Pelin Cengiz
Türkiye, altıncıların kuşatması altında: Kanadalı Anagold, Çalık ile Erzincan’a musallat oldu
Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) Temmuz 2019 tarihinden bu yana geçen bir yılı aşkın sürede 2 bin 685 noktada maden ruhsatı ihalesine çıktı.
İhale alanlarının büyük bölümü korunan alan olarak ifade edilen, birinci sınıf tarım alanı, büyük ova, mera ve içme suyu havzası gibi Türkiye’nin bugünü ve geleceği için canlı tür çeşitliliğinin, tarımsal üretimin ve içme suyu ihtiyacının teminatı olan alanlar.
İhale edilen bu alanlarda madencilik faaliyetlerinin başlaması halinde pek çok bölgede doğal yaşam, insan yaşamı ve tarımsal üretimin devamlılığı mümkün olmayacak.
Tema Vakfı tarafından tespit edilebilen verilere göre, sadece geçen bir yılda Sivas’ta 135, Kütahya’da 106, Maraş ve Antalya’da 86, Afyon’da 69, Muğla’da 64, Elazığ ve Uşak’ta ise 56 alanda maden ihalesine çıkıldı.
MAPEG ihalelerinin büyük bölümünü kömür ve metalik madenciliğin yapıldığı IV. Grup madencilik ruhsatları oluşturuyor.
Her tür madencilik faaliyeti geniş alanlarda doğal alan, toprak ve su yıkımına neden olan ve kontrolü zor olup kirlilik yaratan uygulamaları içeriyor.
İhaleler Türkiye’nin kömür odaklı enerji politikalarının yanı sıra yeni dönem madencilik politikalarının yönünü de işaret ediyor.
Türkiye’nin ekoloji gündeminde özellikle son yıllarda sıklıkla yer alan altın madenleri de bu IV. Grup madenler içinde yer alıyor.
Bir ruhsatın altın madenciliğiyle ilgili olup olmadığı ruhsatı alan şirketlerin daha önce altın madenciliğiyle ilgili faaliyeti olup olmadığına bakılarak veya ruhsat alanının coğrafik ve topoğrafik özelliklerinden yola çıkılarak tespit ediliyor.
IV. Grup madenler birkaç sınıfa ayrılıyor. Sodyum, potasyum, lityum gibi 100’e yakın endüstriyel hammaddeler, linyit, taş kömürü, uranyum, toryum, radyum gibi enerji hammaddeleri ve altın, gümüş, bakır, demir, krom gibi metalik madenler yer alıyor.
MAPEG tarafından çok sık biçimde yeni ruhsat alanları açıklanıyor, bu ruhsatların izinin sürülmesiyle yeni odak alanlarının nasıl şekillendiği de belirginleşiyor.
Yerli şirketlerin yanı sıra bu alanı domine eden şirketlerin başında Kanadalılar geliyor.
Kazdağları bölgesi başta olmak üzere Balıkesir, Çanakkale ve Ege’deki altın madenciliği faaliyetlerinden geçmişte epeyce söz ettik.
Bugün, Türkiye’nin bir başka bölgesindeki, Erzincan’daki madencilik faaliyetlerinden söz etmek istiyorum.
Geçtiğimiz yıllarda Kanadalı altın madeni şirketi Alacer Gold ve Lidya Madencilik’in ortak kuruluşu olan Anagold Madencilik isimli şirket tarafından, Erzincan'ın Kemaliye ilçesine bağlı Ağıl, Dilli, Harmankaya ve Çanakçı köylerinde altın arama faaliyetleri başladı.
Bu projeye geçmişte "ÇED Gerekli Değildir" kararı verilmiş. Ancak, daha sonra verilen hukuki mücadele sonucu kararının yürütmesi durduruldu.
Sondaj çalışmalarının başlamasıyla projeden haberdar olan bölge halkı, hemen mücadeleye başladı. Ancak, o esnada şirket çoktan dört sondaj alanı açmış oldu ve bir çeşmenin kurumasının ardından faaliyetlerini durdurdu.
Bu Kanadalı altın madencileri de adeta birbirinin kopyası.
Örneğin, Alamos Gold'un odaklandığı şirket politikaları arasında "düşük maliyetli üretim" önemli bir yer tutuyor.
Geçtiğimiz dönemlerde Kanadalı Alamos Gold’un Çanakkale Kazdağları’nda gerçekleştirdiği orman kıyımı eleştirirken, şirketin internet sitesinde yer alan şu cümleye dikkat çekmiştik:
"Altın üreticisi olarak Alamos’un ana odağı, düşük maliyetli üretimde, finansal performansta ve hissedarlara değer sağlamada lider olmaktır."
Bir diğer Kanada merkezli Alacer Gold’un da Alamos Gold’dan farkı yok.
Şirketin internet sayfasında yer alan bilgilerde, şirketin maksimum değer yaratmak ve büyüme stratejini sürdürmek için düşük maliyetli bir altın üreticisi olduğunu belirtiliyor.
Lidya Madencilik’e biraz daha yakından baktığımız zaman Çalık Holding çatısı altında faaliyet gösteren bir şirket olduğunu görüyoruz.
Şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Çalık.
Lidya Madencilik, Çalık Holding’in Kanadalı Alacer Gold ile 2009 yılında işbirliğini gerçekleştirmesinden sonra 2010 yılında faaliyetlerine başlamış.
Yapılan anlaşmaya göre, Çöpler Altın Madeni’nin yüzde 20’sine ve geniş bir arama portföyünün de yüzde 50’sine ortak olmuş.
Şirketin sitesinde yer alan bilgilerde şu ifadeler yer alıyor:
"Çöpler, 2011 yılında oksitli cevherde faaliyetlerine başlarken, ortaklar Türkiye’de başka projeler geliştirmek amacıyla 50/50 ortak iştirak şirketleri kurdu. Kurulan iştiraklerden olan Polimetal Madencilik, Lidya tarafından yönetilerek, Türkiye’de yer alan altın ve bakır sahalarını geliştirmek amacı ile 2012 yılında çalışmalarına başladı.
Lidya bünyesindeki Polimetal ekibi, arama faaliyetlerinin ikinci yılında Mayıs 2013’te Balıkesir’de yer alan Gediktepe projesini keşfetti. Proje, fizibilite aşamasına dek 50/50 olacak şekilde geliştirildi ve çok yakın zamanda ortaklar karşılıklı anlaşarak projeyi yüzde 100 Lidya bünyesinde birleştirmek üzere bir anlaşma imzaladı."
Yani, Çalık Holding’in diğer şirketleri Polimetal Madencilik ve Artmin Madencilik Balıkesir’deki Gediktepe’de Alacer Gold ile beraber fizibilite çalışmalarına devam ediyor.
Çöpler Köyü, maden sahasının içinde kaldığı için faaliyete başlanmadan önce köy maden sınırlarının dışına taşındı. Projeden etkilenecek başka köyler de var. 2018’de tamamlanan sülfit genişleme yatırımı sonucu madenin ömrü 2040 yılına uzatıldı. Maden, zaman zaman siyanür kaçağı iddialarıyla da gündeme geldi.
Şirket her ne kadar şu aşamada faaliyetlerini durdurmuş olsa da, tüm faaliyet ve proje tanıtım metinlerinde ilk olarak Çöpler Altın Madeni’ni öne çıkarmayı sürdürüyor.
Erzincan’ın tek derdi bu altın madeni de değil.
Geçen hafta Kemaliye ilçesinde Fimar Madencilik isimli bir firmanın yetkilisi bölgedeki yurttaşların direnişiyle karşılaşınca tehditler savurdu.
Firma yetkilisi şahıs köy halkını, "Buraya 200 tane asker yığarım" diyerek tehdit etti. Sosyal medyaya düşen bu görüntüler büyük tepki topladı.
Son dönemde sıklıklı gördüğümüz üzere talancı şirketler, ülkenin askerini, polisini köylüyü tehdit etme aracı olarak kullanıyor. Şirketler bu cesareti göstermeyi kendilerinde hak olarak görürken, maalesef jandarmanın, polisin direnen halka karşı orantısız bir şiddet gösterdiğine de tanık oluyoruz.
Bu haksızlığa, yaşam alanlarını korumak isteyenlere karşı süren bu şiddete kim dur diyecek?
Fimar Madencilik, 93 bin dönüm bir alanda demir ve krom madenciliği yapmak üzere ruhsatlar almış. Eğer bu ruhsatlı alanların hepsinde faaliyete geçerse, dereler, bölge halkının su kaynakları ve yerleşim yerleri yok olacak.
Maden sahaları içinde 130 endemik bitki, 12 civarında endemik canlı bulunuyor.
Şirketin ÇED muafiyeti var.
Geçen hafta, 700 yurttaş o bölgedeki ruhsatların tamamına yönelik olarak idari mahkemenin yürütmeyi durdurması için dava dilekçesi verdi.
Türkiye’de çevre mücadelesinin dayanışmayı ve bir arada güçlü durmayı her zamankinden daha çok başarması gerekiyor.
Şirketler, mücadele en sıcak haliyle devam ederken bile fütursuzca köylünün arazisine, evine, köyüne çökmeye çalışıyor, bu para babaları itiraz edeni askerle, poliste tehdit etme gücünü kendinde görüyor.
Köylünün malına, mülküne arsızca sahip olmaktan geri durmayan örgütlü kötülük yapılarıyla karşı karşıyayız.
Geniş resimde durum, genel Türkiye coğrafyasına baktığımızda çok daha vahim görünüyor…