Politik Kürtlüğün Arifesinde

Kürd toplumu için modern anlamda bir ulus devlet talebinde bulunmamak 19. ve 20.YY'ın Kürt aydın-alim şahsiyetlerini işbirlikçi, statükocu, pasif ve egemen güçlerin oyuncağı yapmadı.

Siyasal Kürtlüğün henüz gelişmediği 19. Yüzyılın sonları ile 20.YY'ın başlarında, Kürtlerin dinî-millî aktörleri daha çok sosyo-kültürel bir Kürtlüğe vurgu yaptılar.

Öyle ki; Kürdistan Gazetesi yazarları, Kürd Teavün ve Terakki Cemiyeti üyeleri gibi yetkin kişilikler, Seîdê Kurdî en-Nursî gibi Kürdlerin dertleriyle dertlenen güçlü karizmatik otoriteler bile Kürdleri Osmanlı'dan ayıracak bağımsızlık gibi bir siyasal statü peşinde koşmayı gerçekçi bulmamışlar.

Hatta; 1919-1920'lere yani Kürd milliyetçiliğinin ivme kazandığı savaş sonrası yıllara geldiğimizde, Kürdlerin o devirdeki en güçlü örgütü olan Kürdistan Teali Cemiyeti'nin yine Hilafete-Osmanlı'ya bağlı bir özerkliği savunduğunu öğreniyoruz.

Bunun dışsal faktörü bellidir.

Gerçekten de devrin küresel güçleri olan Rusya, Fransa ve özellikle İngiltere'nin mandasını kabul etmeden bağımsızlık gibi bir siyasal egemenliği kazanmak mümkün değildi. 93 Harbi, Ayastefanos, Berlin ve Yeniköy Antlaşmalarından anlaşıldığı üzere bu küresel aktörlerin politik masalarında Kürtler bikere barbar, vahşî olarak damgalanmışlardı. Onlar, Kürdlerin yer yer kavgalı oldukları komşuları olan Ermenilerin hamiliğine soyunmuşlardı. Bu uluslararası anti Kürd konsept Sykes-Picot ve Sevr-Lozan Antlaşması'nda da değişmemiştir…

Mevcut küresel düzenin aleyhlerinde işlediğinin bilincinde olan dönemin Kürd aktörlerinin güttüğü söz konusu siyaseti sadece dış dinamiklerin şekillendirdiğini savunmak eksik ve yanıltıcı olacaktır.

Seyyid Abdulkadir, Dr. Abdullah Cevdet, Liceli Ahmet Ramiz, Çermikli Mirîkâtipzade Ahmet Cemil, Mutkili Halil Hayali, Süleymaniyeli Tevfik, Babanzadeler, Bedirhaniler ve Bediüzzaman gibi çaplı şahsiyetlerin politik milliyetçi bir Kürtlük yerine sosyo-kültürel bir Kürdlüğü merkeze alıp onu takviyeye çalışmalarının nedenlerini doğru analiz etmek için iç koşulları daha fazla irdelemek gerekir. Diğer bir tabirle Kürdlerin sosyolojisini;

kavgalı, parçalı, göçebe yaşam tarzını, yoksulluk ve yoksunlukla boğuşan ekonomisini, ilkel diyebileceğimiz aşiretçi sosyal yapısını, eğitimsiz bırakılan koca bir coğrafyasını..!

Özetle; dışsal faktörlerin zaten elverişsiz olduğu devrin politik Kürtlüğü taşıyacak iç dinamikleri de yetersizdi.

Örneklendirmek için eğitimi baz aldığımızda veriler hiç de iç açıcı değildir.

Kendinden önceki sultanlara nispeten iki adım önde olsa da Sultan Abdülhamid dönemi Kürdistan'da modern eğitimin son derece kısıtlı olduğu görülüyor. Gayr-i müslim okullarıyla ne nicelik ne de nitelik olarak rekabet edecek seviyede olmayan bu okullardaki eğitim, Batı illerine oranla da çok geriydi.

