Ragıp Duran
Tek başına ama sıkı muhalefet üstelik de global
Ece Temelkuran, 7 gün içinde, Batı dünyasının üç büyük yayın organında,
-Financial Times, Le Monde, Foreign Policy- üç makale yayınladı. Üstelik tamamen özgün ve farklı konuları değerlendiren yazılar bunlar. Bir gazeteci, bir yazar için bu yayın frekansı nadiren görülür. Çünkü adı geçen gazete ve dergiler, global medyanın en önemli yayınları. Bu nedenle, görüşlerini yaygınlaştırmak isteyen, başta Devlet ve hükümet başkanları olmak üzere siyasiler, aydınlar, akademisyenler kısaca bir derdi/mesajı olan her şahsiyet, yazılarını/görüşlerini sözkonusu prestijli yayın organlarında yayınlatmak ister.
Daha önce New York Times, Guardian ve Le Monde Diplomatique de Ece'nin yazılarını yayınlamıştı.
Can Dündar da hem Die Zeit hem de Washington Post gibi iki önemli gazetede belirli aralıklarla yazılar yayınlıyor.
Ankara'da bu gazetelere kısacık bir op-ed (Serbest Kürsü) yazısı sokabilmek için ne dümenler çevirenleri biliyorum, para giriyor işin içine, bazen baskı, kimi zaman da şantaj. Bunu yapanların da resmi kartvizitleri var.
Ece bizim meslekdaşımız. Onu en son Istanbul'da bir Metin Göktepe ödül töreninde gördüğümü hatırlıyorum. Oluşturulan gelenek üzerine sunuculuk yapıyordu. Bir süredir yurtdışında, harıl harıl kitaplarını, makalelerini yazıyor, sonra da ABD'de olsun Batı Avrupa'da olsun kent kent dolaşıp kitabının içeriğini okurlarıyla tartışıyor.
Bir ihtimal yakında ete kemiğe dönüşür, tam tanımı da kesinleşir, bence Ece, ''Global Aydın'' kategorisinin tipik bir temsilcisi. Son derece akıcı ingilizcesi ona geniş bir iletişim mecrası yaratıyor ama bence daha önemlisi düşündükleri ve yazdıkları.
Ece'nin bu başarısında, Türkiye'deki otoriter rejimin özünü/niteliklerini iyi kavramış olup, dünyadaki gelişmeleri de yakından izleyerek, yerel/evrensel ikilemini iyi bir şekilde senteze ulaştırması. Türkiye örneğindeki somut gerçekleri, Trump'ın ABD'sinde de saptamak ve bunu tahlil etmek sanıldığı kadar kolay bir şey değil.
Ece'nin bu nitelikli yayın organlarından davet almasının altında yatan bir neden de siyasal, toplumsal ve kültürel sorunlara, kısacası dünyaya ve hayata son derece net ve açık bir perspektiften bakması. Ve tabi ki bu yaklaşımı da iyi bir dille/söylemle ifade edebilmesi. Belki de çağdaş sol olarak niteleyebileceğimiz bakış açısında, öncelikle yeni faşizme, otoritarizme karşı tutarlı bir muhalefet, geleneksel demokrasi ve özgürlük talebiyle birleşince, sağ popülizmle mücadele eden siyasetçi, aydın, sendikacı, kadın ve gençlerin kendilerini kolayca özdeşleştirebilecekleri hatta hemen benimseyecekleri bir hat/bir yaklaşım gülümsüyor Ece'nin yazılarında.
Aslında, 2019'da ingilizce olarak yayınlanan bilahare bildiğim kadarıyla en az beş dile tercüme edilen How to Lose a Country: the 7 steps from democracy to dictatorship (Bir Ülke Nasıl Yitirilir: Demokrasiden diktatörlüğe geçişte 7 adım) başlıklı kitapta, Ece, Türkiye'deki istibdat rejimini teşhir etmekle kalmadı, benzeri bir kaderi paylaşma ihtimali olan başka ülkelerin politikacı ve aktivistlerine de önemli bilgi ve uyarılar önerdi.
Girişte sözünü ettiğim üç makaleye kısaca değineyim.
