Muhammed Salar
Temizlenecek fitne!
Linç kültürünü canlı tutmak için seküler milliyetçi-devletçi nosyonlar yeterli gelmiyor iktidara. İslâmi kavramları istismar etmeden muhaliflerini yeterince düşmanlaştıramıyor, tabanını mobilize edemiyor anlaşılan. Zındık, müşrik, münafık, Cehennemlik! Tahkirlerinin havada uçuşmasına az kaldı..!
Kendilerini devlet, devleti de kutsal gören sorunlu bir anlayışla karşı karşıyayız. Bu zihniyete göre mesela; iletişim başkanlığını eleştirmek devleti eleştirmektir. Cumhurbaşkanını eleştirmek sadece devleti de değil, Din'i eleştirmektir. Yine; Erdoğan demek sadece partisi demek değil aynı zamanda devlet demek, devlet de din demektir. Reis'in seçimi kaybedip düşmesini devletin zevaliyle, devletin zevalini de İslâm Güneşi'nin sönmesiyle özdeş gören bir anlayıştan hareketle kurgulanmak istenen bir felaket senaryosu sözkonusu.
Gerçekte; ülkede olup-bitenlerden sorumlu olan ve hesap verme makamında bulunan kusurlu, yüzeysel, fani, gelip-geçici bir otoritedir iktidar. Ona kutsiyet atfettiniz mi artık onu denetlemek, frenlemek şöyle dursun, eleştirmek bile mümkün olmaz. Mahkeme koridorlarını geçtim, her an devletçi-milliyetçi-dinci bir refleksle lince maruz kalabilirsiniz.
Kenar-ı Dicle'de kaybolan koyunları kendine dert edinen İslâmcıların sesini duymayalı çok oldu. Ülkede duyulan ses;
"Ya sev ya terk et! Ya hidayet ya dalalet! Ya biz ya onlar!" Mottolarına çullanan ve 80 milyonluk koca bir nüfusu sadece iki kategoride toplama kolaycılığına kaçan bir iktidarın ve onun borazanı konumuna düşmüş niteliksiz bir medyada bolca boy gösteren yandaş yazar-çizerlerin tehlikeli sesi.
HDP'ye verilen oyları kurşunlara eşdeğer gören Nedim'in izinden giden AKP'li Özhaseki de milyonlarca vatandaşın oyunu, tercihini temsil eden iki muhalefet partisini tam da bu dil ve üslupdan hedef tahtasına oturttu;
"Lanet olsun oylarına. Onların oylarının Allah belasını versin. Bunları her fırsatta söylemeliyiz. Yoksa doğruları konuşmuş olmayız. Bu topraklarda fitne bitinceye kadar temizlik sürecek."
Bu kategorize edici, lanetli, kaba ve sığ dil sayesinde iktidar, muhalefeti sadece ötekileştirmiyor, kriminalize ediyor dahası şeytanlaştırıyor. Bu topraklarda demonize edilene reva görülen ise hep imha etmek, linç etmek olmuştur.
İktidar ve muhalefet arasındaki olağan siyasal rekabeti demokratik, siyasî, insanî bir perspektiften ele almayıp meseleyi getirip İslâmın savaşı ya da bir iman ve küfür savaşı formatına sokmanın biçare milletin barışına, birlik ve beraberliğine kastetmek anlamına geldiğine iktidarı ikaz etmek gerekiyor.
İşin hukukî ve ahlâki boyutunu geçiyorum. Ama şu demagojiden şu çarpıtmadan insan olan utanır.
Bir defa muhalif olmanın, parti kurmanın, muhalif bir partiye oy vermenin, iktidarı gerekirse ağır bir dille eleştirmenin fitne ile kurşun ile izah edilecek bir tarafı yok. Hem neyi nasıl temizleyeceksin..?
Şimdi istismar edilen kavramımızı tanıyalım:
Kur'an'da türevleriyle birlikte toplam 58 ayette 60 defa kullanılan fitne kavramının 15 farklı anlamı var ve hiç birinde bay Özhaseki'nin anlamak istediği manayı bulamazsınız.
Etimolojik ve semantik olarak incelendiğinde; Arapça F T N kökünden türetilen Fitnenin en çok öne çıkan sözlük anlamı; "altını sahtesinden ayırt etmek için ateşe tutmak"tır. Kuyumcuya da fettan denilir. Bu anlamdan yola çıkarak fitnenin terim olarak
Birinci anlamı; "insanın iyi ve kötü kabiliyetlerinin açığa çıkmasına vesile olan şey" yani denenme-imtihan-sınavdır.
İkincisi; bela ve musibettir.
Üçüncüsü ve konumuzla alakalı olanı ise; işkence, baskı, eziyet ve keyfi muameledir.
Kur'an'ın indirildiği asırda bu işkence ve eziyetler genelde inananları dininden vazgeçirmek için yapılırdı. Şimdi ise sadece din ve inanç yüzünden değil insanlar düşüncesinden, dilinden, ırkından, mezhep, cemaat, partisinden, hatta cinsiyetinden dolayı fitneye yani eziyet, işkence, şiddet ve öldürülmelere maruz kalabiliyorlar.
