Fehim Işık
Türkiye'nin 'cihatçı hamiliği' İdlib'le tescillendi
Türkiye ile Rusya arasında 17 Eylül’de gerçekleşen zirvede iki lider İdlib’de çatışmadan arındırılmış tampon bölge oluşturulması konusunda uzlaştıklarını açıklamıştı. 15 Ekim’e kadar radikal grupların ağır silahlarını teslim ederek çekileceklerini ve 15-20 kilometre derinliğindeki tampon bölgenin güvenliğinin Türkiye ile Rusya tarafından sağlanacağını açıklayan Putin, anlaşmadan memnundu. Daha da ötesi Erdoğan ile başarılı bir işe imza attıklarını söylüyordu.
Anlaşma sonrasında Erdoğan’da memnuniyetini ifade eden açıklamalar yaptı. AKP yanlısı medya da durumdan memnundu. Türkiye’nin büyük bir insanlık dramını önleyen lider ülke olduğunu yazan AKP medyası, Erdoğan’ı da bu başarının mimarı ilan ediyordu.
Önce kısa bir hatırlatma.
Özellikle Suriye hükümeti İdlib’e dönük bir operasyonu Rusya ve İran desteğinde sürdürmeye çok hevesliydi. Alttan alta Suriye Demokratik Güçleri’ne (QSD) de ulak gönderen Suriye yönetimi, İdlib operasyonu için QSD’den de destek almayı umuyordu. Suriye bu arada askeri hazırlıklarını da sürdürüyor, İdlib’e dönük askeri operasyon için yığınağını artırıyordu.
Rusya ile yakınlaşan, ABD ile uzlaşamayan ayrı tellerden çalan Türkiye, İdlib sorununun çözümünde ABD ve Batı devletlerinin tezlerine yakın durdu. Bu yönüyle de Soçi Mutabakatı’nda Rusya ile ABD ve Batı adına pazarlık yapmakta bir beis görmedi.
ABD ve Batı’nın Rusya’ya mesajı açıktı: Suriye hükümetinin askeri müdahalesi sonrasında ortaya çıkacak olumsuzluklardan sorumlu olursunuz ve müdahale ederiz. Hatta ABD ve Batı mesajlarını, kimyasal silah kullanılacağı iddialarını gündemleştirerek güçlendirdi. Rusya, karşı önlem aldı. Kimyasal silah kullanımına dönük porovokatif hazırlıklar yapıldığını öne sürdü. İplerin giderek gerildiği bu dönemde nihayetinde her iki taraf Türkiye’nin önerilerinin gündeme alınmasından yana tutum takındı.
Türkiye, İdlib’deki radikal cihatçı grupları silahsızlandırabileceğini, onların kentten çıkışlarını sağlayabileceğini, sorunu müzakere ile çözebileceklerini öne sürdü ki bu konuda Türkiye ile Suriye ve İdlib’deki radikal cihadçı gruplar arasındaki sıkı ilişkiyi bilenler, bu iddianın gerçekleşebilir, en azından denenebilir bir yöntem olmasında mutabık kaldılar.
Soçi Mutabakatı, bu ilişkiler yumağında ortaya çıktı.
Rusya ile yanaşık duran Türkiye, cihatçılarla ilişkisinin semeresini Batı’nın İdlib politakalarının savunuculuğuna soyunarak toplamaya niyetlendi. Suriye’de Esad yönetiminin güçlenmesini istemeyen, cihadçıları bir rezerv olarak gören ABD ve Batı ise bu süreci Türkiye üzerinden kontrol etmeye yönelik bir adım attı. Hem Türkiye, hem de ABD ve Batı, Esad yönetiminin geleceği konusunda da benzer düşünüyordu.
Mevcut durum, öncelikle bölgedeki üslerinin güvenliğini sağlamak isteyen Rusya’nın hesabına da geldi. Soçi Mutabakatı ile belirlenen bölgelere bakarsanız, ağırlıkla Rusya’nın üslerinin bulunduğu bölgelerin güvenliğinin önemsendiğini görürsünüz.
Bu karmaşık ilişkiler ağında Türkiye ile açıktan desteklediği gruplar arasında sorun olmadığını herkes biliyor. Nihayetinde MİT üzerinden yürütülen görüşmelerde bu grupların neredeyse tamamı Soçi Mutabakatı’na uyarak ağır silahlarını teslim edip belirlenen bölgelerden geri çekileceklerini açıkladılar. Nereye çekildiklerine ilişkin çok farklı iddialar olsa da bunların önemli bölümünün Türkiye-Suriye sınırındaki Hatay’da oluşturulan kamplar ile Afrin, Azez ve Bab bölgesine çekildiklerini biliyoruz. Bu grupların aileleri ile birlikte önce Hatay’daki kamplara yerleştirileceğini, ardından ise bu grupların eli silah tutanlarının TSK ile ÖSO denetiminde olan Suriye’nin kuzeyindeki bölgelere gönderileceği, sır değil.
