Doğan Özgüden
Tan ve Özgür Ülke saldırılarından NATO'nun sürgün avına...
Kapattığımız hafta cumhuriyet tarihinde özgür basına yapılan alçakça saldırılardan ikisinin yıldönümü art arda gelmişti. Tam 77 yıl önce, döneminde demokrasi ve barış mücadelesinin bayrağı olan Tan Gazetesi, milliyetçi ve İslamcılardan oluşan bir güruh tarafından redaksiyonu tarümar, dizgi ve baskı makinaları paramparça edilerek susturulmuştu. 28 yıl önce de, o dönemin en mücadeleci gazetelerinden Özgür Ülke'nin İstanbul ve Ankara'daki büroları eş zamanlı olarak bombalanmıştı.
Tan Gazetesi'ne saldırı, o dönemde tek başına iktidar olan CHP'nin eseriydi... 30'lu yıllarda İtalyan faşizmi ve Alman nazizmiyle ideolojik ve stratejik yakınlığını her fırsatta iftiharla afişe etmiş olan CHP, 2. Dünya Savaşı biter bitmez, ne denli anti-komünist ve anti-sovyetik olduğunu, Türkiye'yi bölgedeki en sadık ABD müttefiklerinden biri kılacağını kanıtlamak için bu alçakça saldırıyı düzenlemişti.
Bu girizgahın ardından art arda imzalanan bir dizi anlaşmalarla Türkiye siyasal, askersel, ekonomik bakımdan ABD'nin yarı sömürgesi haline getirilecek, DP iktidarı döneminde de, yine CHP'nin desteğiyle, NATO İttifakı'nın en sadık üyesi yapılacaktı.
Özgür Ülke'nin bombalandığı dönemde ABD emperyalizminin sadık bendelerinden DYP'li Süleyman Demirel cumhurbaşkanı, yine o partiden Tansu Çiller başbakandı. Bu yılki anma töreninde konuşan Özgür Ülke yöneticilerinden Hüseyin Aykol dostumuzun dediği gibi, gazetenin üç ayrı binası bizzat Başbakan Tansu Çiller'in "bertaraf edilsin" emriyle bombalanmıştı.
Evet, bu alçakça saldırıdan birinci derecede sorumlu Tansu Çiller'dir... Amma unutulmasın ki, bu saldırı sırasında başta bulunan koalisyon hükümetinin ortağı CHP'nin öncülü SHP, başbakan yardımcısı da o partinin lideri Murat Karayalçın'dır. Onun ardından Çiller'in başbakan yardımcılığı görevini CHP lideri Deniz Baykal üstlenerek muhalefete karşı devlet terörü uygulamalarının sorumluluğuna ortak olacaktı.
Suriye Kürdistanı'na karşı Pençe-Kılıç operasyonu başlatılması üzerine iki hafta önce Artı Gerçek'te yayımlanan yazımda 1984’ten itibaren Kuzey Irak toprakları üzerinde çeşitli kod adlarıyla tam 18 silahlı operasyon yapıldığını belirtmiştim. Baskın Oran da, yine Artı Gerçek'te yayınlanan "PKK meselesi mi Kürt meselesi mi, yoksa..." başlıklı yazısında, 1992 ile 1998 arasında yapılan Hakurk, Çelik, Atmaca, Şafak ve Murat operasyonları sırasında SHP ve CHP’nin başbakan yardımcılığı, DSP’nin de başbakanlık üstlendiklerini vurguladı.
CHP’NİN BİRİNCİ YÜZYILI
Dün CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun "İkinci Yüzyıla Çağrı" buluşmasını izlerken CHP'nin birinci yüzyılında yaşananları anımsamaktan kendimi alamadım.
CHP'nin Tan Gazetesi'ne yaptırdığı saldırının tam da 77. yıldönümüne denk geldiği için, gazeteleri zorbalıkla susturulduktan sonra yaşama olanakları da yok edildiği için Türkiye'yi terk etmek zorunda kalan, yaşama sürgünde veda eden büyük gazeteci Sabiha Sertel ve Zekeriya Sertel'i düşündüm.
