Doğan Özgüden
Türkçülük Günü kutlayanların tarihle imtihanı
Tam yedi gün sonra tüm Türkiye düzeyinde sandık başına gidilerek Tayyip Erdoğan'ın 20 yıllık saltanatına son verilip verilmeyeceği belirlenecek... Yurt dışında 27 Nisan'da başlayıp yarın sona erecek olan oylamalarda şimdiye kadar 1.387.945 oy kullanıldığı açıklandı. Beş yıl önce yapılan 2018 seçimlerinde yurt dışında toplam 1.358.584 oy kullanılmışken bu yıl daha ilk altı günde bu sayının çoktan aşılmış olması, yurttaşların değişim için seferber olduğunun sayısal göstergesi...
14 Mayıs seçimlerinde Tayyip Erdoğan'ın saltanat sarayından dışlanması, kendisini destekleyen partilerin de Meclis'te azınlığa düşmesi, özgürlük ve demokrasiden yana herkes gibi benim de beklentim...
Bununla birlikte, tüm seçim kampanyası süresince her gün yeni bir baş döndürücü vaatte bulunan Kemal Kılıçdaroğlu'nun çevresinde beş sağcı partinin başkanlarıyla iki metropol belediye başkanlarının oluşturacağı "Cumhurbaşkanı Yardımcıları Konseyi" ve de yine onların dayatacağı isimlerden oluşacak "Bakanlar Kurulu" konusundaki endişelerim dağılmış değil.
Nasıl olmasın ki, büyük umutlarla girdiğimiz Mayıs ayının 3. günü, müstakbel cumhurbaşkanı yardımcılarından ikisi, İYİP lideri Meral Akşener ve CHP'li Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş, Türk ırkçılığının sembollerinden olan Türkçülük Günü'nü kutlamakta bir an için bile tereddüt etmediler.
1 Mayıs'ın ilk haftası, yıllardır benim için, işçi sınıfının uluslararası mücadele ve dayanışma günü olan geleneksel 1 Mayıs dışında, Cumhuriyet tarihine üç kara günün damga vurduğu haftadır.
Bu kara günlerden ilki, 12 Mart Cuntası'nın dayatması ve TBMM çoğunluğunun onayıyla Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan'ın 6 Mayıs 1972'de idam edilmesi, ikincisi 1977'de 34 kişinin yaşamını yitirmesi ve 136 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan 1 Mayıs Taksim Meydanı katliamı ve üçüncüsü Türk ırkçılarının 1945'te 3 Mayıs Türkçülük Günü kutlamalarını başlatmasıdır.
TÜRKÇÜLÜK GÜNÜ'NÜN İLK KUTLAMASI KARANLIK BİR SÜRECİN BAŞLANGICIDIR
Türkçülük Günü'nün 1945'te ilk kutlaması, özünde, CHP iktidarı döneminde sosyalist yazar ve şair Sabahattin Ali'nin alçakça katledilmesiyle sonuçlanacak karanlık bir sürecin başlangıcını belirleyen olaylardan biridir.
Türk ırkçılığının fikir babalarından Nihal Atsız, Orhun Dergisi'nin Nisan 1944 tarihli 16. sayısında, Başbakan Şükrü Saracoğlu'na hitaben bir açık mektup yayımlayarak, Sabahattin Ali, Ahmed Cevat Emre, Pertev Naili Boratav ve Sadrettin Celâl Antel'in Marksist faaliyetlerde bulunduklarını yazmış, "komünistleri kolladığını" ileri sürerek devrin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'i istifaya çağırmıştır. Bu yazıdaki provokasyon sonucu başta İstanbul ve Ankara olmak üzere bir çok şehirde antikomünist gösteriler yapılmıştır.
Atsız'ın yazısına karşı Sabahattin Ali bir hakaret davası açmış, davanın 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan duruşması sırasında ırkçı gençler Ankara'da gösteriler düzenlemiş, 9 Mayıs 1944 günü yapılan duruşmada ise Atsız, Sabahattin Ali'ye "vatan haini" dediği için, 6 aya mahkûm ediLmiştir. Ancak bu ceza "millî tahrik" gerekçesiyle 4 aya indirilerek infazı ertelenmiştir.
