Muhammed Salar
93 Harbi ve Hamidiye Alayları
Bir talihsizlik eseri olarak tahta çıkar çıkmaz kendini savaşın eşiğinde bulan İkinci Abdülhamid'in politikalarına damgasını vuran 93 Harbi ve sonuçları, Osmanlı-Kürt-Ermeni ilişkileri için de adeta kırılma noktasıdır.
1877 Nisan-1878 Ocak Osmanlı-Rus Savaşı yaşlı Osmanlı'ya pahalıya patlamış; çok ağır şartlar içeren 3 Mart 1878 tarihli Ayastefanos (Yeşilköy) ve 13 Temmuz 1878 Berlin Antlaşmaları imzalanmıştı. Topraklarının yaklaşık üçte birini, nüfusunun da yüzde yirmisini kaybeden Osmanlı İmparatorluğu'nın Balkanlardaki hâkimiyeti de bitme noktasına gelmişti…
Ayastefanos'un 16. ve Berlin'in 61. Maddelerine göre Osmanlı, Ermeni Toplumunun çıkarlarına olacak şekilde reformlarda bulunacak ve yine Osmanlı; Kürtlerin ve Çerkeslerin saldırılarına karşı Ermenileri koruyacak, onları rahatlatacak adımlar atacaktı...
Savaşın cereyan ettiği Kürdistan coğrafyasında da ağır kayıplar söz konusuydu. Sonuç olarak Kürdler için 1293 Rus Harbi; Can kayıplarının hesaplanamadığı, sosyo-ekonomik hayatın durma noktasına gerilediği ve ancak ilan ettiği cihad fetvasıyla Kürdleri savaşa aldırabilen Halife Abdülhamid'e güvenin sarsıldığı kötü bir dramdan veya kâbustan ibaretti…
Kürdistan'daki asayişsizlik, kıtlık, yoksulluk, rüşvet, talan, eşkıyalık gibi sorunlar daha da artmıştı…
Savaş sonrasında; Bedirhanilerden Hüseyin Kenan Paşa-Osman Paşa Kardeşlerin ve ardından Şeyh Ubeydullah'ın ayaklanmaları gerçekleşmiş ve fakat neticesiz kalmıştı.
İkinci Mahmud'un (1808-1839) Kürdistan mirliklerini kaldırıp başlattığı radikal merkeziyetçi politikalar, daha yumuşak tonda Abdülmecid ve Abdülhamid devirlerinde de devam etmiştir.
İkinci Abdülhamid, merkeze vergi vermeyip zorunlu askerlikten nefret eden savaşçı ve cesur Kürd Kavminden daha fazla istifade edebilmenin yollarını aramıştır.
19.yy'ın sonlarına doğru;
1891'de Hamidiye Alayları ve 1892'de Aşiret Mektepleri ile çok tartışılan iki kritik atılmıştır.
Yerli-yabancı nice gezgin, diplomat, bürokrat, misyoner, gözlemci ve araştırmacıya göre bu adımlarla Sultan Abdülhamid çeşitli politik maksatlar gütmüştür: Düzensiz ve fakat büyük bir potansiyel askeri güç olan Kürd aşiretlerini kontrol altına alıp Osmanlı sistemine entegre etmek ve Kürdistan'da Osmanlı idaresini daha da görünür kılmak.
Yayılmacı Rus emperyalizmine sed çekmek.
Berlin Antlaşması'nın verdiği cesaretle daha da yükselen Ermeni ayrılıkçı talepleri baskılayıp, miniminize etmek.
Muhtemel bir Kürd-Ermeni işbirliğini engellemek.
Mirlik sisteminin tasfiye edilmesiyle ortaya çıkan otorite boşluğunu doldurup güçlenen Kürd Şeyhlerinin ve varlıklı kesimlerin gücünü dengelemek.
Kürd milliyetçiliğinin uyanışını geciktirmek…
Kürdleri, adeta aşık oldukları askerlik mesleği üzerinden okşayıp eğitimle tanıştırmak, Kürdleri fen bilimleri ve medeniyetle tanıştırmak. (Said-i Kürdî tarafından da savunulan bu maksada sonradan değineceğiz.)
Bu ve benzeri maksatlarla kurulan Hamidiye Alaylarının fikir babası ise aynı zamanda alayların bağlı bulunduğu ana kumanda merkezi Erzincan 4. Ordu'nun başında bulunan Müşir Mehmed Zeki Paşa'dır. Aslen Çerkes olan Zeki Paşa, bu projeyi Rusların Kazak Alaylarından ilham almıştı.
