Fehim Işık
Toplumu ırkçıların mı savaş karşıtlarının mı öncelik ve hassasiyeti yönlendirmeli?
Son bir haftada hassasiyet üzerinden tanık olduğum 2 ayrı olgudan yola çıkarak kendimce bir ‘hassasiyet’ analizi yapmak istiyorum. Derdim yergi değil ama bunca zulmü yaşamış insanların hassasiyetleri niye göz ardı edilir, bunu göz ardı edenlere de, göz ardı edilmesini önerenlere de, kendimce derdimi, önceliklerimi, hassasiyetlerimi anlatmak istiyorum. Şunu da biliyorum tabi. Bu derd, öncelik ve hassasiyet sadece benim değil, emin olun benim gibi düşünen çok ama gerçekten çok sayıda insanının derd, öncelik ve hassasiyetidir. Üstelik bunlar, çözümü isteyen ve savunan, ölümlerin durması için onca baskı ve eziyeti göze alan insanlardır.
Önce bu yazıya vesile olan durumu dilim yettiğince aktarmaya çalışayım.
10 Kasım günü Batman’da Atatürk’e Kürtçe ağıt yakılmasına ilişkin okuduğum bir haberden yola çıkarak görüşümü şimdilerde 280 karaktere izin veren twitterden paylaştım. Şunları yazmıştım:
İstiklal Mahkemeleri'nde Türkçe bilmediği için savunması alınmayan, idamına karar verilen, idam edilen Kürt gençleri var. Bu yok saymanın mimarı da hiç kuşku yok Cumhuriyet'le birlikte Türklüğü esas alan Atatürk. Atatürk'ün devleti, şimdi emirle Atatürk'e Kürtçe ağıt yaktırıyor.
Bu yazdıklarıma olumlu olumsuz birçok tepki geldi. Sosyal medyada her tepkiye yanıt vermek bazen içinden çıkılmaz noktalara da götürüyor. Bu nedenle sadece önemsediklerime, yanıt verdim. Bunlardan biri de yöneticisi olduğum Artı TV’nin programcısı, Gazete Duvar yazarı, sevgili dostum Aydın Selcen’di. Sevdiğim, tatlı sıradışılığı, fikirleri, Kürtleri gerçekten anlamaya çalışan yönüyle önemsediğim Selcen’e lisani münasiple yanıt vermemek benim açımdan ayıp olurdu.
Aydın Selcen’in günün hassasiyetini ve buna bağlı öncelik kriterini öne çıkaran kısa twiti şöyleydi:
Yanıtım da kısaydı. Şöyle yanıtladım Selcen’i:
Niye olmasın ki abim? İmam Hatipli çocuğa Kürtçe ağıt yaktıran zihniyetin önceliği ne? 1924'ten bu yana hep bugünkü öncelik bu mu, diye sorulur. Diyarbakır Dağkapı'da Şeyh Said'in, Harput Buğday Pazarı'nda Seyid Rıza'nın asılışını unutmadığım sürece başka öncelik oluşmuyor.
Neyseki Selcen’le twitleşmemiz çok ciddi bir aksiyona neden olmadı. Ben de o da 3-5 küfürle paçayı kurtardık. Ama güzel olan şuydu ki Aydın Selcen’e ilham kaynağı oldum ve Gazete Duvar yazılarından birini bu konuya ayırdı. Açık diyeyim, yazısında da katılmadığım çokça ibare var ama nihayetinde görüşünü söyledi, görüşümü söyledim. Gerisi okuyana kalmış.
Bu hassasiyet menşinlaşmasından birkaç gün sonra bu kez Levent Gültekin’in Twitter’de özellikle Kürtleri sallayan twiti geldi.
Twit şöyle:
Gün içinde twiti görmüş ama es geçmiştim. Akşam, tutumunu eleştiren HDP’li vekiller de dahil birçoklarına ısrarla üstten bakarak verdiği yanıtları görünce direk ona değil ama twitini alıntılayarak ben de görüşlerimi eleştirel bir üslupla yazdım. Kendi yazdıklarımdan önce HDP’li yeni ve eski vekillere verdiği birkaç yanıtı alıntılamamda yarar var.
Bu yazışmaları görünce şunları yazdım:
El insaf! Şimdi kalkıp bu twit HDP'lilerin lincidir, onların cezaevine atılmasının onayıdır desek, hemen karşı çıkacak. Ama vallahi de billahi de bu mantık, aynen öyledir. Kürdün öldürülen gencine sahip çıkıyorsan cezaevine atılman müstahaktır, deniyor. Yazık! Koroya katılmış!..
Levent bey, lütfedip bana da yanıt verdi.
