Melis Alphan
Türkiye’nin iklim ‘eylemsizlik’ planı
2015’te Fransa’daki iklim zirvesinde kabul edilen Paris Anlaşması Türkiye’nin de aralarında olduğu 197 ülke tarafından imzalandı. Ancak Türkiye, anlaşmayı henüz parlamentoda onaylamadı.
Paris Anlaşması öncesinde Türkiye, sera gazı emisyonlarında yapacağı azaltım planlarını içeren INDC (Kesin Katkılar İçin Ulusal Niyet Beyanları) belgesini sunmuş ancak bu belge pek çok kurum tarafından yetersiz bulunmuştu. Misal, ülkelerin planlarını inceleyen Climate Action Tracker’ın analistlerine göre, Türkiye’nin beyanları çok zayıftı.
Bir süredir, emsali olmayan bir tartışmanın da içindeyiz. Uluslararası hukuka göre Türkiye, UNFCCC (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi) çerçevesinde ‘gelişmiş ülke’ listesinde.
Oysa Türkiye, gerçekte ve diğer pek çok mekanizmada ‘gelişmekte olan’ ülke. Bu anlaşmadaki ‘gelişmiş ülke’ etiketimiz epey şahsına münhasır bir sorun yaratıyor.
Şöyle...
Paris Anlaşması, "Gelişmiş ülkeler gelişmekte olan ülkelere finansal ve teknolojik destek verecek" diyor ve bunun için Yeşil İklim Fonu’nu işaret ediyor.
Anlaşmada ‘gelişmiş’ ve ‘gelişmekte olan’ ülkeler belirtilmediği için, Yeşil İklim Fonu yönetimi -UNFCCC tanımı gereği- Türkiye’yi ‘gelişmiş ülke’ kategorisine sokuyor ve "Türkiye bu fondan faydalanamaz" diyor.
ÇİN’E, KORE’YE VAR, BİZE YOK
Yeşil İklim Fonu, Kopenhag’da kabul edilen ve bir yıl sonra kurulan bir fon havuzu. Bu fon havuzu hem kredi hem de hibe olarak faaliyet gösteriyor. Bu fona Çin, Kore, Meksika gibi ülkeler erişebiliyor ama biz erişemiyoruz.
Fonu az gelişmiş / düşük gelirli ülkeler genelde hibe programlarının finansmanı için kullanılıyor. Türkiye gibi orta gelir grubundaki ülkelerde ise büyük çaplı kredi programlarına kaldıraç etkisi sağlaması için eş katkı sağlıyor. Türkiye için iş bu noktada tıkanıyor.
Yeşil İklim Fonu’nun başlangıç olarak girdiği MDF (Multi Donor Fund) adı verilen fonlar var. Dünya Bankası gibi kuruluşlar harekete geçirilip gelişmekte olan ülkelerin faydalanacağı mega kredi/hibe fonları yaratılıyor. Türkiye, mevcut durumda bunlara erişemiyor. Çünkü Yeşil İklim Fonu yönetimi "Türkiye Yeşil İklim Fonu parasını kullanamaz, fonun dahil olduğu MDF fonlarından, Yeşil İklim Fonu’nun parasını kullanmayacak olsa bile yararlanamaz" diyor.
Türkiye ise bu rejim altında, kendisi gibi gelişmekte olan ülkeler gibi, tüm bu mekanizmalardan teknik olarak yararlanabilmek istiyor. Ayrıca, Paris Anlaşması’nı onaylarsa, UNFCCC ve Paris Anlaşması rejimleri içinde ‘kalkınmış ülke’ etiketini kabul etmiş olacağını düşünüyor.
TÜRKİYE’NİN EMİSYON PROJEKSİYONU YANLIŞ
İklim değişikliğiyle mücadele etmek için bu fona erişmeye çalışan Türkiye’nin Paris Anlaşması taahhütlerinde ise çok ciddi sorunlar olduğu ünlü akademik dergi Energy Policy'nin son sayısında yayımlanan bir çalışmayla ortaya çıktı.
Bu çalışma, Türkiye’nin taahhütlerinin, yani Ulusal Katkı Niyet Beyanı’nın (INDC), ekonomik etkilerini inceliyor.
Türkiye, 2030’da herhangi bir iklim politikasının uygulanmadığı mevcut politikalar senaryosundan en az yüzde 21 emisyon azaltım hedefi verip emisyonlarının 1.175 milyon ton CO2’dan 929 milyon ton CO2’a ineceğini taahhüt etmişti.
Oysa bu çalışma, Türkiye’nin 2030 yılı emisyonlarının bu hedeften yüzde 30 daha düşük (836 milyon ton CO2) gerçekleşeceğini öngörüyor.
İktidarın söylemlerinin aksine, Türkiye’de emisyon azaltımının maliyeti de düşük. Çalışmaya göre, yüzde 21 azaltım hedefinin ekonomiye maliyeti 2030 itibariyle GSYİH’nin yüzde 0,8 ile 1,1’i arasında olacak.
Yani, sizin anlayacağınız, Türkiye’nin ekonomik olarak kurguladığı emisyon projeksiyonu yanlış. Çünkü Türkiye, 2030 yılı emisyonunu iyimser bir ekonomik büyüme tahmini üzerinden hesaplamış.
Bu çalışma, zaten bu kadar emisyonunun olamayacağını gösteriyor. Çünkü ekonomik büyüme ile emisyonların el ele gideceğini varsaysak bile, Türkiye o kadar büyümeyecek.
Türkiye, yüzde 21 azaltım sözü verirken, aslında ‘hiçbir şey yapmayacağını', yani iklim eylemsizlik planını açıklamış oldu. İddia ettiği kadar büyümeyeceği için, 2030’u zaten açıkladığı emisyondan daha azıyla kapatacak.
Veriye odaklı bir iklim politikası oluşturamadığımızı gösteren bu çalışmada, emisyon azaltımının ekonomik yan faydaları ise hesaba dahil değil.
İstihdam, hava kirliliğinin önlenmesi, sağlık maliyetlerinin ve enerjide dışa bağımlılığın azaltılması gibi yan faydalar da eklendiğinde, düşük maliyetli olması bir yana, Türkiye iklim eyleminden kârlı çıkabilir gibi görünüyor.
Avrupa İklim Eylem Ağı’nın 2016 tarihli raporu, Türkiye’nin sadece enerji politikalarını değiştirerek 2030’a kadar enerji ithalatında 23 milyar dolarlık tasarruf edebileceğini ortaya koymuştu.
Hâlâ ne duruyoruz, anlamak mümkün değil.