Sabiha Sertel'in 1968’de Ant'ta yayınladığımız Roman Gibi adlı kitabının arka kapağına koyduğumuz o hüzün dolu fotoğrafı geldi gözlerimin önüne... Bu büyük düşün ve mücadele kadını, uğradığı alçakça baskılar yüzünden 9 Eylül 1950’de bir daha hiç göremeyeceği ülkesinden uçakla ayrılışını şöyle anlatıyordu:
“Bütün yazdığımız eserlerden, dergilerden bir tek dahi yanımıza alamamıştık. Yıllar boyu halk uğruna savaştığımız vatanımızdan bu şekilde ayrılmak acı bir şeydi. Uçağın merdivenlerini ağır ağır çıkarken yüreğim burkuldu. Bu her zamanki gibi bir seyahata çıkış değildi. Çok sevdiğim memleketimi, halkımı, dostlarımı, kardeşlerimi acaba ne kadar zaman sonra görecektim?”
Vatansızlaştırılan Sabiha Sertel, vatanını bir daha göremeden 1968’de Azerbaycan’da hayata gözlerini yumacaktı.
Ya diğerleri?
Sertel'i kaybettikten tam yarım yüzyıl sonra, 2021'de, sürgündeki mücadelemizin en ön saflarında yer almış olan Ali Ertem'i ve Doğan Akhanlı'yı sonsuza uğurlamamış mıydık?
DAHA ÖNCEKİLER
Bizden önceki sürgün kuşağından Nazım Hikmet Moskova'da, Zeki Baştımar (Yakup Demir), Aram Pehlivanyan, Jak ve AnjelAçıkgöz Almanya, İsmail Bilen Bulgaristan toprağında yatıyor, Prof. Fahrettin Petek’in külleri hem İstanbul Boğazı’na, hem de Normandiya açıklarına serpildi.
12 Eylül sonrası sürgünlerinden Behice Boran'ı Belçika'da kaybettik, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve Uğur Hüküm’ü Paris’teki Père Lachaise’de toprağa verdik…Nihat Akseymen’in külleri ise Heybeliada açıklarında Marmara’nın sularına kavuştu.
Nubar Yalım Hollanda’da, Enver Karagöz, Teslim Töre Almanya'da, Garbis Altınoğlu Belçika’da, Suphi Nejat Ağırnaslı ve Nubar Ozanyan Rojava'da sonsuzluğa göçtüler.
Kürt ulusal direnişinin kadın militanlarından Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez 9 Ocak 2013'te Paris'in göbeğinde Türk Devleti’nin bir tetikçisi tarafından alçakça katledildiler.
Bu üç Kürt sürgünün katlinin hesabı dokuz yıldır sorulmazken, Türk Devleti’nin sorumluluğu örtbas edilirken, o Türk Devleti’nin şantajıyla İsveç ve Finlandiya'daki muhalifleri hedef alan bir sürgün avı başlatıldı.
Ve bu sürgün avının ilk kurbanı olarak, Kürt sığınmacılardan Mahmut Tat, 2 Aralık 2022 cuma günü İsveç'te tutuklanıp Türkiye'ye götürülerek devlet terörizmine teslim edildi.
Bu operasyondan iki gün önce Türk medyası, 30 Kasım'da yapılan NATO Dışişleri Bakanları toplantısında yayınlanan bildiride, "terörün tüm şekilleri ve tezahürlerinin kınandığı, son korkunç terör saldırıları sonrasında can kayıplarının yasını tutan Türkiye ile dayanışma içinde olunduğu” ifadesinin yer aldığını bildiriyordu.
Evet, tam beş ay önce, Madrid'te yapılan NATO zirvesinde Erdoğan, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olma taleplerini onaylamak için Ragıp Zarakolu da dahil bu ülkelerdeki siyasal sürgünlerin Türkiye’ye iadesini şart koşmuştu.
