Türkiye ve İran, geleceklerini savaşta görüyorlar

Kürtler için kritik bir zaman. Bu durum, yalnız Kürtler için değil bölge dengeleri açısından da risk. Ancak unutmayalım, Türkiye ve İran, bu riski üstlenebilecek durumdadırlar.

Mezheplerin birbirine karşı bilendiği Ortadoğu’da Kürtler açısından kritik bir döneme girildiğine kuşku yok. Bir diğer kuşku duyulmayan nokta ise Kürtlerin yalnız kendi güvenliklerini değil aynı zamanda bölgenin de güvenliğini sağlayabilecek yegâne güç olmalarıdır.

Bunun en önemli nedeni elbet, Kürtlerin mezhep kavgası ile öne çıkan savaşların içinde şimdiye kadar bu mezheplerden birinin açık tarafı olmamasıdır.

Irak’ta Saddam sonrasında iktidara gelen geçmişin mağdurları yani Şiiler, kısa sürede geçmişin Sünnilerine dönüşmekten imtina etmedi. Saddam Irak’ı hangi mantık ile yönettiyse, Irak’ın 2003 sonrasındaki iktidarları da aynı mantıkla yönetmekten çekinmedi.

Kürtler o yıllarda kendilerini koruyabilecek noktadaydı. 1991 sonrasında Kürtlerin kendi topraklarını –iç sorunlarına rağmen– yönetmeleri, Irak’ın Şii iktidarının Kürtlere istedikleri gibi davranmalarına hep engel oldu. Kürtler örgütlüydü, güçlüydü ve en önemlisi uluslararası destekleri vardı. Irak'ı yönetenler buna rağmen denediler, ancak başarılı olamadılar.

Aynı durum Sünniler için geçerli değildi. Sünnilerin merkezi olan Ninova Eyaleti, özellikle de bu eyaletin en büyük kenti Musul, bir bütün olarak merkezi iktidarın baskısı altında kaldı. Bu nedenledir ki Sünnilerin Irak’ta 2003 sonrasında yapılan seçimlere katılımı hiçbir zaman yüzde 40’ları geçmedi. Özellikle Musullu Arap aşiretleri merkezi yönetimle hiç uzlaşmadı.

Kürtler tüm bu sorunların çözümünde Şiiler ve Sünniler arasında uzun yıllar zamk görevi gördü. Uzlaşı sağlanması, Irak’ın parçalanmaması için büyük çaba harcadı. Türkiye, Irak, İran ve Suriye, Kürtlerin çabalarını da boşa çıkaracak biçimde mezhep savaşını körüklerken Kürtler bu savaşlar yaşanmasın diye uğraştı. Ancak Kürtlerin bu çabaları zaman içinde görüldü ki pek karşılık bulmadı.

Nihayetinde Musullu aşiretlerin, daha çok da geçmişin Baas-Saddam yanlısı aşiretlerinin cümbür cemaat IŞİD’in Musul’u işgal etmesine destek vermelerinin bir nedeni de bölgedeki iktidarların bu tutumudur. "Denize düşen yılana sarılır" misali, Sünniler IŞİD’e sarılmayı kendileri için kurtuluş gördüler. IŞİD’in ne olduğunun farkına varıncaya kadar da iş işten geçti.

Henüz aynı noktaya gelinmese de bazı yönleriyle benzer durum adım adım Suriye’de de yaşanıyor.

Aynı noktada olmamasını şöyle özetlemek mümkün: Suriye’de Sünnileri Esad iktidarına karşı palazlandırıp aynı zamanda Kürtlerin üzerine sürenler daha çok bölge devletleri, özellikle de Türkiye oldu. İran ise  Esad iktidarını koruma adına Şii milislerini, Hizbullah’ı devreye soktu. Irak’ta Haşdi Şabi’yi oluşturup güçlendiren İran, Suriye’de de devlet olarak savaşın içinde yer aldı. Hem İran, hem Türkiye, Suriye’de Kürtlere karşı ortak tutum geliştirdi, Kürtleri dışladılar, her biri kendi üzerinden Kürtlere bağımlılık, tabiiyet dayattılar.

Kürtler bağımlılık ilişkisi yerine özgün kalmayı, bu arada hem bölgelerini korumayı, hem de en geniş cepheyi kurup bölgenin özgürlüğü için ortak mücadele vermeyi yeğledi. Siyasi olarak Demokratik Suriye Meclisi’nin (MSD), akabinde de askeri bir yapılanma olarak Demokratik Suriye Güçleri’nin (QSD) oluşumu ve ardı ardına büyük başarılar elde etmeleri, elbet Kürtlerin bu alanda yürüttükleri dirayetli mücadelenin sonucudur.

