Gün Zileli
Tek çare: İşçi yönetimi…
Rusya’daki 1917 Devrimi’nin en anlamlı adımlarından biri İşçi Yönetimi’ydi. 1917 Şubat Devrimi’nin, kitlelerin ayakta olduğu o günlerinde, işçiler fabrika ve madenlerde işçi yönetimini fiilen başlatmışlardı. Bazı işyeri sahipleri işyerlerini bırakıp kaçmışlardı, bazıları ise işçilerin yarattığı fiili duruma teslim olmuş ve onlarla uzlaşmanın yollarını aramaya başlamışlardı. Bu durumda işçi yönetimi fiilen yürürlüğe girdi. Bolşevikler, nasıl köylülerin toprak, askerlerin ve genel olarak halkın barış taleplerini dikkate alıp programlarına koymuşlarsa, işçi yönetimini de benimsediler ve devrim manifestolarının baş unsurlarından biri olarak ilan ettiler.
Ne var ki, 1917 Ekim’inde iktidarı ele geçiren Bolşeviklerin ilk yaptıkları işlerden biri işçi denetimini fiilen ortadan kaldırmak oldu. Önce, işçi yönetimini, “işçi denetimi”ne dönüştürdüler. Denetimleri altındaki sendikaları devreye sokarak, işçi yönetimine son verdiler. Bir süre sonra, “işçi denetimi”ni de kaldırıp, yerine “tek kişi yönetimi”ni ilan ettiler. Hatta Lenin bunu, işletmelerde “tek kişi diktatörlüğü” övgüsüne kadar götürdü.
İşçi yönetiminin fiilen uygulandığı Şubat-Ekim arasında işletmelere ilişkin tüm kararları, işçilerin işyerlerinde demokratik bir tarzda seçtikleri “işçi komiteleri” veriyor ve bu sistem, o kargaşalık koşullarında bile mükemmelen işliyordu. Zaten başka türlü nasıl olabilir ki? Bir yerde üretim yapan işçilerin, teknik elemanlarla da el ele vererek işletmeye ve işçi sağlığına vb. ilişkin en doğru kararları vermesinden daha doğal bir şey olamaz.
Örneğin işçiler, grizu tehlikesi olan madenlere, yönetimin zorlaması ya da ihmali olmadıkça, can pahasına girmezler. Yüksek inşaatlarda kesin güvenlik önlemleri olmadan çalışmazlar. Çalışmayı reddettikleri zaman kendilerine karşı uygulanacak baskı karşısında kendi işçi yönetimlerinin bu baskıları boşa çıkaracağını bilirler ve bunun özgüveni ile hareket ederler. Eğer bir işletmede işçi yönetimi söz konusu olsa, bu işçi yönetimi öncelikle işçilerin hayatını, sağlığını dikkate alır, ona göre karar verir. İşçi yönetimi uygulamaları İtalya, Arjantin, İspanya, Galler vb. gibi ülkelerde de uygulanmış ve devlet müdahalesiyle ortadan kaldırılana kadar çok olumlu sonuçlar vermiştir.
Bugün, Batı ülkelerinde işçi sağlığı ve can güvenliği alanındaki büyük gelişmelerden söz ediliyor ve bunlar Türkiye’nin bu alandaki zavallı durumuyla mukayese ediliyor. Evet ama, Batı ülkelerinde bunlar, işçilerin ve toplumun yüz yılı aşkın mücadeleleriyle sağlanmıştır. Biz de yüz yıl bekleyemeyeceğimize göre artık bugün acil önlemler gerekiyor.
Net bir şekilde belirteyim ki, bu önlem işçi yönetiminden başka bir şey olamaz. Evet, hayalperest değilim, bu işçi yönetiminin total bir yönetim olmasının bugün için koşulları olmadığını biliyorum. Fakat işçi sağlığı ve can güvenliği için iplerin işletme idarecilerinde değil, işçilerde olması zorunludur. Bu konuda alınacak en iyi tedbirleri, işçilerin kendi aralarında oylamayla seçtikleri işçi komiteleri alabilir; bu görevi hakkıyla yerine getirmeyen komite üyelerinin işçiler tarafından görevden alınma hakkı olmalıdır. İşçi yönetimi ya da komitesi, yönetime ilişkin diğer konularda olmasa da, bugünkü somut durumda işçi sağlığı ve can güvenliği konusunda tam yetkili olmalıdır. Bu “yetki”nin yasal güvenceleri olsa daha iyi olur ama eğer bu güvence yoksa, işçi yönetimleri bunu defacto sağlayacak bir güce sahip olabilirler, olmalıdırlar.
Sonuç olarak iş yine başa düşmektedir. Kurtuluş hiçbir yerden gelmez. Enternasyonal Marşı’nda söylendiği gibi, “bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır”. O zaman yapılacak olan, bugünden tezi yok, işçiler, eğer yapabiliyorlarsa sendikalarını da yanlarına alarak, ama eğer onlar ayak sürüyorlarsa, kendilerine güvenerek, (inşaat ve maden sektörleri başta olmak üzere) işyerlerinde bir araya gelmeli, öncelikle işçi sağlığı ve can güvenliği alanında karar verecek ve fiilen yetki sahibi olacak kendi “işçi yönetimi komiteleri”ni seçmelidirler.
İşçilerin kurtuluşu kendilerinin eseri olacaktır.