Yanıtı şöyleydi:
Eh! Yanıt verilmesi gereken bir yaklaşımdı. Şunları yazdım Levent beye:
Ayıp olduğu inancında değilim, Levent bey. Çatışmada öldürülen genç kadın, o yörenin insanı, HDP'li vekillere oy veren insanların yakınları. Bir hassasiyet diğer hassasiyeti görmezden gelmeye engel değil. Bir de unutmayalım, orada yaşanan manevi bir durum söz konusu. En fazla da bu maneviyatın yaşanmasının engellenmesi -ki devlet bunu 100 yıldır yapıyor- kini, nefreti büyütüyor. Yöre insanı gerillanın ölümünü savaşın bir parçası görüyor ve bizzat yaşamını yitiren kişi bunu tercih ettiği için bu ölümleri kabulleniyor. Tam da bu kabullenme nedeniyle ölümün acısını yaşayanlara teselli olunması, bölgedeki her siyasetçinin dikkate alması gereken bir hassasiyettir. Bunu anlamak için biraz daha içerden, biraz daha yaşayarak bakmak lazım. Şu da var. Sizin eleştirileriniz kadar size eleştiriler de olur. Ölümün hassasiyetini yaşayanların eleştirisini doğal karşılamanız gerekir. Küfür ve hakaretleri, edep dışı saldırıları dışında tutuyorum. Siz nasıl değerlendirirsiniz bilmem ama bunca aklı başında insan eleştiriyor ise dikkate almanız gerektiğini düşünüyorum...
Bu yazdıklarıma da şunları söyledi:
Levent beye son olarak "Siz sözünüzü söylediniz, ben de görüşümü yazdım. İzlediğim kadarıyla özellikle eleştirdiğiniz HDP'lilerden çokça aklı başında eleştiri de var. Dikkate alıp almamak size bağlı tabi. Ama görüşleriniz nedeniyle linç edilmenizi, hakareti, küfrü doğru bulmam, karşı çıkarım..." dedim ve kendi açımdan sosyal medya üzerinden konuyu daha fazla ayrıntılandırmayı bitirdim.
Elbet, bu yazılanları yeniden buraya almamın nedeni, hassasiyet ve önceliklere ilişkin görüşlerimin daha anlaşılır olmasını sağlamaktır.
Söz konusu menşınlaşmaya neden yaklaşım, özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra, yani şiddetin yoğunlaştığı son 2-3 yılda giderek artmaya başladı. Bu işin bayraktarlığını ise daha çok CHP’liler yapıyor. Neredeyse Kürtler adına siyaset yapan, yazan, çizen herkese "Böyle davranmaya devam ederseniz, müstahaksınız" demeye getiriyorlar. Dokunulmazlıkların kaldırılmasında da, onca ölüme karşın duyarsız davranmaya da bu yaklaşım neden oldu.
Böyle düşünenlerin hassasiyet dedikleri aslında, ağırlıkla Türkiye’nin ırkçı-milliyetçi kesimlerinin Kürtleri yok sayan söylemlerdir.
Örneğin bu kesimlere karşı kalkıp Atatürk’ü eleştiremezsiniz. Atatürk'ün 1923 Lozan Anlaşması’ndan sonra Türklüğü esas alan, Kurtuluş Savaşı’nın başat ortağı Kürtleri yok sayan politikalarına söz edemezsiniz. Eleştirdiğiniz zaman, birilerinin hassasiyetine dokunursunuz.
Oysa aynı Atatürk’ün 1923 Lozan Anlaşması öncesinde Kürtlere verdiği sözler ile 1924 Anayasası sonrasında oluşan tabloyu incelediğinizde, emin olun ilk göreceğiniz bugünkü siyasetin tohumlarının ta o zamanlardan atıldığıdır.
Kürtlerin ve Türklerin ortak vatanını kurmak için Kurtuluş Savaşı’nı Kürtlerle başlatan Atatürk, ayakları yere bastıktan sonra Osmanlı’nın ‘Etraki be idrak" dediği Türk kimliğini başat kimlik saydı; nihayetinde bu görüş dönemin Adalet Bakanları’ndan Mahmut Esat Bozkurt’un "Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır" sözleriyle perçinleşti.
Mahmut Esat Bozkurt bu sözleri 1930’da söylediğinde Dersim İsyanı henüz yaşanmamıştı. Ancak Beytüşşebap, Şeyh Said, Ağrı, Zilan kalkışmaları, tepkileri yaşanmış ve onbinlerce Kürt süngüden geçirilerek katledilmişti. Bozkurt ,resmi ideolojinin mihenk taşını oluşturan bu yaklaşımı, dönemin milliyet gazetesindeki Ağrı Dağı’nı sembolize eden mezar taşlı karikatürde yer alan "Hayali Kürdistan burada metfundur" yani "gömülüdür" sözlerinin hemen ardından söylemişti.