''İsyancı Şehirler Otoriter Merkezlere Meydan Okumanın Yolunu Buluyor'' (16.07) başlıklı FT yazısında Ece, Ekrem İmamoğlu örneğinden yola çıkarak, ''Yeni Osmanlıcıların lideri Erdoğan''a karşı nasıl başarılar kazandığını anlatıyor. Mansur Yavaş örneğini de veriyor. Yerel yönetimleri ''Demokrasinin son kalesi'' olarak niteleyen Ece, Istanbul, Ankara ve İzmir'in yeni belediye yönetimlerinin ''halka nefes aldırdığını'' yazıyor. ''Demokratik katılım, şeffaflık ve sosyal adalet'' ilkelerinden yola çıkan sözkonusu belediyelerin sol cenahta sorun yaratan kimi girişimlerine hiç değinmemiş Ece. Eksiklik. ABD ve Batı Avrupa'daki bazı yerel yönetim/merkezi hükümet çelişkilerini hatırlattıktan sonra belediyelerin ''sağ popülizme karşı bir direniş merkezi'' olabileceklerini yazmış. Yazının son cümlesi şöyle: '' Merkez, demokrasiyi terk etmiş olsa da, çevre, demokrasiye sahip çıkabilir''.
Le Monde'da (18.07) yayınlanan ''Erdoğan, Ayasofya Kilisesinin Dönüştürülmesiyle Kendine Uygun bir Türkiye Yaratıyor'' başlıklı makalede ise Ece, Türkiye Cumhurbaşkanının Ayasofya'daki ilk namazı 24 Temmuz'da düzenleyerek hem Lausanne Anlaşmasına hem de genel olarak kurucu lider Atatürk'ün laiklik anlayışına sembolik olarak savaş açtığını yazmış. Istanbul'u bir kez daha fethetmeye soyunan Erdoğan'ın bununla yetinmediği, Kudüs'deki El Aksa camiini de gözüne kestirdiğini belirtmiş. Erdoğan'ın özellikle siyasi düzlemde zora girince gündemi değiştirmekte usta olduğunu hatırlatan Ece, sözün geçerliliğini yitirdiği bir mekanda bayalığın egemen olduğunu belirtiyor.
Ece'nin Foreign Policy'de yayınlanan makalesinin başlığı ''ABD'nin Aynasındaki Türkiye''. Trump ile Erdoğan arasındaki benzerlikleri, otoriter liderlerin ortak yanlarını ve girişimlerini değerlendiren Ece, son 2 yılda ABD ve Avrupa'daki toplantı ve konferanslarında okurlarına sürekli olarak mealen ''Türkiye'nin bugün başına gelenler yakın bir gelecekte sizin de başınıza gelebilir'' dediğini hatırlatıyor. Aşırı-sağcı popülistlerin kimlik politikalarını benimseyip, iktidarda olmalarına rağmen, kendilerini sürekli olarak mağdur olarak gösterdiklerini, kutuplaştırmadan medet umduklarını yazan Ece, klasik politikacıların ve egemen medyanın yükselmekte olan anti-demokratik yönetimler karşısında pasif kaldıklarını saptıyor. ''Siyah Hayatlar Önemlidir'' ayaklanması boyunca ve sonrasında Trump'ın Erdoğan gibi davrandığını saptayan Ece, bence son derece önemli bir noktaya daha değiniyor: Otoriter, faşist lider ve yönetimlere karşı doğru muhalefet geliştirmek için kapitalist dogmalardan tamamen vazgeçip, gerektiğinde sosyalist, radikal bir söylem ve tutum benimsenmesi gerektiğini yazıyor Ece. ''Yeni faşizme karşı global düzeyde dayanışma içinde mücadele edilmezse, farklı ülkelerdeki farklı özelliklere sahip olan demokrasilerin, aynı yöntemlerle devre dışı bırakılabileceğini'' öngörüyor.
Aslında ciddi bir muhalefet partisinin gerçekleştirmesi gereken siyasi, toplumsal, kültürel ve ideolojik tahliller yapıp yaratıcı öneriler geliştirme işini, Ece, tek başına kalemiyle, kitaplarıyla, makaleleriyle ve sözüyle yapmaya çalışıyor. Bugüne kadar büyük ölçüde başarılı.