Projeyi değerlendiren araştırmacılar gibi Osmanlı bürokratları da ikiye ayrılmış ve Anadolu İlleri Genel Müfettişi Ahmed Şakir Paşa ve Derviş Paşa bu önemli projeye katkı sunarlarken Abdülhamid'in büyük sadrazamlarından Kâmil ve Said Paşalar projeye hep karşı durmuşlardır. Öyle ki bütçeden aktarılması gereken kaynağı bile engellemiştir Said Paşa.
Sonuçta Sultan Abdülhamid, sadrazamlarını değil, projeyi savunan askeri ve bürokrat memurlarını desteklemiş ve 1891'de çıkarılan ilk tüzüğe göre; Alayların hayvan ve elbise gibi ihtiyaçları aşiretler tarafından; sancak, silah ve cephane ise devlet tarafından karşılanacaktır.
Ağnam vergisi ve zorunlu askerlikten muaf tutulan bu aşiretlere kendi alaylarında 23 yıl gibi uzunca bir askerlik süresi getirilmiştir.
Hamidiye Alaylarında Kürtler ağırlıkta olsa da Arap, Türkmen ve Karapapak aşiretlerine de yer verilmiştir.
Kürtler, Rus ve Batı destekli Ermeniler yerine halife Abdülhamid'e dayanmayı daha gerçekçi bulmuşlardı. Abdülhamid de bir Kürd-Ermeni çelişkisinde veyahut bir Kürd-Arab çatışmasında Kürdlerden yana tavır alıyordu.
Maaş, rütbe ve silahlarla taltif edilen Kürd aşiret reisleri İstanbul'da Abdülhamid tarafından üst düzeyde kabul görüyor, alayların yaptığı taşkınlıklar, karıştıkları nice suçlar örtbas ediliyordu...
Öyle ki; Abdülhamid'e "Bavê Kurdan" denilmeye başlanmıştı.
Başta; Van, Muş ve Erzurum illeri pilot bölge olarak seçilir.
Alayların Sünni, Şafiî, Kurmanc aşiretlerden olmasına özen gösterilir.
İlk başta 36 olan alay sayısı sonradan 65'e yükselir.
Her alayda, alayın seçildiği aşiretten iki binbaşı, dört yüzbaşı, sekiz de teğmen bulunurdu. Bunun için aşiretlerden askeri okullara belli sayıda genç gönderme zorunluluğu vardı.
1896'da ikinci bir tüzük çıkarılmıştır.
En güçlü alaylar Hasenan, Haydaran, Milî ve Miran Aşiretlerine aitti.
Halifeye sadık Kürdler için en yüksek askeri rütbe miralay yani albay iken,
(Wan-Patnos) Haydaran Aşiret reisi Kör Hüseyin Paşa'ya ve (Viranşehir) Milî Aşiret reisi İbrahim Paşa'ya mirliva yani tuğgeneral, Cizre Bölgesindeki Miran Aşiret reisi Kel-keçel Mısto-Mustafa'ya da paşa rütbesi verilmişti.
Kürd aşiret reislerinin çocukları açılan Aşiret Mekteplerinde okuyabiliyorlardı…
Kur'an, Tecvid, Tarih-i İslâm, Fransızca dili ve Matematik gibi derslerin okutulduğu bu mekteplerde devletin arzusu dışında milliyetçi düşünceler de yeşerebiliyordu.
Başka aşiretin emri altında askerlik yapmaktansa kendi alayımı kurayım mantığıyla yeni yeni alaylar kuruluyordu.
Alayların halk arasındaki popülaritesi yüksekti;
"Aşiretlerin askeri gücünün yasallaşmasında devlet tarafından kendilerine sağlanan nişanların, unvanların, rütbelerin ve imtiyazların büyük bir katkısı olmuştur. Bu enstrümanlar ayrıca rakip çevredeki diğer aşiretler arasında şeref kazanmak isteyen bu kişilerin Hamidiye Alaylarına katılmak için çok istekli davranmalarına da yol açmıştır. Kürtlerin bu sisteme yönelik ilgisi o kadar büyüktü ki aslında Hamidiye aşiretlerine mensup olmayan köylüler bile Hamidiye teşkilatının sağladığı vergi muafiyeti benzeri muhtelif imtiyazlardan ve şereften istifade etmek için kendilerini, belli bir ücret karşılığında, aşiret mensubu gibi alaylara kaydettiriyorlardı, hatta bunun için yerini değiştirenler dahi oluyordu. Bu katılımları teşvik eden Kürt aşiret ağaları ise bu sistemle devlet katında yasal/resmi tanınma elde ediyorlardı. Kürt reislerinin askeri bürokratik sistem içinde desteklendikleri bu yeni dönem Kürt emirlerinin XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde Yavuz tarafından resmen tanınmalarından sonraki ikinci tanınma sürecidir…" (Janet Klein, Süleyman Sabri Paşa ve Bayram Kodaman'dan aktaran
Nihat Karademir, Sultan Abdülhamid ve Kürtler, Nûbihar yy. 2016)
Kürtlerin Abdulhamid tarafından silahlandırılıp örgutlendirilmesinden en fazla rahatsızlık duyanlar Ermeniler idi.
