Murat Aksoy
Suriyeliler, Aleviler, Kürtler ve tüm ötekiler
Son dönemde ülkede yaşayan Suriyelilere yönelik bakış giderek farklı ve tehlikeli boyutlar almaya başladı. Aynı toplumsal kesimlerin yakın zamana kadar "misafirperverlik" olarak yere göğe sığdıramadıkları pozisyon, yerini "ırkçılığa" bırakma kıvamına geldi.
Gün geçmiyor ki, ülkenin farklı yerlerinde Suriyelilerin içinde olduğu asayiş olayı olmasın. Bu olaylar, ya Suriyelilerin kendi aralarında ya da Suriyelilerle bizim vatandaşlarımız arasında yaşanıyor.
Kabul edelim ki bunlar birer sonuç ve kamu/devlet tedbir almadıkça daha ağır sıkıntıları hep birlikte yaşayabiliriz.
UCUZ İŞ GÜCÜ OLDULAR
İster resmî ister gayri resmî rakamları veri kabul edelim, ülkelerinde savaştan kaçarak Türkiye’ye gelen 4-5 milyon Suriyeli var. Bunların büyük kısmı da büyükşehirlerde yaşıyor. Resmî kayıtları (ülkeye giriş kaydı) dışında devlet denetiminin dışında kendi hayatlarını kurmaya çalışıyor.
Devlet tarafından verilen kimliklerle bazı sosyal haklara ve önceliklere sahip olsalar da, onlar hep "içimizdeki yabancı ötekiler".
Bu, sadece toplum için değil devlet için de öyledir. Nitekim Türkiye, 2013 yılında iltica hukukuna ilişkin kabul edilen 6458 sayılı "yabancılar ve uluslararası koruma kanunu" ile oluşturulan "geçici koruma" adı altında farklı bir hukuki statü oluşturdu. Buna göre, "ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir" denilerek Suriyeliler bu statüye konuldu.
Bu yaklaşım, karşı karşıya kalınan sorunla yüzleşmeyi reddeden ve erteleyen bir bakış.
Sonuçta Suriyeliler bulundukları illerde, çok azına verilen çalışma iznine rağmen çoğunluğu ekonomiye ucuz işgücü olarak katkıda bulunuyor, bunun karşılığında zor koşullarda yaşamaya çalışıyor. Ve bu durum birçoğunun kendi tercihi değil, zorunluluğu.
BİR KISMI BURADA KALACAK
Bu bağlamda kabul etmemiz gereken bir başka gerçek ise Suriyelilerin önemli bir kısmının ülkelerinde savaş sona erse de, Türkiye’de yaşamaya devam edecekleridir.
Eğer onları zorla sınır dışı etmeyeceksek, bu durumu veri kabul ederek buna uygun politikalar geliştirmek durumundayız. Bunu başaramazsak, Suriyeliler orta ve uzun vadede ülkede yaşanacak pek çok kriminal olayın başaktörü olma riski taşımaktadır.
Bunun önlenebilmesi için yapılması gereken Suriyelilerin ülkemize "asimile" edilmesi değil, topluma "entegre" edilmeleridir.
İkisi arasında kabul edelim ki fark büyüktür. Cumhurbaşkanı (o dönem Başbakan) Erdoğan bu farkı; "Asimilasyon ile entegrasyonu birbirinden kesin çizgilerle ayırmak gerekir, asimilasyon bir insanlık suçudur" sözleriyle ortaya koydu. (2008 Almaya Ziyareti)
Entegrasyon Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünde "uyum" adı altında; "Toplumsal çevreye veya bir duruma uyma, uyum sağlama, intibak, entegrasyon" olarak tanımlanmış.
Asimilasyon ise aynı sözlükte; "farklı kökenden gelen azınlıkları veya etnik grupları, bunların kültür birikimlerini, kimliklerini baskın doku ve yapı içinde eriterek yok etme sürecinin sonu" olarak tarif ediliyor.