Türkiye, bu grupları ilerde Fırat’ın doğusu için devreye sokmak niyetinde ve bir sonraki adımda başarabilirse bu kez Halep, Guta ve benzeri bölgelerde olduğu gibi İdlib’i de silahsızlandırmanın bedeli olarak QSD denetimindeki bölgelerin silahlı gruplardan arındırılmasını, en azından bu bölgelerin Suriye yönetimine teslim edilmesini isteyecek.
Türkiye bu planını askeri olarak yaşama geçirmeyi, Rusya, ABD ve Batı’nın onayını alması durumunda Afrin’deki tablonun benzerini Fırat’ın doğusunda da yaşama geçirmeyi düşünüyor elbet. Kendisine bağlı cihatçı grupların iknasında bu politikanın ciddi payı var. Türkiye Cerablus’ta, Azez’de, Bab’da, Afrin’de radikal cihatçı grupların ganimet adı altında bölgeyi talan etmesine, halkın malına mülküne el koymasına nasıl sessiz kaldı ise başarabilecek ortamı bulursa Fırat’ın doğusu için de aynısını yapmaktan çekinmez. Bu tablo, çeteleştikleri, artık birer mafya örgütüne dönüştükleri açık olan radikal gruplar için de bulunmaz nimettir.
Elbet, bu Türkiye’nin planı ama bu planı yaşama geçirmek o kadar da kolay olmayacak. ABD ve Batı’dan gelen işaretler İdlib sonrasında siyasal çözüm sürecinin öne çıkacağını ve büyük bir aksilik olmazsa Fırat’ın doğusundaki güçlerin de artık masanın bir yanında olacağını gösteriyor. Bu döneme özgü bir politika da Suriye yönetiminin yeniden düzenlenmesinde kendini gösterecek. ABD ve Batı Esad’ın gitmesini istiyor. Rusya bu görüşe o kadar soğuk değil. Suriye’de ortak yönetim oluşturma konusunda uzlaşırlarsa işleri daha rahat olur.
Türkiye’nin öne çıkan belirgin derdi hala Kürt karşıtlığı. Ancak Türkiye, Kürt karşıtı planlarını yaşama geçirmeye dönük adımlarını atarken asıl sorun yine İdlib’de kendini gösterecek. Türkiye’nin denetimindeki radikal cihatçılar İdlib’de belirlenen bölgelerden ağır silahlarıyla geri çekiliyor. Henüz asıl geri çekilmesi istenen Heyet Tahrir Şam ile diğer Kaide yanlısı grupların tutumu net değil. Pazarlıklar sürüyor. Bu gruplar çekilme eğilimini gösterirken İdlib’de kalacakları diğer bölgelere dönük garanti istiyorlar. Bir başka bilinen talepleri ise belirlenen tampon bölgelerde Rusya ve Suriye askerlerinin bulunmaması. Radikal cihatçı gruplar, 'söz konusu bölgelerden çekilirsek bu bölgelerde Rusya veya Suriye askerleri olmamalı' diyor. Aynı talebi Türkiye yanlısı olan, geri çekilmeyi kabul edip başlatan gruplar da dile getiriyor. Rusya ise bu bölgelerin askeri kontrolünü yalnız Türkiye’ye bırakmak niyetinde değil. Suriye askerlerinin olmasa bile kendi askerlerinin bu bölgelerde Türkiye ile birlikte bulunmasından geri adım atmaz.
Önümüzdeki hafta İdlib’e dönük hesaplar için kritik bir hafta olacak. Türkiye, 15 Ekim tarihinin uzatılmasını isteyebilir ki Türkiye Soçi’deki zirvede takvimin işlemesi için yıl sonuna kadar zaman istemişti. Rusya, ilerleme kaydedildiğini görünce –ki kaydedildiği belli– süre uzatımından yana tutum alabilir.
Türkiye’nin hem Kürt karşıtlığı politikası hem de besleyip Ortadoğu’nun başına bela ettiği radikal cihatçı gruplar konusundaki hesaplarının tutmayacağı, giderek daha fazla öne çıkıyor. ABD, Batı ve Rusya tüm bu grupların hamiliğini adım adım Türkiye’ye yükledi ve nihayetinde onların temsilciliğine soyunan Türkiye’nin denetimindeki alanlar ile Türkiye’ye sürdü. Kalanları da ya ikna edip Türkiye’ye, Türkiye’nin denetimindeki bölgelere sürülmesini sağlayacaklar ya da hep birlikte imha etmekten çekinmeyecekler. Bu gerçekliğin farkında olmayanlar tüm kerameti Erdoğan’ın büyüklüğüne, Türkiye’nin güçlü bir ülke olmasına bağlıyorlar.
Sanırım işin gerçeğini önümüzdeki dönem bu gruplar Türkiye eli ile ihma edilmeye kalkıldığında, daha somut görünecek...