Gerçekten de 1896 yılındaki sosyal çatışmalarda ve özellikle Hınçak militanlarının katıldığı 1894 Sason Olaylarında Hamidiye Alaylarının binlerce Ermeni'yi öldürdüğü tarihlere geçmiştir.
11 Mayıs 1895'te İngiltere, Fransa ve Rusya Berlin Antlaşmasının 61. Maddesinin uygulanması için Osmanlı'ya sert bir nota verirler. Büyük devletler verdikleri notada, şikayetçi oldukları Hamidiye Alayları'na dair Bab-ı Ali'den ciddi sınırlamalar getirmesini isterler.
Rusya ve İran da alaylardan hoşnut olmamış ama özellikle Ermenilerin Batı destekçisi İngiltere alayların hepten tasfiyesinden yanaydı. Abdülhamid ise sözkonusu şikâyetleri savuşturmayı bilmiştir...
Kürt aşiretlerine neredeyse özerk bir statü kazandıran Hamidilik sisteminin, ne derece Kürdlere ne derece devlete yaradığı yine Abdülhamid'in beklentilerini ne derece karşıladığı tartışılır ama İttihatçıların, Alaylara sıcak bakmadıkları kesindir.
Abdülhamid'i alaşağı ettikten sonra, alayların fikir babası Zeki Paşa'nın görevine son veren İttihatçı yönetim, ordudaki Kürt reislerinin subay çocuklarının rütbelerini söküp önde gelen aşiret reislerini tutuklamaya başlar.
İsyan eden Abdülhamid yanlısı Milî aşiret reisi İbrahim Paşa'nın silahlarını teslim etmeyip kendisi hakkında verilen Haleb'e sürgün kararına uymadığı görülünce tutuklanmak istenir. Paşa, Osmanlı askerinin takibinden kaçarken Nusaybin civarında ölür.
Haydaran aşiret reisi Kör Hüseyin Paşa ise İran'a kaçmak zorunda kalır…
Çesitli sebeplerden dolayı alayların tasfiyesinden vazgeçen İttihatçılar,
1910'da çıkardıkları yeni bir nizamname ile sayıları o zaman 64 olan alayları kendi politikalarına göre ıslah etmeye çalışırlar. 1913 yılındaki düzenlemeyle de isimlerini Hafif Aşiret-İhtiyat Süvari Alayları olarak değiştirip alayların bağlı bulundukları merkezi de Erzurum 9. Kolordu'da kaydırırlar. Bu durum, Birinci Cihan Harbi'ne dek devam eder. Alaylar, Balkan Savaşlarına kısmen, cihan harbine ise dört ihtiyat süvari fırkası ve Van merkezli bir süvari tugayı ile katılmışlar. Cibranlı Halid Beg'e bu savaşta gösterdiği kahramanlıklardan dolayı miralay rütbesi verilirken, 3. Hamidiye Alay Kumandanı Cibranlı Maksut Halid Beg ve Hasenanlı aşiret reisi Halil Haydar bu savaşta Rus öncü birlikleri Ermeniler tarafından öldürülürler.
Alaylara dair kim ne dedi?
Alaylar hakkında yapılan analiz ve değerlendirmeler tekdüze olmayıp çeşitlilik arz etmektedir.
Hamidiye Alaylarının karıştığı ğasp, talan ve cinayetler az olmayıp mağdurların büyük kısmını Ermeniler ve Kürt köylüleri oluşturuyordu.
Botan'ın eski köklü ailelerinden mir Bedirhanîlerin yönetimindeki Kürdistan Gazetesi yeni güç Hamidiye Alaylarının sahadaki durumunu şöyle resmediyordu;
"Ellerinde silah, arkalarında Sultan'ın fermanı ve imtiyazı olan Hamidiye Alayları diğer Kürtlerin köy ve kasabalarını basıyor ve talan ediyorlar. Mağdurlar hükümete başvuruyor, ama sonuç alamıyorlar, sonuçta bu insanlar güvenliklerini sağlamak için gidip Hamidiye'ye kaydolmak istiyorlar." (14 Eylül 1901)
Öte taraftan aynı gazete, Aşiret Mektepleri ile Kürd aydınlanması arasındaki olumlu bağa dikkat çekmekten geri durmamıştır...