Bu davanın 3 Mayıs 1944 tarihli duruşması sırasında yaşanan “Ankara Nümayişi”nin 1945'teki yıldönümünde, Nihal Atsız, Zeki Velidi Togan, Nejdet Sançar ve Reha Oğuz Türkkan'ın başını çektiği ırkçılar 3 Mayıs'ı "Türkçülük Günü" ilan etmişlerdir.
CHP'nin desteğine sahip ırkçılar, üzerinden bir yıl geçmeden, 4 Aralık 1945'te İstanbul'da Tan Gazetesi'ni ve ilerici yayınevlerini basacak, Sabahattin Ali ile Aziz Nesin'in birlikte yayınladıkları Marko Paşa'ya her türlü baskı ve engellemeleri uygulayacak, 19 Nisan 1947'de de Mehmet Ali Aybar'ın İzmir'de yayınladığı Zincirli Hürriyet gazetesine saldıracaklardı.
Aybar İzmir’deki bu saldırıdan sonra Zincirli Hürriyet’i İstanbul’da yayınlamaya karar verecek, gazetenin 5 Şubat 1948’te tarihli sayısının manşetinde Sabahattin Ali’nin “Asıl büyük tehlike bugünkü ehliyetsiz iktidarın devamıdır” başlıklı bir yazısı yer alacaktı.
Sabahattin Ali, işte o sayının yayınlanmasından iki ay sonra, uğradığı baskı ve tehditlerden dolayı Türkiye'yi terk ederek Bulgaristan'a geçmek isterken 2 Nisan 1948’de alçakça katledilecekti.
İşte mazisi böylesini karanlık olan "Türkçülük Günü", Alparslan Türkeş'in 60'lı yıllarda MHP lideri olmasından bu yana, hem bu partinin, hem de ondan türeyen MÇP veya BBP gibi partilerin her yıl özenle kutladıkları günlerin başında gelmektedir.
"Türkçülük Günü", geçmiş yıllarda olduğu gibi bu yıl da, tam da seçim propagandasının en hararetli şekilde sürdürüldüğü bir sırada Türkiye'nin müstakbel cumhurbaşkanı yardımcılarından ikisi tarafından ırkçı sloganlar kullanılarak hararetle kutlandı.
Aslında, Kılıçdaroğlu'nun "Meral Hanım güçlü bir liderdir, Asena’dır” diye överek sahip çıktığı Meral Akşener de, yine onun bir propaganda videosunda sağ yanına alarak "Yiğitim" diye tanıttığı Ankara büyük şehir belediye başkanı Mansur Yavaş da MHP kökenli olup ideolojik aidiyetlerini hiçbir zaman gizlememişlerdir.
Kılıçdaroğlu, 25 Nisan'da Eskişehir'e yaptığı son propaganda ziyaretine "yiğit" Mansur'u da beraberinde götürmüş, üstelik miting meydanına ilerken kendisini bozkurt selamıyla karşılayanlara bozkurt selamıyla karşılık vermekte tereddüt etmemiştir.
Altı yıl önce Ankara'dan Kocaeli'ye yaptığı "Adalet Yürüyüşü"nde de bazı izleyicileri bozkurt işaretiyle selamlamış olan Kılıçdaroğlu'nun bu tavrı sürpriz de değildir...
BU SENEKİ TÜRKÇÜLÜK GÜNÜ ÖNCESİNDE BRÜKSEL'DE BİR SABAHATTİN ALİ BELGESELİ
Bu seneki Türkçülük gösterilerine her yılkinden daha fazla tepki göstermem, sadece bunu kutlayanların iki hafta sonra Çankaya Köşkü'ne "Cumhurbaşkanı Yardımcısı" olarak yerleşmeleri olasılığının yüksek olmasından değil, aynı zamanda, belgeselci dostumuz Metin Avdaç'ın 2012'de gerçekleştirdiği "Sabahattin Ali - Sabah Yıldızı" adlı iki saatlik değerli belgeseli on yıl gecikmeyle yeni görebilmiş olmamdan kaynaklanıyor.
Sabahattin Ali'nin çektikleri ve alçakça katli, daha öğrenciyken, gerek aile yakınlarımın anlattıklarından, gerekse ortaokul ve lisedeki öğrenci çevremizde konuşulanlardan belleğime kazınmıştı. Tıpkı Tan Gazetesi ve Zincirli Hürriyet gazetelerine yapılan vahşi saldırılar gibi...
