Türkiye’de soykırım gibi, cinskırım yaşanıyor!

Türkiye’de son 11 yılda 2714 kadın erkekler tarafından katledildi. Bu rakam sadece medyaya yansıyanlardan ibaret. Gerçek sayının çok yüksek olduğu düşünülüyor!

‘Türkiye’de kadına şiddeti neden önleyemiyoruz?’ sorusunu cevaplamak için adli mercilerin ihmallerinden yargıdaki cezasızlığa ve toplumsal kabullere kadar pek çok yere bakmamız gerekiyor. Ama hepsinden önce ilk olarak iktidar politikalarını gözden geçirmeliyiz.

AKP iktidarının epeyce bir zamandır, kadına şiddetle gerçek anlamda mücadele ettiğini söyleyemeyiz. Kadınların sıklıkla boşanmak istedikleri için öldürüldüğü veya şiddet gördüğü bir ülkede iktidarın en basitinden, boşanma sürecinde veya sonrasında kadınları nasıl koruyacağını araştırmasını beklersiniz. Ama bu yapılmadığı gibi, 2016’da TBMM’de bir ‘Boşanma Komisyonu’ kuruldu. Bu komisyonun amacı şuydu: "Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar İle Boşanma Olaylarının Araştırılması Ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi."

Bazılarınız burada olanları hatırlayacaktır…

AKP Isparta Milletvekili Sait Yüce, Komisyon’a davet edilen Eşitlik İzleme Kadın Grubu (EŞİTİZ) temsilcisi ve Türkiye’de kadın hakları mücadelesinin başlıca isimlerinden avukat Hülya Gülbahar'ı komisyondan kovma girişiminde bulundu. Gülbahar, devletin kadın politikalarını eleştirince, Yüce ona "Gidin dışarıda konuşun" diye çıkıştı.

Oysa Gülbahar, Türkiye’de kadına şiddeti önleme konusunda milim yol alamayışımızın nedenlerini tek cümlede özetlemişti: "Kadının hayattaki tek rolünü yaradılışı gereği anne olmaya indirgeyen bir devlet politikasını tartışmamız gerekiyor."

Belki bundan 3 yıl önce o gün, Gülbahar’ı komisyondan kovmaya çalışmak yerine söylediklerine kulak verilseydi ve devletin kadınları yok sayan aile politikası tartışılsaydı, bugün Emine Bulut ölmeyebilirdi. O gün bu tartışma yapılabilseydi, belki o komisyondan akıllara ziyan bir rapor çıkmayacak, 2017’de 348, 2018’de 395 ve 2019’da 221 kadın erkekler tarafından katledilmeyecekti.

Odak kadından çıkıp aileye kaydı

‘Boşanma Komisyonu’ndan, kadınların mücadeleyle kazandığı haklara saldırı niteliğinde bir rapor çıkınca, kadın örgütlerinin tepkisi büyük oldu. Zira odak çoktan kadından uzaklaşıp iktidarın ‘aile politikası’na kaymış, Komisyon raporunda bakanlıkların ‘aile alanında çalışan’ STK’larla işbirliği yapması önerilmişti. Konuya dair onlarca yıllık uzmanlığı olan Mor Çatı, Komisyon’da dinlenmemişti bile. Onun yerine aile odaklı ve mağdur olduğunu söyleyen erkeklerin kurduğu oluşumlara kulak verilmiş, talepleri haklı bulunmuştu.

Rapor tüm çevrelerden tepki alsa da, küçük rötuşlarla TBMM’ye sunuldu ve kesin halini aldı. Bu arada raporda yer alan, nafakaya süre sınırı getirilmesi gibi kimi öneriler, gerici basın tarafından kampanya haline getirildi. Kadınların üç kuruşluk yoksulluk nafakasına göz dikenler, yalan yanlış bilgilerle kamuoyunu etkilemeye çalışırken, bürokrasinin en kilit yerlerine aynı zihniyetteki kişiler atanmaya devam etti.

Fatma Şahin’in bakanlığı sırasında iktidarın kadın örgütleriyle kurduğu görece yakın ilişkiler ve diyalog, zamanla yok olmuştu. İktidar çoktandır kadın hakları alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarını dinlemeyi bırakmış, artık yüzünü tamamen ‘aile’ye dönmüştü. Ve bu, eşitlik temeline dayalı, kadının her koşulda bağımsız birey olabildiği bir aile modeli değildi. Bu da yetmez gibi, mağdur oldukları iddiasıyla ortaya atılan erkeklerin kurduğu oluşumlar gerici basın tarafından ciddiye alınmaya başlandı.

Bu gruplar, taleplerine yer verilen bu rapor sayesinde, görüşlerini fiili bir hükümet programı haline getirdiklerini görerek bu sayede daha da serpilip geliştiler. Gerici yayın organları onlara eskisinden de daha geniş yer verir oldu. 

Bu yayın organlarının kadınları ve kadın örgütlerini şeytanlaştıran türde yayınları giderek arttı. Kadına şiddetle etkin ve etkili mücadele için çıkarılan, şiddetin failini önleyen ve cezalandıran, şiddete maruz kalan kadın ve çocukları koruyup destekleyen 6284 sayılı yasaya ve İstanbul Sözleşmesi’ne saldırılar bitmek bilmedi.

Adında ‘boşanmış babalar’ ve ‘aile’ geçen kimi oluşumlarla ağız birliği yapan gerici yayın organları, kadınları şiddetten korumak için çıkarılan yasayı "Türkiye’de aile birliği ve bütünlüğünü temelden sarsan kanuni düzenleme" diyerek karaladı, kimi kadın derneklerini Avrupa ülkelerinin fonladığını yazarak, ülkede işine gelenin sarıldığı ‘dış güçler’ ithamlarıyla kamuoyunu etkilemeye çalıştı. Şiddet gören kadınlara destek vermeye çalışan kimi sivil toplum kuruluşları, "Türkiye’de kadın-erkek ilişkilerini sabote ederek aile kurumunu dinamitleyen STK görünümlü etki ajanlarına AB ülkelerinden destek yağıyor" diye karalandı.

Kadın haklarına saldıran erkeklerin kurduğu dernek ve oluşumların savları, bu yayın organlarında doğrudan karşımıza çıkıyordu. Kadınları koruyan 6284 sayılı yasa o sırada kimse tarafından tartışılmasa da, gerici basın bu yasadan "Değiştirilmesi gündeme gelen yuva yıkan yasa" diye söz etti. 

‘Mağdurum’ deyip hak arayan adamlar bunlar işte!

Emine Bulut cinayetinin ardından, kadınları koruyan yasaları ve nafaka hakkını hedef alan kampanyaları yürüten bir dernek başkanının paylaşımı sosyal medyada ses getirdi. Şöyle diyordu: "Aslan parçası, meydanda karıyı boğazlamış. Yüreğim buz gibi oldu. Biz bu kahraman kadar olamadık."

Aynı adam, 2015’te ulusal bir gazeteye verdiği röportajda "Karılarını öldüren kahraman babaları alınlarından öpüyorum" sözleriyle de tepki almıştı. Kadınlar hakkında çıkarılan yasaların erkekleri mağdur ettiğini iddia ederek şöyle demişti: "Devlet erkek için iki seçenek sunuyor. 'Ya ömür boyu nafaka öde, ya da onu öldür' diyor. Başka seçenek bırakmıyor."

Kadınların nafaka gibi haklarının ve eşitlik taleplerinin kendilerini mağdur ettiğini söyleyerek sözde hak arayan adamlar bunlar işte!

AKP iktidarı artık şapkasını önüne koyarak, eşitlik temeline dayanmayan aile politikalarının kadın cinayetlerine katkı sunduğunu görmeli.

Türkiye’de sadece medyaya yansıyanlardan derlenebildiği kadarıyla son 11 yılda 2714 kadın erkekler tarafından katledildi. Öldürülen kadınların gerçek sayısının bunun çok daha üzerinde olduğu düşünülüyor.

Avukat Hülya Gülbahar’ın dediği gibi, bu ülkede soykırım gibi, cinskırım yaşanıyor!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Melis Alphan Arşivi