Bitlis'te beş, Diyarbakır'da dokuz, Erzurum'da dört, Mamuratülaziz'de yedi, Halep'te on yedi, Sivas'ta on, Van'da sekiz ve Musul'da üç rüşdiye okulu (ortaokul) açılmıştı.

1905-1906 yılı istatistiklerine göre resmi idadi (lise) sayısı Sivas'ta 3, Mamuratülaziz'de 2, Musul'da 1, Van'da 2'dir. Yine aynı bölgede bulunan Erzurum ve Erzincan'da birer adet askeri idadi bulunmaktadır.

Erzurum, Elazığ ve Diyarbekir'de yatılı bölge ilkokulları, 1906'daki istatistiklere göre öğretmen ihtiyacını karşılamak için de Erzurum, Diyarbekir, Sivas, Wan, Hakkari, Harput ve Musul'da öğretmen okulları açılmıştır.

Açılan her okulda eğitim verilmediğini de not ettikten sonra bölgede büyük bir eğitim kıtlığının yaşandığı sabit olur.

Batı'da ise sadece Aydın ilinde dört bin, Konya ilinde üç bin iptidai mektep yani ilkokul açılmıştı.

Buna karşılık; Ermenilerin sadece Van'da 800'ü kız olmak üzere 2180 öğrenciye eğitim verebilecek kapasitede 11 civarinda mektepleri vardı.

Amerikalı yazar George Hepworth; Harput ve Antep'teki misyoner okulları ile Erzurum'daki Ermeni kolejinin gerek sağlık koşulları gerekse de verilen eğitimin niteliği açısından tüm Osmanlı okullarından ileri olduğunu belirtir.

(Ebubekir Hazım Tepeyran, Bayram Kodaman, Hepworth, Lynch'ten aktaran Nihat Karademir; Sultan Abdülhamid ve Kürtler, Nûbihar yy.)

Van Valisi Tahsin'in Selanik'te bulunan arkadaşı Celâl Derviş'e (Deriş), 1914 yılı başında gönderdiği ilginç bir mektup ise tüm durumu özetler mahiyettedir.

"Aziz Kardeşim Celâl;

... Van hakkında gördüğünü korkunç bir vaziyette görenler ve gösterenler hain-i vatan veyahut abtal heriflerdir.

Kürtlük; korkulacak değil ağlanacak, acınacak bir haldedir. Ne yol, ne mekteb, ne hayat-ı siyâsiye ve içtimâiye hiçbiri yok…

Asayiş o derece takarrür etti ki tarif edemem. Üç aydır beş yüz bin nüfuslu vilâyette dört adi katl var. İhtimal Üsküdar'da bir ayda bunun beş misli olur. Arazi meselesini de korkunç görürler, temastan kaçarlardı. Kimseyi tehdit  etmeden şu mühim meseleyi de yüzde seksen neticelendirdim. İslam'ı da Ermeni'si de memnun, bu mesele neden dolayı senelerce uzatıldı.

Evkaf Nazırı Hayri Beyefendi'nin himmetleriyle Van'da Medrese-i Zehra-yı Reşadiye namıyla cesîm bir müesseseye, üç tane de ibtidai leyli medreseye başladık. Burada mekteb iyi bir nam almadığından ismi bozmadık, medrese ama bildiğimiz leyli mekteplerdir. Birkaç nahiyeyi kaza yaparak halka huzur rahat gösterdik. Telgraf Nâzırı (Allah razı olsun) lütf etti, mühim noktaları telgraf ve telefonla bağladık. Şimdi ticarette, esnafta büyük bir fark var. Mir Mehmet, Mehmet Şakir ve şürekasını tepeledik. Bunların öldürülmeyeceğine çünkü İslam halaskârı olduğuna halkta bir itimad hasıl olmuş idi. Ne hacet geldiğimde bazı jandarma zabitanının efendim, bunlar ölmez on senedir kaç defa müsademe oldu. Bizden vurdu fakat kendileri vurulmadı. Buyurunuz efendim işte asayiş memurları. Tepelenince halet-i ruhiye değişti hepsi gazanfer (aslan) kesildi…