Bu nedenledir ki, 60'lı yılların ikinci yarısında İnci ve ben, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınlamaya başladığımızda, geçmişin bu karanlığını yırtmayı bir görev bildik.
İlk olarak Ant’ın 12 Aralık 1967 tarihli sayısında “Yakın tarihin en korkunç siyasi cinayeti: Mustafa Suphi nasıl öldürüldü?” başlıklı incelemeyi yayınladık.
Bunu, 2 Eylül 1968’de sürgünde kaybettiğimiz Sabiha Sertel ve eşi Zekeriya Sertel’in anıları ve Nazım Hikmet üzerine yazıları izledi.
Sabiha Sertel, anılarında Resimli Ay’da birlikte çalıştığı Sabahattin Ali’ye de geniş yer veriyordu. Sabahattin Ali’yi roman yazmaya Nazım Hikmet’in teşvik ettiğini belirtirken şöyle diyordu:
“Sabahattin’in ilk romanı Kuyucaklı Yusuf, Resimli Ay matbaasında basılmıştı. Nazım makinaların başında ilk sayıyı almak için bekliyordu. İlk kopyayı alıp da yukarı geldiği zaman Sabahattin’den fazla o seviniyordu.”
Sabahattin Ali’nin katli üzerine Sabiha Sertel’in bir anısı hepimizi son derece sarsmıştı. Şöyle diyordu: “Aradan 14 yıl geçti. Hapishaneden çıkışında Nazım’la görüştüğümüz gün, Sabahattin’in öldürülmesinden söz açıldı. Nazım boynunu bükerek ‘Bir kurban daha verdik, ne yapalım, zafere kanlar içinde varacağız’ dedi.”
Bunları okuduktan sonra, Sabahattin Ali’yi Türkiye solunun genç kuşaklarına tanıtmayı ve katledilmesinin üzerindeki esrar perdesini yırtmayı bir görev bildik.
Sol hareketin ve sendikacılığın geçmişi üzerine değerli bir arşivi olan meslektaşım ve Türkiye İşçi Partisi’nden yoldaşım sevgili Kemal Sülker birkaç aylık çalışmayla bu konuda ilk ciddi eser olan Sabahattin Ali Dosyası’nı yazdı ve 174 sayfalık bu değerli kitabı 12 Kasım 1968’de Ant Yayınları’nın 9. kitabı olarak yayınladık.
Sabahattin Ali Dosyası’nı yayınlamamızdan birkaç ay önce 68 direnişindeki devrimci gençliğe karşı cankırım süreci başlatılmıştı. 25 Temmuz 1968’de İstanbul’da Amerikan 6. Filosu’nun gelişini protestolar sırasında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Vedat Demircioğlu, 28 Temmuz 1968’de Ankara’da bir öğrenci direnişi sırasında Atalay Savaş katledilmişti.
Bu nedenle kitabı okurlara sunarken şöyle demiştik: “Bu kitap Sabahattin Ali’nin yetişmesini, politik mücadelesini hangi ortamda yaptığını, nasıl pusuya düşürülüp öldürüldüğünü, duruşmada ortaya çıkan korkunç gerçekleri bir bir ortaya koymaktadır. Özellikle yeni kuşak için ibret verici bir cinayetin bütün ayrıntılarıyla bilinmesi, yeni bir terör dönemine hasret çekenlerin bulunduğu bugünün ortamında çok yararlı olacaktır.”
SABAHATTİN ALİ-SABAH YILDIZI BELGESELİNİN SORULARI YANIT BEKLİYOR
Yıllar sonra, Türkçülük Günü kutlayıcılarının da dahil olduğu Millet İttifakı kurulur, müstakbel cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu Yozgat'taki bir konuşmasında "Kandil'i yerle yeksan etmezsem bana Kılıçdaroğlu demesinler"diye kükrerken, 2021 yılı sonlarında, Almanya'nın Hamburg kentinde organize edilmiş bulunan, yazarın kızı Filiz Ali'nin de söz aldığı "Sabahattin Ali Edebiyat ve Tiyatro Günleri"nde ben de Sabahattin Ali'nin siyasal mücadelesi, bu nedenle uğradığı baskılar, en verimli çağında katledilmesi ve adının yıllarca unutturulmaya çalışılması üzerine görüşlerimi ifade etme olanağı bulmuştum.