Bu katliamlar, ölümler 1938’e kadar devam etti.
Uzatmayayım, Kürtler yeniden 1960’larda siyaset sahnesine çıkıncaya kadar da artık Türkiye’de bir tek Türklük vardı. 1960’larda yeniden sahneye çıkan Kürtler için ise Kürt ve Kürdistan sözleri yok, sadece Şark ve Şarklı vardı.
Peki, niye Şark ve Şarklı derdi, bu Kürtler kendilerine?
Çünkü toplum, Kürt ve Kürdistan’a düşmandı. Bu sözleri söylemek o kadar kolay değildi. Dönemin solundan etkilenerek TİP, TKP içinde siyaset yapan Kürtlere de, "Hassasiyetleri önemseyin, önceliğiniz Kürt ve Kürdistan olmasın" ‘telkinleri’ yapılıyordu. Kürtlerin başka şansı da yoktu. Niçin olmadığını öğrenmek isteyen de dönemi, İletişim’de yayınlanan anılarında ayrıntıları ile dile getiren Tarık Ziya Ekinci’nin bin sayfayı aşan anılarından okuyabilir.
Şimdi de aynı tablo var.
Şiddet büyüdü, Kürtlük ve Kürdistan kavramları yeniden tu-kaka edildi. TBMM tutanaklarında Türkçe’ye bile ihanet edip Kürdistan sözcüklerini küçük harfle yazmaktan tutun Kürdistan diyeni dediğine pişman edecek tutumlar geliştirmeye kadar her şeyde, eskiye dönüş başladı.
Bir tek bu mu?
"Ölenin hesabını ancak Allah görür" diye bildiğimiz Müslümanlığın en önemli desturuna bile karşı çıkılıp insanların ölülerine sahip çıkması da istenmiyor.
Suruç ve Ankara katliamlarından bu yana yaşananları düşünün.
Cizre’de, Sur’da, Silopi’de, Yüksekova’da, Şırnak’ta neler yapıldığını bir kez daha aklınıza getirin.
Bırakın cenazelerin günlerce sokakta, buzdolabında bekletilmesi ya da cenazelerin bütünlüklerinin bozulmadan teslim alınmasını, cenazelerinin uzuvlarının her birini bir kentten alan aileler oldu.
Öldürülenlerin önemli çoğunluğu sivildi, gençti, kadındı, çocuktu, öğrenciydi...
Bunlara böyle davranan devletin PKK’lilerin cenazelerine, yaralılarına nasıl davrandığını varın siz düşünün. Google’da küçük bir tur atsanız kafaları, kulakları, başka uzuvları kesilen veya sağ yakalanıp infaz edilen PKK’lilerin görüntülerine bolca rastlarsınız. Bu görüntüler uzayda çekilmedi. Bu ülkede çekildi ve bunları yapanların bir teki hakkında bile soruşturma açılmadı.
Durum bu ama hala Kürde, "Türkiye’nin her tarafından oy almak istiyorsan hassasiyetlere dikkat edeceksin" sözleriyle akıl verilir.
Kürtlere yönelik katliamları hoş gören, uygulayan zihniyetin temsilcileri Kürtlerden oy isterken Kürtlerin hassasiyetini düşünmez hatta bu siyasetle patır patır Kürtlerin bir kısmından oy alırken ölüme karşı çıkan, ölüm olmasın diye çaba gösterene de "Önceliğimiz bu değil, hassasiyetleri kaşıma" denir.
Oysa tam aksini savunmak gerekmiyor mu?
Hassasiyetler kaşınmadığı, insanlar korkunç gerçeklerle yüzleşmediği sürece bu tablo aynen devam etmez mi?
Ölümün durması için öncelik nedenleri araştırmak, böylece bu nedenlerin sonuçlarını ortadan kaldırmak değil midir?
Bugün insanların ölülerine sahip çıkmasını bile provokasyon gören 'hassasiyet' açıktır ki 1924’te bu ülkeyi tekçiliğe mahkum eden ırkçılıktır. Sonuç ise bugün yaşanan korkunç savaştır.
Önceliğimiz, hassasiyetimiz bu savaşı durdurmak değilse nedir?
Irkçılığın, kör milliyetçiliğin hassasiyetini düşündükleri kadar ölümün, öldürmenin, ölmenin önüne geçmenin önceliği ve hassasiyetini her kesimi düşünerek hesaba katmayanlar bilmeli ki Şırnaklı gençler de, Edirneli gençler de yaşanan ırkçılık ve kör milliyetçilik nedeniyle ölmeye devam edecekler.
Önüne geçmemiz gereken, önceliğimiz, hassasiyetimiz budur; bu olmalıdır...