İşte Kuranda geniş bir anlam kümesinde kullanılan fitne; Özhaseki'nin lugatında geçtiği gibi haksız iktidara-devlete muhalif olmakla iç ihtilaf ve kargaşa çıkartmak anlamlarına gelmiyor. Belki fitne;
Cezaevlerinde çıplak arama, işkence ve kötü muamele, insan kaçırmalar, darp ve ğasp gibi can ve mal güvenliğini ortadan kaldıran, kişiyi inanç, kanaat ve düşünce hürriyetinden alıkoyan zorbalıklara ve despotik ortama isim oluyor. Din ve vicdan hürriyetinin engellenip ortadan kaldırılması yanında mesela hasta ve hamile tutukluların, ağır baskı ve zulme maruz kalan mahpusların durumlarının yani gerçeklerin açığa çıkıp konuşulmasının engellenmesi ve insan hakları savunucularına ceza yağdırılması anlamlarına da işaret ediyor.
Burada konumuzla ilgili, çarpıtılan ve haklı olarak merak edilen iki mühim ayete de kısaca temas edelim.
"Fitne kalmayıncaya ve din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlara karşı savaşın. Eğer vazgeçerlerse şüphesiz Allah ne yaptıklarını görmektedir." (Enfal; 39)
"Fitne kalmayıncaya ve din Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer onlar vazgeçerlerse, zalimlerden başkalarına düşmanlık edilmez." (Bakara; 193)
Görüldüğü gibi Kur'an'ın bu ayetlerinde geçen fitne; yaygın olarak bilinenin aksine şirk ve küfür anlamlarına gelmeyip baskı, eziyet, işkence manasına gelmektedir. Bu negatif ortamın ortadan kaldırılıp güvenli ve özgür bir ortama geçmek için çalışmak öncelikle tüm Müslümanların boynunun borcu olup bunun önemli bir yolu da işkence ve kötü muamele gibi insan hakları ihlalleriyle aktif olarak mücadele etmekten geçiyor.
Hadislerle ve tarihi hadiselerle sonradan anlam genişlemesi yaşayan fitne kelimesi, siyasal çalkantı, iç kargaşa ve sosyal çöküntü anlamlarını da kapsama alanına almıştır. Yalnız bu tarz fitne ortamında bir önceki fitne atmosferinde takınılması istenen dinamik aksiyoner tavrın zıddına Müslümanlardan, zulüm ve yanlışlıkların daha geniş alanlara yayılmaması adına pasif pozisyonda bulunmaları istenmiştir.
"Yakında büyük fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan daha hayırlı olacaklar." (Buharî)
Nitekim; İslâm tarihinde ilk dört halifenin üçü, su-i kast sonucu dünya hayatına veda ettikleri halde devrin Müslümanlarının ne devletleri yıkılmış ne de dinleri sönmüştü…
Hal böyle iken;
Milyonların katili Moğol hükümdarı Cengiz'e atfedilen;
"Bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir yiğidi, bir yiğit bir devleti kurtarır!" özdeyişini çarpıtarak günümüz siyasetine uyarlarcasına, bir şahsı bir parti ile bir partiyi bir devletle bir devleti de bir mezhep veya İslâm'la özdeşleştirip dini sembollere hassas muhakemede zayıf avamı kışkırtarak farklı olanları tedirgin etmeye hakkınız yok.
Boş zamanlarının büyük çoğunluğunu tv izleyerek geçiren, açlık ve yoksulluktan intihara yeltenen bir toplumun yaşamsal temel sorunlarını göz ardı ederek onları hamasi nutuklarla heyecanlandırıp manipüle etmek dahası dini hassasiyetlerini kaşıyarak, dini kavramları istismar ederek onları birbirine kırdırtabilecek böyle zehirli bir dilin ülkeye zarar ve yıkımdan başka bir getirisi yoktur. Böyle bir dil ve zihniyetin ne İslâmda yeri vardır ne de insanlık aleminde!
Sonuç olarak; bu ülkede yaşayan insanların artık linç kültürünü yenecek feraset, birikim ve tecrübeye sahip olmaları gerekir. Yakın tarihte bu coğrafyada olup-bitenler özellikle Ermenilere, Rumlara, Alevilere, Kürdlere reva görülen katliam ve tehcirler bu tehlikeli siyasetin nasıl büyük trajedilere gebe olduğu konusunda bizi yeterince uyarıyor.
Onun için okulda, basında, medyada, diyanette, siyasette bu ilkel, haksız ve cahilce anlayışla mücadele etmek herkesin üzerine hem dini ve insani bir görev hem de bir yurtseverlik borcudur.
Muhalefet de kendini gözden geçirmeli ve radikal bir karar alarak iktidarla milliyetçi devletçi eksende buluşmalara derhal son vermelidir. Yoksa; adalet, hak-hukuk, kardeşlik ve vatandaşlık gibi büyük insanlık değerleriyle 80 milyonu kucaklayamayan bir muhalefet, kendilerinde bulunmayan dinci paradigmaya da sahip olan bir iktidarla baş edemez ve büyük enkazın altında hep beraber kalırlar.