Vilayat-i Şarkiyye meselesi bence katiyen musannadir (sun'i-yapay), hiçbir şey yoktur. Ermeni ile İslam'ı ayıran Kürt ağası, Ermeni komitasi fakat bunların re's-i kârında (başında) da memurin-i hükümet…

Sizi temin ederim Filorina kazası kadar ehemmiyet-i iclariyesi olmayan şu vilâyette umrân ve terakki için her şey misside Ben de bu yolu tuttum. Halk munistir, muti'dir. Kime rast gelirseniz, bağırarak söyleyiniz. Vilâyât-ı Şarkıyye'de mesele yoktur. Hatta bu vilâyette âdi cinâyet yoktur. Daha ziyâde yazamayacağım.

16 Kânunusani 1329 (29 Ocak 1914) Tahsin

(Sait Çetinoğlu, "Van ve Ermeni Direnişini Anlamak", Toplumsal Tarih Mart 1996, Sayı: 27, s. 24-25.)

Kürdistan'da fen bilimlerinin okutulmayıp sadece dini ilimlerin verildiği ve masraflarının halkın bütçesiyle karşılandığı sivil medreselerde eğitim dili Kürtçe iken modern okullarda eğitim dili Türkçe idi...

Tabi; tüm bu iç ve dış olumsuz koşullarda Kürd toplumu için modern anlamda bir ulus devlet talebinde bulunmamak 19. ve 20.YY'ın Kürt aydın-alim şahsiyetlerini işbirlikçi, statükocu, pasif ve egemen güçlerin oyuncağı yapmadı.

Onlar sadece Kürt toplumu için değil, Türk ve Arap toplumu için de ulus devlet formunu kodlamadılar.

Hatta; bir taraftan "Kürtlükleri uykuda" Kürdleri eğitim ve faziletle milliyetlerine sahip çıkmaya davet eden Said-i Nursi diğer taraftan millîyetçi duygularını frenleyemeyen Türk ve Arap kavimlerini ırkçılık tuzağına karşı uyarır ve onları İslâm Birliği idealini gerçekleştirmek için gereken çabayı sarf etmemekle, Kürd ve benzeri kavimlerin haklarını vermemekle itham eder… (Hutbe-i Şamiye)

Kürdistan'ın bağımsız olmadan da hürriyetine kavuşabileceginin özlemiyle yanıp tutuşan dönemin Kürt önderleri tüm gayretleri ile Kürtlüğü güçlendirip yükseltmeye; aşiretler arası çatışmaları bitirmeye, Kürdistan'ı modern okullarla, modern okulları da Kürdçe ile tanıştırmaya yoğunlaşırlar.

Bedirhaniler, ilk kez Kürdistan isimli bir gazeteyi Mısır'da çıkarırken Halil Hayali, Ziya Gökalp ile birlikte Kürdçe alfabe ve gramer hazırlar. İkinci Meşrutiyet İnkılabı'nın sağladığı özgürlükçü ortam kısa ömürlü fakat önemli idi. Millî derneklerde patlama yaşanıyordu.

Seyyid Abdülkadir ve arkadaşları Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti'ni kurarlar. Ardından, Kürd Neşr-i Maarif ve Kürd Talebe Cemiyeti Hêvî açılır. Kürd ulus bilincinin ve okur-yazar oranının yükselmesi için Kürd medyasında Kürd diline, tarih, edebiyat ve kültürüne dair yazılar belirgin derecede artar...

Bediüzzaman ise kendi tabiri ile; Kürdlüğü lekedâr etmemek için Padişahın iradesini ve susması için verdiği rüşveti red edip tımarhaneyi ve sonrasında işkenceli hapishaneyi kabul eder. (Divan-ı Harb-i Örfi )

Din ile fen bilimlerinin birlikte okutulacağı, çok dilli uluslararası Wan Medresetüz-Zehra Üniversitesi gibi model bir eğitim kurumu için tam 55 yılını verir...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi