Ergun Babahan
Tahir Elçi Parkı ve Demirtaş’ın mesajı
Van'ın Çatak Belediyesi'ne kayyım olarak atanan İlçe Kaymakamı Hacı Asım Akgül, insan hakları savunucusu avukat Tahir Elçi'nin adının verildiği parkın ismini değiştirmiş. Tahir Elçi sadece insan hakları savunucusu bir avukat değildi, aynı zamanda bir Kürt’tü. Kürtlüğünün ayırdında olan, bu kimliğine ve kültürüne sahip çıkan bir insandı.
Zaten coğrafyasının kültürel zenginliğine sahip çıkmak amacıyla Dört Ayaklı Minare önünde düzenlediği basın toplantısı sırasında katledilmişti.
Bir çoğumuz için Elçi’nin ölüm fermanı CNN’deki programda dile getirdiği ‘‘PKK terör örgütü değildir’’ sözlerinden sonra imzalanmıştı. Tıpkı Hrant Dink’in Ermenilere yönelik zehirli kan yazısında olduğu gibi…
Hrant gibi, Tahir Elçi’ye da dava açıldı. Çünkü bu coğrafya, devletle aynı fikirde olmayanların görüşlerini açıklaması bir yana, yaşama hakkı olmasına izin vermeyen bir coğrafya. Aykırı gördüğünü düşmanlaştıran, hedef haline getiren ve katlini meşrulaştıranların coğrafyası.
Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’ye eleştirel, hatta düşmanca bakanların neredeyse tamamına yakını maalesef Hrant Dink ve Tahir Elçi politikalarını destekliyor.
Çünkü iş farklı olana gelince, devletçi-müslüman ile seküler-Kemalist arasında bir fark kalmıyor. Çünkü, ikisi de Ermeni, Kürt, Batılı’yı kendi varlığına bir tehdit olarak görüyor.
Eğitim sistemiyle, medyasıyla herkesi düşman, bölücü olarak gören insanların yetiştirildiği tek tip insanlar coğrafyası. ‘‘Sürüden ayrılanı kurt kapar’’ denilerek herkesin sürünün bir koyunu haline getirildiği bir ülke.
Tepeden dayatılan ama tabanda da büyük destek gören ‘tekçi’ anlayışın tarihsel iki büyük ayağı var: Ermeni Soykırımı’nı ve Kürt kimliğini inkar.
Dr. Tarık Ziya Ekinci’nin T24.com.tr’deki yazısında vurguladığı gibi, Kürtler 100 yıldır bu coğrafyada varlıklarını ispata çalışıyor.
Kendisi de kurulu düzen tarafından inkar edilen bir toplum kesiminden gelen Cumhurbaşkanı Erdoğan başlangıçta Kürt sorununu anlar bir yaklaşım içinde göründü. Avrupa Birliği ile ilişkiler üzerinden iktidarını tahakküm ettiği dönemde Kürt meselesine sahip çıktı. Öyle ki, o dönem AKP’nin ağır toplarından olan Bülent Arınç, Kürtlere yönelik ağır muameleyi eleştirmek için ‘‘Ben de Kürt olsam, dağa çıkardım’’ der hale geldi.
Ancak, 17-25 Aralık sürecinden sonra Gülen Cemaati’ne savaş açan Erdoğan, Ergenokoncu unsurlarla ittifaka gidince, tekrar en başa döndük.
Bugün Kürt halkının oylarıyla seçilmiş siyasi temsilcileri tutuklu, görevden alınmış ve yerlerine kamu görevlileri kayyım atanmış durumda. Kamunun atadığı bir kaymakam da, Kürt halkının oylarıyla seçtiği bir belediye başkanının bir parka verdiği ismi değiştirme hakkını kendinde görüyor.
Burada Tahir Elçi’ye düşmanlık güdülmüyor sadece. Kürt kimliğine, inancına, değerine düşmanlık yapılıyor. Senin iraden, seçimin anlamsızdır deniliyor ve bu uygulama ne ana muhalefetten ne de toplumun geniş kesimlerinden tepki görüyor.
Sözcü’ye yönelik sindirme girişimine öfke duyanlar, Tahir Elçi Parkı’nın adının değiştirilmesi konusunda duyarsız. Sur’a, Yüksekova’ya, Şırnak’a duyarsız olduğu gibi.
HDP böyle bir atmosferde kongreye gidiyor. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın cezaevinden gönderdiği mesaj, toplumsal mesaj barış, birlik ve kardeşlik açısından çok önemli:
‘‘Buradan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir beka sorunuyla karşı karşıya olduğunu söyleyenlere seslenmek istiyorum. Evet, ben de bu tespite katılıyorum. Ancak bu tehdit ve tehlikeden kurtulmanın başka bir yolu var diyorum, başka bir seçenek, en gerçekçi, en ahlaki, tarihsel ve siyasi geçmişimize ve uygun, en doğru seçenek. İşte hazırlayacağımız bu plan Türkiye’nin ve tüm yurttaşlarımızın bir arada, güven içinde, eşit, adil, özgür bir geleceği yaratabilmesinin fırsatını bizlere sunacaktır. Şüphesiz hiçbir demokrasi ve barış mücadelesi planı kusursuz, eksiksiz değildir. Ancak bunun, Türkiye halklarının eşit birlikte yaşamını sağlayacak, ortak bir gelecek yaratmaya katkı sunacak gerçekçi bir mücadele planı olacağı, tartışmaya değer olacağı inancındayız."
Sorun, bu mesajın karşıda muhatabının olmaması. AKP’si, CHP’si, MHP’si, MHP’nin muhalifi birçok konuda ayrı düşse de, konu Kürt meselesine, Kürt kimliğine, siyasi temsiline gelince tek vücut oluveriyor.
Nüfusunun önemli bir kesiminin demokratik talebini görmezden gelen, bu talebi baskıyla ortadan kaldırmaya çalışan bir toplumsal yapının hukuk devleti olması bir yana, demokrasi olması bile mümkün değildir. Türkiye’nin yolu zorlu mu zorlu. Erdoğan’lı veya Erdoğan'sız. Gerçek bu.