ayşe düzkan
teneshir age
bu yazı hetero ilişkilere odaklanıyor; bunun sebebi patriyarkanın heteroseksüel ilişkiler üzerinde yükselmesi ve tam da bu sebeple eşcinselliği dışlaması. eşcinsel ilişkiler, hegomonik olan hetero ilişkilerden izler taşısa dahi başka dinamikler söz konusu, o yüzden bu yazının konusu değil.
başlıktaki ifade bana ait değil. yıllar yıllar önce bir arkadaşımdan duydum. şakanın izahı tadını kaçırır ama herkes ingilizce bilmiyor, bilmek zorunda da değil, o yüzden kısaca açıklayacağım; 13-19 yaş arasını kastetmek için kullanılan teenage kelimesine gönderme yapıyor.
yaşlanmak bir kusur değil, insan yaşlandıkça aşkı, cinselliği geride bırakmak zorunda da değil.
insan dendiğinde aklına erkek gelenler bu cümleyi gayet makul karşılıyor. ama kadınları da hesaba katınca bir duraklıyorlar; örneğin şu aralar sokağa çıkması yasak olacak yaşta bir kadın, eğer evliyse eşinin taleplerini tabii ki... fakat bekârsa bir partner arayışında olması! genç görünmeye, güzel görünmeye zaman ve para ayırabilecek, hatta buna mecbur olunan mesleklerden kadınlar belki; kendilerinden en az yirmi yaş büyük bir erkeğe ömrünün son yıllarında eşlik etmek isteyebilirler tabii, bundan doğal ne var, diye kuruluyor patriyarkal zihniyet.
pınar altuğ’un, kendisinden sadece dokuz yaş küçük yağmur atacan’la evlenmesinin ardından, onunla ilgili neredeyse her haberde bu duruma değinildi; zaman zaman da "kendisinden yaşça küçük eşiyle mutluluk pozları veren…" gibi ifadelerle; magazin acımasızlığı diye bir şey vardır, malum. mutlulukları poz mudur bilemem ama 2008’den beri evliler. ve hâlâ röportajlarda ona sadece eşinin kendisinden genç olması değil, kendisiyle aynı boyda olduğu için topuklu ayakkabı giydiğinde ondan uzun görünmesi "meselesi" de soruluyor! evet, erkek sadece daha yaşlı değil, daha uzun da olmalı. röportajlarda sormuyorlar ama daha fazla para kazanması da gerekiyor.
bütün bu kriterlerin bir toplumsal iktidara işaret ettiğini görmemek için çok uğraşmak gerek. partnerin, git gide daha fazla bir etiket, kast göstergesi olduğunu da unutmayalım. bir erkeğin kendisinden daha yaşlı bir kadınla birlikte olması –tıpkı şişman ya da güzel sayılmayan bir kadınla birlikte olması gibi- yenilgi işareti sayılırken ve bir kadının ondan daha fazla bilmesi, çoğu erkek için romantizmi ve arzuyu öldüren bir faktörken, bir erkeğin kendisinden birkaç kuşak genç, genellikle hayatın başında olduğu için henüz onun kadar başarılı olmamış kadınlara meyletmesi ve bunun, en "eşitlikçi" zihinler de dahil olmak üzere, epeyce olağan sayılması, tesadüf olabilir mi? kadınların daha erken çöktüğü, cinselliğe ilgilerinin daha erken yaşlarda azaldığı falan gibi safsataları bir kenara koyalım, lütfen. erkeklerle kadınların cinsellikle ilgili ihtiyaçları arasında bir fark yok. çoğu kadın, erkeklerin cinsellik aracılığıyla ulaşmaya çalıştığı şeylere –kendini genç, güçlü hissetmek, örneğin- tamah etmiyor. kadınların yaşlanma sürecinde, geçmiş hayatlarının nasıl olduğuyla bağlantılı, farklı dinamikler işliyor. örneğin hayatı patriyarkal ilişkilerden ibaret kalmış, kalmak zorunda bırakılmış kadınlar yaşlandıklarında yani çocukları büyüyüp, cazibeleri azaldığında toplum tarafından çöp muamelesine layık görülebiliyor. ama bu topraklarda da yaşayan bazı kültürlerde, kadınlar yaşlandıkça -ve cinselliklerini geride bıraktıkları varsayıldıkça- bilgelikleri değer görebiliyor. ya da mesleği, ilgi alanları bulunan kadınlar yaşlandıkça patriyarkal yükümlülüklerden kurtulup güçlenebiliyor. dedim ya, değişken dinamikler var.
