Ahmet Nesin
Türkiye siyasetinde sınıf atlama sorunu!..
"Türkiye’nin siyasetinde" diye başlık attığıma bakmayın, bu hastalık bence Türkiye’nin her tarafına yayılmış vaziyette. Eğer geldiğiniz yere hak etmeden geldiyseniz yada hak ederek gelmiş ama geldiğiniz konuma hazır değilseniz, kendinize ve çevrenize verdiğiniz zararın önüne geçilmesi olanaksıza yakın. Bugüne değin Türkiye’yi yönetenler kendi arkalarından önemli birisi geliyor mu diye hiç ama hiç bakmamışlar.
Atatürk, ölene kadar lider,
İsmet İnönü, çok partili döneme kadar lider ve Bülent Ecevit’e kadar parti başkanı,
Adnan Menderes, maalesef asılana kadar lider, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Deniz Baykal, Bülent Ecevit, Alparslan Türkeş, Doğu Perinçek, Devlet Bahçeli, Necmettin Erbakan, hiçbirisi normal koşullarda bulundukları mevkiyi bırakmamış yada hâlâ devam ediyorlar. Sosyalist hareket biraz daha dengeli ama geçmişe baktığımızda onlarda da var ve biz ki onların genlerini taşıyoruz, bizim kuşakta da var.
Doğal olarak son olduğu için Recep Tayyip Erdoğan’ı örnek vereceğim. Öyle çok fazla detaya gerek yok, Recep Tayyip Erdoğan Necmettin Erbakan’ın partisinde görev yaparken partisi NATO’ya bağlılıkta pek sorun yaşamadı, sadece İsrail’in NATO’ya alınması konusunda rahatsızlığını bildirdi ama bundan dolayı siyasi görüşünü değiştirmedi.
Erdoğan ve arkadaşları AKP’yi kurduklarında da siyaseten NATO ile bir sorunları yoktu ve böyle bir tartışma belki askeriye içinde vardı ama halka yansıyan bişey yoktu. Hatta Erdoğan NATO’cularla birlikte oldu ve Avrasyacıları hapse attı. Bunu Türkiye bütün açıklığıyla ve tartışmalarıyla aylarca yaşadı. Sonra birdenbire bişey oldu, Erdoğan’a bir Ergenekon vahiyi indirdiler ve adam Avrasyacı oldu. Bu konu parti içinde tartışıldı mı, sanmıyorum ciddi bir tartışma olduğunu, reis dedi ve oldu.
Sonrasında ne oldu, Ne milletvekilleri, ne il ve ilçe başkanları, ne belediye başkanları, hiç kimse ama hiç kimse "Ben buna siyaseten karşıyım, en azından bir tartışma süresi olsun" demedi ve ne kadar seçilmiş varsa anidenbire Avrasyacı oldular. Böyle bir değişim normal bir ülkenin normal bir partisinde kıyamet kopmasına neden olur, ortalık birbirine girer ve en azından bundan dolayı ya başkan gönderilir yada ayrılıp başka bir parti oluşturulur, hem de büyük bir çoğunluk olarak.
Bu Türkiye’de yapılmıyor, o yüzden 70’lerde 2-3 demokratik tümce kuran Bülent Ecevit son dönemlerinde milliyetçi olsa da bu eleştiri konusu yapılmıyor ve aynı insanlar onu hâlâ geçmişiyle övüp başbakan yapabiliyor.
Çünkü bu insanların hepsi düşleyemedikleri bitakım yerlere gelmişler ve oralardan gitmek, mevkilerini kaybetmek istemiyorlar. Durum böyle olunca sınıf atlamaya çalışan Erdoğan da yerinde duruyor, il yada ilçe başkanı da.
Sadece onlar değil, televizyona çıkan bir avukat da hukukçu diye konuşmaya başlıyor ve programa çıkmadan önce biraz baktığı Avrasya üzerinden konuşmaya başlıyor. Sonra NATO’dan atılma olmadığını bilmediklerinden 5’i bir arada NATO’dan atılıp atılmayacağımızı tartışıyorlar.
Bu sınıf atlamaya yeminli kişilerin daha beter durumları işte tam da burada başlıyor, belirli bir para elde edip, bir de makam elde edince yada milyonlarca izlenen kanallara çıktıklarında gerçekten sınıf atladıklarını sanıyorlar. İşte tam felaket bu, çünkü bu duruma geldiklerinde artık herkesi sevdiklerini söylemeye başlıyorlar. Neden bilmiyorum ama hepsi hiçbir zaman savunmayacakları başka partilerin seçmenine neredeyse aşıklar, bu aşklarını açıkladıklarında sanıyorlar ki, CHP yada HDP birdenbire MHP yada AKP’ye verecek bütün oyunu.
Hani futbolda en çok tartışılan konudur ya alt yapıdan gençlerin yetişmemesi, oysa yetişiyor ama sen ona izin vermeden andropoza (Futbol yaşı anlamında) girmesine az kalmış yabancıları getiriyorsun ve o gençler kayboluyor. Siyasette alt yapıdan insanlar gelmiyor, bu mekanizma bu tip sınıf atlama heveslisi olan ve atladığını sanan tipler yüzünden gençlere kapalı.
Bu para anlamında sınıf atlama yada makam anlamında sınıf atlama, Türkiye siyasetinin yaşadığı bir felakettir. Sakıp Sabancı’dan ve 12 Eylül’den bir örnek vereyim. 12 Eylül’den biraz sonra Avrupalı milletvekilleri Türkiye’ye incelemeye gelmişlerdi. Sakıp Sabancı’nın köşküne gitmişler görüşmeye. Sonra da Aziz Nesin’e gelmişlerdi Nesin Vakfı’na. Yunan milletvekilinin anlattığı olay tam da söylemek istediğimi yansıtıyordu. Kapıdan girmişler, köşkün merdivenleri ve duvarlar çuhayla kaplanmış. Neden biliyor musunuz, çuha beze satın aldıkları dünyaca ünlü resimleri asmış. Evet kağıt üstünde burjuva ama burjuvaziden de bu derece uzakta bir adam. Aynı işçi sınıfının hâlâ tam olarak işçi sınıfı bilincine ulaşamaması gibi. O da Selimiye kışlası önünde sıraya girmişti teslim olmak için. Sınıf atlamak yada sınıfını bilmemek, işte bütün mesele bu.