türkiye’nin ajda pekkan’ı

Türkiye’nin hem ses rengi hem teknik anlamda en iyi şarkıcılarından birinin yıllar boyunca botoks, dolgu, diyet ve “gerdirme” fiiliyle anılması haksızlık bence.

bu ülkenin son otuz yıldaki gündemlerini inceleyenler, bazı konuların ısrarla, tekrar tekrar, bıkmaksızın konuşulduğunu görür. bunların arasında, kimi yapısal, kronik sorunların yanında ajda pekkan’nın estetik ameliyatlarının da bulunmasını şaşırtıcı bulurlar mı bilemiyorum. ancak türkiye’nin hem ses rengi hem teknik anlamda en iyi şarkıcılarından birinin yıllar boyunca botoks, dolgu, diyet ve "gerdirme" fiiliyle anılması haksızlık bence.

apolitiktir, iktidarla mesafeli değildir, nitekim oruç tutmayanların ağırlandığı iftarlarda bulunmaktan imtina etmedi. ama zamanında aynur doğan’la keçe kurdan’ı da okuduğunu da unutmamak gerek; doğan’ın anlatımlarına göre kürtçe telaffuz konusunda çok çalışmış ve bunda başarılı da olmuş. zaten bir şarkıcıdan neden daha fazlasını bekleyelim ki? buna karşılık, bize çok güzel şarkılar hediye etti. biliyorum, şarkıların sözleri fikret şenes ve ülkü aker’e ait ama bunları söylemek de kendi tercihiydi. seveceğim, gezeceğim ve hür doğdum hür yaşarım feminist etkinliklerin gözdesidir ama açıkçası ben, bir kahvede çalışan bir kadının ağzından yazılmış olan uykusuz her gece’yi ve bir erkeği defetmek isteyen herkesin imdadına koşan ve orijinali ( gloria gaynor’ın I will survive’ı) kadar etkili olan sardı korkular’ı çok beğenirim.

bu şarkılar ajda pekkan’ın diline, imgesine yakıştı. ondan bir özgür kadın portresi çıkartmaya çalışmıyorum çünkü "özgür kadın" diye bir kalıp, model olmadığının, özgürlüğün bir yol olduğunun farkındayım. ama hep zamanının ötesinde cümleler kurdu. 1970’lerde, kendisine paris modasını soran gazetecilere, "evlenmek artık moda değil. parisli kızlar sevişmek için evlenmeye gerek duymuyor," dediğini naim dilmener onunla ilgili kapsamlı bir çalışma olan hür doğdum hür yaşarım adlı kitabında aktarır.

ajda pekkan "estetik"e indirgenemeyeceği gibi bu konuda eskisi kadar yalnız olduğunu söylemek de zor. güzellik ve gençlik git gide artan bir ivmeyle kadınlar için bir mecburiyet halini alırken, önce eğlence sektöründen kadınlar onun yolunu tercih etti. zuhal olcay artık kırkındakinden daha genç gösteriyor ama onu ilk bakışta tanımayabilirsiniz. sertab erener’in dudakları, şebnem ferah’ın memeleri eskisinden büyük. hale soygazi’nin ifadesi değişti. bunlar, o sevilen terimle "sanat"larıyla, "iş"leriyle gündeme gelmiş kadınlar. ama güzel ve genç görünmek mesleklerinin bir parçası sayılıyor!

sadece onlar mı! bankada, tekstilde, devlet dairelerinde çalışan kadınlar, kenara attıkları üç kuruşla veya kredi çekerek botoks yaptırıyor, sahte estetikçiler insanları sakatlıyor. ve anoreksiya ile bulimia yani zayıf kalma takıntısından kaynaklanan yeme bozuklukları ezici biçimde, kadınlarda ve eşcinsel erkeklerde görülüyor! insanın daha iyi görünmeye çalışmasında bir sorun yok, hele ahlaki bir sorun hiç yok. mesele iyi görünmemenin bu kadar lanetli olmasında.

ama şu soruyu sormadan bu işin içinden çıkabilir miyiz? ajda pekkan, estetik cerrahi konusunda hekimlere bilgi verecek (hakkındaki bir başka efsane) deneyime sahipken, örneğin 1976 yılında paris olympia’da birlikte çok başarılı bir konser verdiği ve berbat bir türkçeyle şarkı söylemeye ikna edecek kadar etkilediği enrico macias, nasıl oluyor da sadece tıraş olarak çıkabiliyor izleyicilerinin karşısına? ne diyet ne spor ne saç boyası…

sadece sahnede mi? neden deodorant kullanıp modaya uygun bir tıraşı tercih eden erkeği bir kategori – metroseksüel- olarak değerlendiriyoruz da, kalçası azıcık geniş, memesi azıcık küçük kadınları dertlere salıp, fönsüz saçı, manikürsüz eli yadırgıyoruz? patriarkayı, hadi o ağır geliyorsa erkek egemenliğini tartışmalarda işimize yarayan terimler olarak görmüyorsak bütün bunlarla bağlantısını kurmamamız mümkün mü?

ama bu fark bir kader mi? değil. çünkü kadınlara nasıl görünmeleri gerektiği dizilerden, magazin basınına, kliplerden reklamlara kadar uzanan çeşitli ideolojik aygıtlarla dayatılıyor. yani mesele neyin, nasıl gösterildiğiyle ilgili.

geçenlerde, filiz gazi’nin 5harfliler sitesindeki yazısı için görüştüğü canan ergüder, "kırk yaşındayım. oğlumu oynayan cast 32 yaşındaydı," diyor! bu böyle olmak zorunda mı?

tabii ki hayır. 2000’li yılların başında yayınlanıp çok popüler olan tatlı hayat adlı sitcom’u hatırlayanlar olacaktır. orada, 1936 doğumlu rahmetli çolpan ilhan, 1948 doğumlu neco’nun, 1945 doğumlu türkan şoray da 1954 doğumlu haluk bilginer’in eşlerini canlandırıyordu ve sitcom gibi geleneksel kuralların geçerli olduğu bir dalda bile gayet inandırıcıydılar. (doğum yılları wikipedia’dan.)

yine ajda pekkan’a dönelim, 1980’li yıllarda verdiği bir röportajda, nilüfer’le ilgili "sesi çok iyi ama tipi faul," mealinde bir şey söylemişti; "tipi faul" kısmını net hatırlıyorum. belki de bu nilüfer için bir şanstı, güzel bir kadın değil iyi bir şarkıcı olarak girdi hayatımıza. sonra "tipi" de değişti, eğlence sektörünün kriterleriyle bile çok güzel bir kadın oldu ve görünüşe bakılırsa, tıptan destek almadan layıkıyla yaşlandı. altmış yaşın eşiğinde, kemoterapinin hemen ardından, saçları henüz uzamışken ve fiziği genç kızları falan andırmazken, kavak yelleri düetine çektikleri klipte kendisinden on küsur yaş küçük olan feridun düzağaç’la nasıl tatlı bir çift oluşturuyor ve ne kadar hoş!

evet, patti smith gibi istisnalar, hiç bu toplara girmeden yetmiş yaşında bir ikon olmanın keyfini sürüyor ama çok niş bir alanda müzik yapıyor. ancak ajda pekkan popüler olanın alanında, böyle girdi gündemimize, sadece iyi bir şarkıcı değil, güzel giyinen, güzel bir kadın olarak. şimdiki görünümüne çıkan yola koyulmamış olsaydı, sizce bugün onu görür müydük? ajdamıza, enjeksiyonların, bistürilerin, dolguların ve daha kim bilir nelerin yolunu biz gösterdik, onu bunlara indirgemeye hakkımız var mı?

diyet botoks Ajda Pekkan