Özgün Enver Bulut

Özgün Enver Bulut

Suya dua niyetine

Burada bir gülistan var ve o gülistan kokmuyor şimdilerde.

Şiirlerini ve kendilerini sevdiğim, kitaplarını yazmak istediğim şair arkadaşlarım, dostlarım var. Uzun zamandır onlar hakkında yazmak istiyordum. Bu haftaki yazımı şiire ve şairlere ayırdım. Kalbime yakın bulduğum şair kadınların şiirlerini paylaşmak istedim. Ne bir şiir değerlendirmesi ne de şair övgüsü olacak. Tadımlık şiirler bırakmak istiyorum buraya. Buna 87 gündür kendisinden haber alınamayan Gülistan Doku neden oldu belki. Belki sevgili Meryem Coşkunca’ya yapılan saldırı, belki gazetemiz yazarı Nurcan Kaya’ya yapılan linç, belki Suna Aras’la içli bir sohbet, belki ardı arkası kesilmeyen kadın cinayetleri…

Çoğu arkadaşımdır, merhabam vardır. Şiirlerinin ve kendilerinin samimiyetlerine sığınarak, onların dizeleriyle Gülistan Doku’yu arayacağız. Ona sesimizi duyurmaya çalışacağız. Onun sesini duymaya çalışacağız. Unutmadığımızı, bu zor günlerde evin içinde de olsak kalbimizin orta yerinde yerinin olduğunu anımsatacağız. Şiir her zaman en iyi selamlama mektubudur. Isıtır dizeler, ortaklaştırır, kucaklar.

"Hangi an anlamını yitirdi gidişinle/ Dumanı yok eder köz olan aşklar/ Her anı kendini besler büyütür/ Boy verir ardında kalanlar ağlar." Canım Suna Aras’la başladım. Kendini besleyen, büyüten anıların közüyle konuşan o değildir. Bir kentin sessizliğini konuşturur sanki. Ya da kentin üzüntüsünü. Sessizlik ve üzüntü iç içedir orada. Yılların yaralarıyla içine kapanmıştır sadece. Sessizliği ondandır. 

Umay Umay o sessiz kentin gözyaşları olur. "Her yüz kilometrede bir köpek ölüsüne rastladım./Gündüz ve gece çabucak birbirine geçiyor./ Bir yerlerde yağmur yağıyor olmalı./ Araba hızlandıkça/ ağırlaşan bir renk bu kurşunilik./ Sevdiğim şarkılar çalıyor ve her an ağlayabilirmişim/ gibi geliyor bana. Orada keşke deniz olsaydı,/ diyorum." Orada denizden beter coşkun sular vardır. Kurşunidir rengi artık. Gülistan Doku işte o sularda aranmaktadır.

Betül Dünder. Umay’ın bıraktığı yerden konuşur. "Bir nehre giriyorum/ su akıyor ben akıyorum. Ben akıyorum su akıyor/ ikimiz de aynı şarkıya doğru gidiyoruz/ su akıyor ben akıyorum, ben akıyorum su akıyor/ taşlar bana söylüyor bittiğini şarkının/ ve hatırlatıyor acımı zamanın koyulaştığı an/ hangi vaktinde göğün bitti perimin şarkısı?" Suyun aktığı yerdedir o perinin şarkısı. Annenin ısrarında, kardeşin isyanındadır. Sessizlerin gölgesinin vuracağı bir avlu illa ki olacaktır orada.

"İnsanın da zaman gibi gevşeyip uzayabileceğini biliyorum artık/ sabaha kırılgan uyanan ben akşama doğru genişleyip akıyorum yerlere,/ bulunduğum yerde kandan ve kemikten küçük bir/ göl oluşuyor. kimse görmüyor. kokmuyor bu küçük göl, olduğu yerde/ derine sızıyor sade, toprağın nemli kalbine." Toprağın nemli kalbine su olurken Cevahir Bedel, kanlı toprakların hüzün dolu öyküleriyle konuşur. Herkese seslenir. Herkes görsün, herkes duysun ister. Burada bir gülistan var ve o gülistan kokmuyor şimdilerde.

Didem Gülçin Erdem söyler o gülistan olan yerde. "belki kıyıda bir yerdi her başlangıç gibi/ önünde durduğum bir evdi/ tuğlalı sıkıntı, dille geçmeyeninden/ öyle çok söyledim çıkalım buradan/ taşın soğuğuna gidelim/ en son kime gidelim dediysem/ tünellerin biraz önünde/ üşüyene kadar kalalım dedi/ ama salkımlı bir sözdü ettiğim/ kaç kere söylenecekse." Belki dediğimiz ne çok umut var pencerenin önünde. Aramaktan bıkmayacağımız bir yer gibi, bir gelecek gibi. Belki sıcaklığı hissettirmek, belki sesi çoğaltmak, belki şimdilerde o soğuk taşa sırtını vermek gerek. Taşın soğuğu geçicidir çünkü. Sıcaklığı da. İnsan üşüdüğü yerde ne kadar kalabilir ki? Gidelim öyleyse en uyumlu mevsime.

"en uyumlu mevsime atardı/ saçının bol kederli urganını/ henüz edinmiştim bu birbaşınalığı/ ben her yolculuğa akşamı ekledim/ sesimin unutkan dokusu bundan kırıldı/ büyük harflerle keserken yolumu italik zaman." Tam da konuşulması gereken yerden konuşur Serap Erdoğan. Gülistan’ın o uzun saçlarını bilmeden, onun saçına değen kederi bilmeden söyler. İşte şair kadınların böyle büyük bir duygudaşlığı var. Sezileri adeta ortak bir selam gibidir ve ayrımsız kucaklar.

"Çok kere vurdum masaya, beşincide devrildi masa/ işte, suyun ellerimde dirilişi/ hazır değildim gülmeye ama güldüm/Yazın bunu: suyun günüdür bugün!" En genciyle vurmak gerekiyordu masaya. Meryem Coşkunca vurdu o yumruğu. Suya dua olsun şiiri. Suyun günü olsun. Suyun dirilişi diye okuyalım. Gülistan’ın sesi diye ümit edelim.

Onlar için yazacaktım. Onların şiirleri, söyledikleri, Gülistan Doku için ışık gibi geldi önüme. Yararlandım. Onların sesleri ile aradık Gülistan’ı. Yaptığımız bir damla olmak sadece. Kenyalı, yeşil kuşak hareketi aktivisti Wangari Maathai’nin çok sık olarak anlattığı bir hikâye varmış. Ötücü bir kuşun ormanı yanarken, diğer hayvanlar yangını söndürmek yerine, onu izlemeyi seçmişler. O küçük kuş ise sürekli nehre gidip gagasına aldığı o minicik suyu yangının üzerine boşaltıyormuş. Bunu sürekli sürekli yaparken, diğer hayvanlar boşuna uğraşmamasını, o küçük damlaların, o dev yangına bir şey yapamayacağını söylemekle yetinmişler. Ötücü kuş onlara "sadece elimden geleni yapıyorum" demiş. Kadınların sesine inandım ve birbirlerine ulaştıracaklarını düşündüm. Tıpkı o küçük ötücü kuş gibi.

---

Çizim: Elif Yılmaz Boztaş

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özgün Enver Bulut Arşivi