erkeklerde durum biraz farklı. kimisi yaşlılığında hayattan da emekli edildiğini hissedip acılaşıyor, kimi bunun acısını çevresindeki kadınlardan çıkartıyor. hayatı ilerledikçe başarısı süren ya da artanlar –ki bunlar genellikle yaratıcılık içeren işlerle ya da siyasetle meşgul oluyor- yaşlandıkça kaybettiklerinin yerini bu başarının dolduracağı yanılsamasına kapılıyor. insanı mahcup edebilecek bir düşünce. ama mahcubiyet egemenlerin kolaylıkla vazgeçebildiği duygulardan, değil mi.
bir erkek, eserlerini, fikirlerini beğenen bir kadının, onu bir âşık olarak beğenmeyebileceğini anlamakta zorlanıyor, anlasa bile bunu dikkate almıyor. çünkü sahip oldukları yani başarı, yetenek, para, her neyse ona istediği her şeyi elde edebileceği hissini veriyor ve kadınları birer "şey" olarak görüyor. beğenildikçe daha da pervasızlaşabiliyor.
ama daha önemlisi, bir kadının iradesini dikkate almamak, gücünü, egemenliğini kanıtlıyor. tacize maruz kalanların genellikle çok genç kadınlar olmasının sebebi sadece daha cazip olmaları değil, daha savunmasız olmaları.
birazdan, politika konuşulan bir mecrada yadırganacak bir ara başlık atacağım. yadırganabilir çünkü çoğumuz özel alanın politik olduğu fikrini duyduk ama sindiremedik. hayatın, yasalarla falan müdahale edilemeyecek ancak farklı mücadele biçimleriyle değiştirilebilecek alanları bulunduğu, o mücadele biçimlerinin ve alanların da politik olduğu fikri hâlâ çoğumuz için yabancı.
flört nasıl edilir?
bu sorunun cevabı çok basit tabii ki. karşılıklı atılan adımlarla. bir adım atarsınız, karşınızdaki de bir adım yaklaşırsa, ikinci bir adımı atarsınız. her şeyi bilip anladıkları inancında ve iddiasında olan erkeklerin kafasının karışık olduğu nokta burası. örneğin selam vermesi bir adım mı yoksa olağan görgü kuralları çerçevesinde mi ele alınmalı? işte bir tek onu bilemiyorlar.
karşısındaki insanın herhangi bir davranışının ne anlama geldiğini anlayamamak egemenlerin kullanabildiği bir lüks. kadınlar, bu lüksü pek tanımıyor. bazen kendilerini korumak için, bazen toplum onlara başkalarının duygusal ihtiyaçlarını giderme görevini yüklediği için, diğer insanların duygularını algılayabiliyorlar. ama tıpkı her yere arabayla gitmenin insanı yürümekten alıkoyması ve sağlığına zarar vermesi gibi, başkalarının duygularını hesaba katmamak da insanı eksiltir, eksiltiyor. ve şuna şüphe yok; insan baksa, umursasa görür, anlar.
şerefsizlik, haysiyetsizlik, sapıklık dediğiniz şey, toplumun erkeklere bahşettiği hakların, ayrıcalığın tezahürleri. o ayrıcalıklara sahip olanlar bağırıp çağırmadan önce kendini yoklamalı, değil mi.
bu konuda söyleneceklerin önemli bir kısmı bu aralar konuşuluyor, tartışılıyor. benim aklımdakiler de burada yazdıklarımdan ibaret değil, onlar da başka bir yazının konusu olacak.