Belgeselci dostumuz Metin Avdaç'ın 2012'de gerçekleştirdiği ve 29 Nisan 2023'te Brüksel Halkevi'nin düzenlediği bir gecede gösterilen "Sabahattin Ali - Sabah Yıldızı" adlı belgesel, altta listesini verdiğim şahsiyetlerin, ünlü yazarın yaşamı, mücadelesi, uğradığı haksızlık ve baskılar, özellikle de alçakça katledilmesi konusunda önemli tanıklıklarını, açıklamalarını ve yorumlarını içeriyor.
Filiz Ali, Rasih Nuri İleri, Hıfzı Topuz, Aydın Ilgaz, Korkut Boratav, Erol Güney, Mehmet Başaran, Halet Çambel, Altan Öymen, Zülfü Livaneli, Cüneyt Gökçer, Erdoğan Kantürer, Necip Güler, Talat Turhan, Selahattin Karabeshev, Sevengül Sönmez, Ömer Güven, Ozan Sağdıç, Zahit Atam, Ali Kocatepe, Kerem Güney, Bella Eskenazi.
Sabahattin Ali'nin nasıl öldürüldüğüne dair hâlâ farklı yorumlar var... Bulgaristan sınırına varmadan önce bir ormanda duraklarken MİT ajanı Ali Ertekin tarafından kafasına defalarca vurularak öldürüldüğü ya da sınırı geçemeden yakalanıp Kırklareli'de tutukluyken işkencede katledildiği savları mevcut.
Ancak devlet bu konuda şimdiye kadar ciddi bir anketle bu konuyu açıklığa kavuşturmuş değil... Belgeselde Hıfzı Topuz'un vurguladığı gibi, CHP iktidarından bu yana gelmiş geçmiş tüm iktidarlar ve de en son AKP iktidarı bu devlet cürmünün örtbas edilmesinde aynı derecede sorumludur, bu konuda bir "milli koalisyon" vardır.
Sabahattin Ali'nin öldürüldüğü sırada üzerinde bulunan şahsi eşyası, saati, gözlüğü bile kayıplara karıştırılmış, ailesine teslim edilmemiştir..
Eski milletvekillerinden Mustafa Gazalcı bu konuda 2004'te Meclis'e bir soru önergesi vererek cinayetin açıklığa kavuşturulmasını istemiş, o da "zaman aşımı"na uğradığı gerekçesiyle örtbas edilmiştir.
Zülfü Livaneli'nin vurguladığı gibi, "Sabahattin Ali cinayeti çözülebilseydi, daha sonraki siyasal cinayetler bu denli kolay işlenemezdi, 6-7 Eylül Olayları buy kadar kolay meydana gelmezdi. Tüm bu cinayetleri, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Uğur Mumcu cinayetleri karanlıkta kala kala birilerine büyük cesaret verdi, aydınları öldürmek nerdeyse cezasız kalan bir eylem halini aldı... En son Hrant Dink'e kadar geldi... TBMM soruşturma komisyonunun rtaporuna göre 17 bin faili meçhul cinayet var. Nasıl bir demokrasidir, nasıl bir hukuk devletidir ki, 17 bin kişi öldürülüyor ve bunların failleri bulunamıyor."
27 Mayıs 1995'ten beri, tam 28 yıldır Cumartesi Anneleri tüm baskılara ve engellemelere rağmen ısrarla bunun hesabını soruyorlar. En son, geçtiğimiz cumartesi günü 945. eylemlerini yapmak üzere Galatasaray Meydanı'nda bir araya gelen Cumartesi Anneleri polis tarafından yine engellendi ve 23 kişi göz altına alındı.
Evet, seçime bir hafta kaldı... Bekliyoruz...
Tayyip Erdoğan sarayından kovulabilirse, AKP-MHP iktidarı sona erdirilebilirse, Türkçülük Günü kutlayan ve seçmenleri bozkurt işaretiyle selamlayanların "Helalleşme" adına yapmaları gereken ilk işlerden biri Sabahattin Ali cinayetinden başlayarak tüm faili meçhul cinayetlerde ırkçıların ve de onlara sahip çıkan devletin, siyasal partilerin sorumluluğunu hiç vakit kaybetmeden açıklığa kavuşturmak, kışkırtıcılardan ve faillerden hesap sormak olmalıdır.
Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Türkiye Dosyası, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve beş ciltlik Sürgün Yazıları adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek'e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)