Ortaya çıkan bu tablo bölge devletlerini, özellikle İran ve Türkiye’yi ciddi anlamda rahatsız etmişe benziyor. Hem Irak Kürdistanı’nda Bağımsızlık Referandumu kararı alınmasıyla ortaya çıkan yeni durum, hem Suriye Kürdistanı’nda özerk bölgelerin oluşması, Kürtlerle Araplar başta olmak üzere Suriye kökenli halkların ortak hareket etmeleri gibi gelişmeler farklı yönleriyle de olsa İran ve Türkiye’nin oklarının sivri ucunu Kürtlere döndürmesinin bir nedenidir.

Gelinen noktada hem Irak’ta, hem Suriye’de IŞİD’in giderek tüm alanlarını kaybedeceğinin görünmesi, her iki ülkede de Kürtlerin ciddi ve etkili askeri güçlerinin oluşması, IŞİD’e karşı başarılı operasyonlara imza atması, Türkiye ve İran’ı yeni hamlelere itebilir. Bu hamlelerde de hiç kuşku yok mezhep savaşını körüklemek, kaldığı yerden sürdürmek kullanabilecekleri en etkili silahtır.

Örneğin Musul IŞİD’den temizlendikten sonra Irak’ın Şii yönetimi İran’ın da etkisiyle emellerinden vazgeçmeyecek, Sünnilere yönelik baskıcı tutumunu IŞİD’i Sünnilerle de eşitleyerek sürdürmeyi –en azından– deneyecektir. Ellerinde de Haşdi Şabi gibi kullanabilecekleri etkili bir aygıt var ki özellikle IŞİD deneyimini yaşayan Musullu Sünniler, bu grubu IŞİD’den ayırmıyorlar. Haşdi Şabi’yi IŞİD’in Şii versiyonu olarak değerlendiriyorlar.

Bölgeyi bir başka açıdan kriminalize edebilecekleri bir yer de Kerkük. IŞİD’in bir şekliyle Kerkük’e sürüleceğine dair ciddi kaygılar var. Kerkük’ün hemen yanı başındaki Havice kentinin hala IŞİD’in işgalinde olması, kaçan IŞİD’lilerin rahatlıkla Havice’ye geçebilmeleri bu kaygıyı güçlendiriyor. Kürtleri Kerkük’te IŞİD’le yeni bir savaşın içine çekmeleri Türkiye’nin de, İran’ın da denemekten çekinmeyeceği bir olgudur ve bunun için gözü kapalı IŞİD’e destek de verirler.

Bu devletlerin Suriye’de de Kürtlere karşı kullanabilecekleri aygıtlar var. Türkiye’nin Sünni aşiretleri örgütleyip Kürtlerin üzerine sürmesi ya da İran’ın Esad rejimini Kürtlerin üzerine salması hiç de akıl dışı değil. Bir diğer deneyecekleri ise Kürtlerin ittifak kurduğu halklarla bloklarını parçalamak olacaktır. Bunun için Türkiye ciddi çabalar içinde ve tüm hamlelerini açıktan yürütüyor. Yarınki gün Suriye rejiminin rahatlaması da Kürtlerin MSD ve QSD içindeki etkisini zayıflatmak için İran’ın –direk veya dolaylı olarak– devreye girmesini beraberinde getirebilir.

Elbet Kürtlerin eli armut toplamıyor. Çaresiz değiller, hatta hiç çaresiz değiller. Kürtlerin, bunca yıllık deneyimden sonra en etkili örgütlü güç olduklarına da kuşku yok. Buna rağmen Türkiye ve İran’ın Irak ve Suriye’yi de yanlarına çekerek Kürtlerin ciddi bir zamanını çalabilecek, Ortadoğu’da taşların yerine oturmasını engelleyebilecek güçlerinin olduğunu unutmamak gerek. Bu gücü bölgeyi kendilerince dizayn etme amacıyla –organik veya zımni fark etmez– kullanacakları açık.

Tekrar başa dönerek diyelim; Kürtler için cidden kritik bir zaman. Bu durum, yalnız Kürtler için değil bölge dengeleri açısından da risk. Ancak unutmayalım, kendi iktidarlarını korumayı, bu nedenle de Ortadoğu’da ortaya çıkacak emsal yapıların önüne geçmeyi önlerine en ciddi görev olarak koyan Türkiye ve İran, halen bu riski üstlenebilecek durumdadırlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi