Eser Karakaş
Güney Kore modeli asgari ücretin yarısı (2)
Dünkü yazımda (10 Ağustos 2021, Salı) Türkiye’nin önünde iki iktisadi büyüme modeli olduğunu ifade etmiş idim.
Biri Fransa, diğeri 1950’ler, 60’lar Güney Kore modeli.
Fransa’yı bize hiçbir açıdan benzememesine rağmen büyüme süreçlerinin gecikmesiz cari açık üretmesi özelliği nedeni ile seçmiştim; her sanayileşmiş zengin ülke böyle değil, Almanya’da büyüme cari fazla yaratıyor.
Türkiye hukuk devleti, demokrasi ve nitelikli eğitim meselelerini çözebilmiş olsa idi Fransa modeli yoluna girebilirdi ki fena bir çözüm değildi ama artık AKP ile imkansız çünkü bu modelin temeli büyümenin ürettiği cari açığı nitelikli yabancı yatırımlarla kapatmak.
Geriye kanımca 50’ler, 60’lar Güney Kore modeli kalıyor; başka bir ifadeyle de hukuk devletini, demokrasiyi ayaklar altına alarak çok büyük sosyal maliyetlere büyümeyi yakalamak (artık imkansız, göreceksiniz).
AKP kadrolarının akılları ermiyor ama 20. yüzyılın ortalarında bir yerlerde gerçekleşen bir büyüme modelinin 2020’li, 30’lu yıllarda tekrarlanmasını beklemek hiç gerçekçi değil.
Bu dönemde ekonomik büyüme hukuk devletini değil, hukuk devleti ekonomik büyümeyi tetikleyecek, bu kadar basit.
Türkiye’de birbirleriyle alakasız olduğu düşünülen dört konu var.
Acaba gerçekten bu dört konu birbirlerinden bağımsızlar mı?
Türkiye’de beş milyon Suriyeli mülteci olduğu söyleniyor, şimdi de "Sınırlar namusumuzdur" yazısının altından binlerce Afgan akın akın geliyorlar.
Bir AKP eski milletvekili lafı hiç ağzında ezmeden bu göçmen akınının Türkiye’nin bir düşük ücret cenneti olması anlamına geldiğini ifade etti; yeni bir kavram da var, "yeterli ücret" kavramı, asgari ücretin yaklaşık yarısı kadar ama mülteciler bu ücretle çalışmaya itiraz etmiyorlar kısa vadede.
50’lerin, 60’ların Güney Kore günümüzde imkansız modelinin bir ayağı muhtemelen asgari ücretin dahi yarısı kadar olacak bir "yeterli ücret" olacak; başka bir ifade ile de Türkiye adeta bir bedava işgücü ülkesi olacak (yüz dolar düzeyinde).
Cumhurbaşkanı Erdoğan temcit pilavı gibi bir vadede faizlerin düşürüleceğini ifade ediyor ve ertesi sabah da kurlar fırlıyorlar.
Erdoğan’ın bu tavrını kimileri iktisat cehaleti ile (aslında mesleği imiş ama), kimileri bir inanç takıntısı ile, kimileri de civarında birilerinin muhtemelen yaptığı döviz spekülasyonu ile açıklamaya çalışıyor.
Ben bu üç görüşün de kısmi doğruları olmakla birlikte meselenin altında başka şeyin yattığına ikna olmaya başladım.
Mesele göçmenlerle yani çok düşük ücret hedefi ile beraber düşünüldüğünde puzzle daha bir yerli yerine oturuyor.
Türkiye teknoloji çekişli bir ihracat değil, düşük ücret itmeli bir ihracat modeli kurmaya çalışıyor.
Temmuz 20-Temmuz 21 ihracat büyüklüğünün iki yüz milyar doları aştığı haberinin nasıl karşılandığını da hatırlayalım.
Meselenin üçüncü ayağı kömür itmeli bir enerji politikası; nükleer enerji arayışı da var ama kısa vadede buna bel bağlayamıyor doğal olarak AKP; aynen Mavi Vatan rezervlerinden de kısa vadede iş çıkmayacağı gibi.
Göçmen nüfusun Türkiye nüfusunun yüzde onunu bulacağı ve buna bağlı olarak ücretlerin çok düşük olduğu, İslam inancı öyle gerektiriyor diye değil, kurlar zıplasın diye faizlerin baskılandığı, kömür politikası nedeniyle çevre felaketleri ile sarsılan bir Türkiye bekliyor hepimizi.
Bu modelin hayata geçmesi için de hukuk devletinin sıfırlanması lazım.
Eh, her şey de gerektiği gibi yapılıyor zaten değil mi?
Göçmenler, çok rekabetçi kur (?), kömür ve hukuk devleti yokluğu.
Erdoğan’ın gözde dörtlüsü bunlar şimdi.
Demokrasiye geçtikten sonra Güney Kore sineması muazzam hamleler yapıyor, konular da biraz diktatörlük dönemine ilişkin.
Herkese öneririm bu Güney Kore sinemasını.