aktörleri yeni ve içinden çıkılmaz bir noktaya da götürebilir. Ancak Türkiye, hala kendi yanlışlarını dayatıyor. Bölgede adına ÖSO dediği Sultan Murat, Sultan Fatih, Nurettin Zengi, Selahattin Eyyübi gibi El Kaide türevi örgütlerle Bab’a kadar inse de bu güçlerle İdlib’de bir adım gidemeyeceğini biliyor. Çünkü İdlib’de bu güçlerin karşısında IŞİD değil ağırlıkla El Nusra olacak ki adını andığımız gruplardan hiçbiri El Nusra’ya karşı içten savaşmaz.

Bu durumu iyi okuyan Türkiye, öncelikle Ahrar us Şam’ı ikna etti. Onları siyasal sürecin içine direkt olarak soktu. Şimdilerde ise Ahras us Şam’a yaptıklarını El Nusra’ya da yapmak istiyor. Bölgeyi kendi aralarında parselleyen ABD ve Rusya ise sessiz sedasız Türkiye’yi izlemekle yetiniyor. Bilmediklerinden değil. Şimdilik Türkiye’nin ne yapabileceğini izlemekle yetiniyorlar. Yarınki gün tutumları değişebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi