Ragıp Duran
Titanic Medya…
Önce genel manzaraya bakalım: Erdoğan, 18 Nisan günü, erken seçimlerin 24 Haziran’da yapılacağını açıkladı. Ve o günden sonra siyaset alanında inisyatifi kaybetti, gündemi belirleyemez oldu. İktidar o günden bugüne giderek artan bir ivme ile irtifa kaybediyor, geriliyor, zayıflıyor. Bu tespit kamuoyu anketlerine de yansıdı. Dahası genel siyasi ve psikolojik atmosfere de… Araya Gezi’nin 5. yaşgünü de girince, korku imparatorluğunun zırhları delinmeye başladı. İnsanlar sokakta, evde, iş yerinde, medyada eskiye oranla daha cesur, daha cüretkâr, daha mizahi bir şekilde muhalefetini ifade ediyor artık. Çünkü iktidarın zayıfladığını, gidici olmaya başladığını öngörebiliyor. Bir umut bulutu kapladı etrafı. Erdoğan, mitinglerinde artık topluma yeni bir mesaj veremiyor. Konuşmalarının yarısından fazlası muhalefete cevap yetiştirmekle geçiyor. Erdoğan’ın ondan fazla resmi ve özel TV kanalında naklen yayınlanan miting ya da konuşmaları reyting listelerinde 20. sıranın bile altına düşmeye başladı. Dizilerin tekrar özetleri bile daha çok izleniyor. Yurttaş, ekranda Erdoğan’ı görünce zaplamaya başlıyor, birkaç kanaldan sonra Erdoğansız bir programa takılıyor. İktidar açısından daha da vahimi, yüzde 60’dan fazla oy aldığı Giresun ve Ordu gibi kentlerde Başbakan Yıldırım’ın mitingleri alanın yarısını bile dolduramıyor.
Umut bulutu o kadar yaygın, o kadar büyük ki, seçimlerin OHAL rejiminde, olağanüstü adaletsiz ve eşitsiz bir ortamda yapıldığı, iktidarın barışçı bir şekilde çekip gitmeyeceği bilindiği halde, yine de muhalefetin kazanacağı kanısı egemen.
Sosyal medyada eskiden çok aktif olan iktidar yanlısı troller, yani Aktroller ya da Akbotçular da uzunca bir süredir sessiz. Ajitasyon-propaganda, çarpıtma ve gizleme bile yapamıyorlar. Ya maaşlarını kestiler ya da ideolojik bavulları boşaldı.
Burada bir parantez: Sosyal medya bütün toplumu bire bir yansıtabilen hakiki bir ayna değil, olamaz da zaten. Hatta Twitter, Facebook ve İnstagram gibi sosyal medyanın üç büyük mecrası bile, toplumu yansıtmak açısından kendi içinde farklılıklar gösteriyor. Dolayısıyla sosyal medyayı tek, en önemli ya da tayin edici bir kriter, bir ölçüt olarak kabul edemeyiz. Öte yandan, sosyal medya bir kalemde kenara atılacak bir alan da değil tabi. Toplumu okumak, yansımalarını görebilmek için gerek siyasi, gerek sosyolojik, gerekse psikolojik olarak bize bir dizi ipucu veriyor sosyal medya.
Bugün ortamı daha iyi anlayabilmek için, bir, iki, üç önceki oylama dönemleriyle kıyaslayabiliriz. O eski zamanlarda inisyatif hep Erdoğan’da idi, her gün kamuoyu anketleri yayınlayıp ne kadar güçlü olduğunu göstermeye çalışıyordu. Muhalefet pısırıktı, toplum, özellikle muhalif kanat, HDP’nin dışında kalan kesim pasifti, umutsuzdu.
Durumun olumlu bir şekilde değişmesinde bir çok faktör rol oynadı: İktidar yıpranmıştı, gerilemeye başlamıştı. Saray’ın yalanları, çelişkileri, saçmalıkları bir bir ortaya dökülmeye başladı. Adaletsizlik çırılçıplak ortaya çıktı. Muhalefet ise bu sefer canlı idi, dinamik idi. İnce, Akşener, Karamollaoğlu ve tabi ki Demirtaş dört bir yandan iktidarı fena sıkıştırmaya başladı. Özellikle İnce, mesela Kılıçdaroğlu’nda hiç görmediğimiz bir dinamizmle, genel olarak doğru bir siyasi-ideolojik çizgiye sahip. Akşener de kendi açısından başarılı. Karamollaoğlu ise aslında Erdoğan’ın Demirtaş’tan sonra en çok çekindiği lider. Çünkü Saadet Partisi, AKPli gayrı memnun seçmenin yeni evi olma potansiyeline sahip. Özgürlükler, milli irade, gelecek* ekonomi ve halkı birleştirme konusunda İnce, milliyetçilik ve devletçilik konusunda Akşener, dini duyarlıklar konusunda da Karamollaoğlu, barış ve demokrasi konusunda da Demirtaş, Erdoğan’ın elindeki bütün kozları almış durumda.
Bir iktidar, ideolojik bütün aygıtları, siyasi, idari, ekonomik farklı kurumlarıyla aslında büyük ve çok parçalı bir kurum. İktidarın bu bileşenlerine, bu unsurlarına tek tek baktığımızda, her birinde derin bir bunalımın izlerine kolaylıkla rastlayabiliyoruz. Ekonominin perişan halini bizzat Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, İngilizce olsa da, itiraf etti. Bürokrasi hatta yargı da artık yavaş yavaş olası yeni konuma göre pozisyon alıyor. Bürokrasiden gelen seslere kulak kabarttığımızda, ‘’Düşen iktidarın yanında durmayalım, biz de düşeriz. Bu işin sonunda suç ortağı olarak yargılanmak var’’ türünden cümleler duyuyoruz. Yargıçlar savcılar bir sonraki duruşmayı genellikle 8 Temmuz sonrasına veriyor. Yargılamalarda esas kriter hukuki olmayıp siyasi olunca, ’’Hele bi dur bakalım! Önümüzü daha iyi görürüz’’ refleksi ön plana çıkıyor.
Gelelim şimdi medyaya. İktidar gibi medyanın da kimyası bozuluyor. Çöküşü öngörenler şimdiden kıvırmaya başladı. Özellikle Muharrem İnce’nin karşısında hükmen mağlup olan gazeteci müsveddeleri, iktidara kedi, muhalefete kaplan kesilmenin faturasını ödeyeceklerini anlar gibiler. İnce’nin performansı karşısında, ki şimdiye kadar alışmadıkları/bilmedikleri bir siyasi figür, yelkenleri suya indirdiler. Kısacası rezil oldular. Mesela İnce, bunlardan birine ‘’Yok söylemem, söylersem gider Erdoğan’a yetiştirirsin!’’ dedi ki aslında çok ağır bir söz. Herhangi bir gazeteci böyle bir itham karşısında ya gerekli cevabı verir ya da kalkar stüdyoyu terkeder. Somut vakada, sözkonusu kişi ikisini de yapamadı. Hakaret sayılabilecek bu suçlamayı yedi ve sindirdi. Aslına bakarsanız hak etmişti de… Çünkü kendisi gazeteci değildi. Keza ‘’Sen git bu soruyu önce Erdoğan’a sor bakalım, sorabilecek misin?’’ sözü de bir gazeteciye yönelik çok ağır bir suçlama. Ama onu da yedi. Çünkü verecek cevabı yok, çünkü orada gazeteci olarak değil, iktidar sözcüsü olarak oturuyor. Öyle olunca da İnce’den gelen salvolarla yıkıldı gitti. İşin bir başka güzel yanı sosyal medyaya da yansıdı. Muhaliflerin, hakiki gazetecilerin ağızları kulaklarına vardı.
Yandaş medya kendi içinde zaten bir süredir sorunlu. Mesele sadece Davutoğlu taifesi ile Erdoğangiller arasındaki ihtilaf değil, az Reisçilerle çok Reisçiler, Süper Reisçilerle Uber Reisçiler bir süredir zaten gizli açık bir şekilde kapışıyordu. Artık gizliliğe gerek kalmadı. Habertürk’ün bir köşe yazarı Hürriyet’in bir yazarına aslında şahane bir yazı yazdı. Yazı bir portre olarak sunulmuştu. Ne var ki yazarı da farkında değildi ama o yazı aslında bir otoportre idi.
Gazeteci kılıklı eski AKP'liler devirlerinin son ermekte olduğunu hissediyorlar. Bir tanesi geçenlerde itiraf etti: ‘’Bunlar bizi yargılayacak’’. Bir başkası daha önce korkusunu yazmıştı: ‘’Erdoğan giderse bizi Yassıada’ya gönderecekler!’’. Hakiki gazeteci ise, giden ya da gelen iktidara göre konum almaz. Çünkü o her zaman tüm iktidarlara karşı kamu çıkarını savunmakla yükümlü.
Yandaş medya bir yerde daha, büyük bir açık verdi ki Saray herhalde çok kızmıştır. İnce ile yaptıkları iki programda da, İnce’yi sözümona sıkıştırmak, boşa çıkarmak, çelişkilerini sergilemek için ısrarla geleceğe dair plan ve projelerini sordular. Golcü santrfor Muharrem pası aldı ve gayet iyi değerlendirerek 15 dakikada iki gol daha attı. Belli ki iyi hazırlanmış, şemalarla grafiklerle mevcut durumu anlatıp eğitim, sağlık, dış politika gibi alanlarda neler yapacağını gayet güzel anlattı. ‘’Ben Cumhurbaşkanı olunca…’’ diye başladığı cümlelerinde herkesin kabul edebileceği güzel, umutlu bir gelecek vaat etti. İşin ayrıntısını bilmeyen biri de sanır ki, bu röportaj Muharrem İnce’nin Cumhurbaşkanı seçildikten sonra yapılan ilk toplu söyleşi. Kendinden emin, makul, ikna edici bir siyasi lider vardı karşılarında. İnce’yi sıkıştırma, çelişkilerini sergileme amacıyla başlattıkları saldırı geri püskürtülmüştü üstelik de İnce, bu saldırıyı kısa süre içinde kendi lehine çevirmeyi başardı.
Yandaşlık işte böyle bir şey: Akıllı, her soruya cevap verirken taşı gediğine oturtan, dosyalarına hâkim bir siyasetçi ile söyleşi yaparken, meslek ilkelerini değil Reis’in ilkelerini savunursan, kamu çıkarını değil, mevcut iktidarın çıkarını düşünürsen, gazetecilik yapmış olmuyorsun ve tıpkı çökmekte olan siyasi iktidar gibi sen de bu çöküşten payını alıyorsun.
That’s the way it is!(*)
(*) That’s the way it is (İşte budur durum) Amerikalı efsane haber sunucusu Walter Cronkite’ın bülten kapanırken izleyicilere ilettiği mesaj. Bir de Beatles’dan George Harrison’ın ‘’That’s the way it goes’’( İşte böyle olur bu işler) başlıklı bir şarkısı vardır ki şöyle başlar:
‘’Radyoda bir adam bir şeyler söylüyor/ Söylediklerinden hakikaten pek bir şey anlamıyorum/ Galiba borsadaki hisse senetlerinden filan kaybetmiş/Durmuş ve çökmüş/ Anlıyorum ki korkuyor/İşte böyle olur bu işler’’