UYUM STRATEJİSİ ŞART
Bu gerçekler ışığında tercihimiz insani olandan yani entegrasyondan olmak zorundadır. Bunu sağlamak ise merkezi idarenin, yerel yönetimlerle koordineli çalışarak bir "uyum stratejisi" geliştirmesi ile mümkün olabilir.
Bu stratejinin ana hedefi Suriyelilerin yaşadıkları yerlerde ülkeye uyumunun sağlanarak entegre olmalarıdır.
Bunun en büyük aracı da kuşkusuz "dil"dir. Yani öncelik bu insanlara özellikle de gençlere ve çocuklara Türkçe öğretilmesi olmalıdır.
Dile verilecek öncelik ancak dilin kullanımı, dili kültürel olarak beslemek, ortak bir dili konuşanların ortak bir kültür üretmesi ve onun üzerinden bir iletişim dili üretilmesi ile anlamlı olacaktır.
Yani bir ülkeye aidiyet duymak sadece ortak dili konuşmak ve kullanmak değil ortak bir değerler sistemini sahiplenmektir. Sahiplenmenin araçlarından birisi iletişimse, diğeri de siyasettir. Orta vadede siyasal süreçlere katılım, toplumsal ortaklığı sadece üretmez aynı zamanda dönüştürür. Bu aşamaya daha çok var dediğiniz duyar gibiyim ama bunu da konuşmaya hazır olmalıyız.
Elbette bu stratejinin bir parçası da doğrudan Suriyeliler olmalıdır. Onları pasif katılımcı yapan değil aktif paydaş yapmayan strateji eksik olur. Bu durum, onlardan "tek taraflı uyum beklentisi" olur ki, hatalıdır.
GELİYORUZ TEMEL SORUNA
Evet, yazıyı Suriyeliler bağlamında ele almış olsak da, bu ülkede yeniden tanımlanmaya çalışılan yeni "makbul vatandaşlık" da esas olarak farklılıklara entegre eden değil onları tanımladığı makbul vatandaşlığa asimile etmeye çalışıyor. Bu açıdan ülkemizde farklılıkların kamusal alanda "farklı ve eşit" yaşamaları fiili ve hukuki olarak zordur.
Bu açıdan Türkiye’nin elbette ülkede yaşayan Suriyelileri, topluma entegre edebilmesi önemlidir. Ama öncelikli ve/ya eş zamanlı olarak Türkiye'de var olan farklı kültürel kimliklerin de topluma entegrasyonunu sağlamak durumundadır.
Mesela Aleviler. Bugün 2 Temmuz. Bundan tam 27 yıl önce Madımak Oteli’nde yaşanan katliamın kamu vicdanında çözülebilmiş değildir. Aleviler hâlâ kamusal alanda farklılıklarıyla eşit değillerdir.
Mesela Kürtler. Bu ülkede yaşayan milyonlarca Kürt ne yazık ki, hâlâ farklılıklarıyla eşit kabul edilmemektedir. O yüzden Kürt sorunu varlığını derinleştirerek sürdürmektedir.
Devletin uzun yıllardır asimile ederek yok saydığı "kimlikler" varlığını korudu ve koruyacak. Bunun için farklılıkları asimile etmeyi değil enterge etmeyi denemeliyiz.
Özetle sorunumuz sadece "içimizdeki yabacı ötekiler" değil bizatihi devletin ötekisi olan "içimizdeki ötekiler"dir de. Ve içimizdeki ötekilerin de topluma tam entegrasyonu önceliklidir. Sadece Suriyelilerin değil, bizim gibi kendini farklı gören ama kamusal alanda eşit olmak isteyenlerin de kendini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı hissetmelerini sağlamak ve bunu anayasal güvence altına almak siyasetin sorumluluğudur.
Bunun yolu da daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük ve adaletten geçiyor.