İlk kurban olarak Kürt sürgün Mahmut Tat'ın Türkiye'ye teslim edilmesi üzerine Avrupa Sürgünler Meclisi (ASM) şu açıklamayı yaptı:
"Mahmut Tat’ın Türkiye’ye iadesi, mülteci ve insan haklarına yönelik açık bir saldırıdır, hukuk tanımazlığın, mülteci haklarının yok sayılmasının cüretkar, utanmazca bir örneğidir.
"İade kararı batının dünya halklarına yönelik savaş, açlık ve sömürü politikaları ile son derece uyumlu, ama bunları perdelemeye çalışan demokrasi ve insan hakları ilkelerinden ördükleri maskeleri ile taban tabana zıttır.
"Anlaşılan İsveç’in bir savaş örgütü olan NATO’ya girme kararlılığı ve Türkiye ile bu yöndeki pazarlıkları maskesini zorlanmadan atması için bir gerekçe olmuştur.
"Bu karar Türkiye’deki muhaliflerin en temel haklarını kullandıkları, hak ihlallerine ve baskıcı yönetim anlayışına karşı çıktıklarında kolayca terörist olarak suçlandıkları ve cezalandırıldıkları gerçeğini yok saymaktadır.
"İnsanlığın binlerce yıllık sığınma kültürü ve hakkı, 1951 tarihli Cenevre Mülteciler Sözleşmesi, işkence ve zalimane muameleleri yasaklayan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler'in İşkenceye Karşı Sözleşme ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi dahil birçok uluslararası sözleşme, ulusal ve uluslararası mahkeme içtihatları, ilerici insanlık birikimi ve deneyimi bu iadeyle yok sayılmıştır.
"Dünyayı sömüren yağmacı devletlerin aralarındaki çelişkileri ve rekabetlerini çözmede savaş ve çatışma politikalarını ivmelendirdikleri bu yeni dönemde insan haklarının ve hukukun giderek artan bir şekilde ihlal edileceği, yüzlerdeki maskelerin bir yük olarak görülüp çıkarılacağı anlaşılmaktadır.
"İsveç’te çarpıcı bir şekilde önümüze çıkan ama başta Almanya, Avusturya ve doğu Avrupa ülkelerinde de sıklıkla yaşadığımız siyasi ilticacıların iade ve ret kararlarına karşı duyarlı olmak, bunlara karşı çıkmak ve teşhir etmek, bu amaçla idari ve yargısal merciler önündeki başvuruları en etkin bir şekilde kullanmak, göçmeni, yerlisi ile birlikte Avrupa’da demokrasi ve insan hakları ilkelerini sahiplenmek, korumak ve bunun için mücadeleyi artırmak her zamankinden daha fazla bir görev olarak önümüzde belirmektedir.
"İsveç’i ve bu kararın ardında ortaya çıkan faşizmi, hukuk adına utanmazlığı teşhir ediyor, herkesi mücadeleyi yükseltmeye çağırıyoruz!"
Bittabi, ASM'nin bu çağrısına, AB ve NATO üyesi ülkelerdeki demokrasi ve insan hakları savunucularından önce, Türkiye'deki muhalefetin kulak vermesi, gereğini yapmak üzere harekete geçmesi gerekiyor.
Büyük bir tantanayla ilan ettiği yeni anayasa taslağında Kürt sorununun barışçıl şekilde çözümü için hiçbir öneri getirmeyen Altılı Masa, önceki gün "İkinci Yüzyıla Çağrı" gösterisi yapan CHP, siyasal sürgünlere karşı başlatılan bu insanlık dışı operasyon karşısında ses çıkartacaklar mı?
Tayyip'in Pençe-Kılıç operasyonlarına verdikleri açık ya da zımni destek ortada dururken pek ihtimal vermiyoruz, ama yine de bekliyoruz.
Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve beş ciltlik Sürgün Yazıları adlı kitapları bulunuyor.