Ragıp Duran
Turuncu alarm
Salgını yaklaşık iki haftadır Batı’nın 6 büyük gazetesinden (NYTimes, WPost, LATimes, Guardian, Le Monde, Libération) izleyince hem söz konusu ülkelerdeki somut olay ve gelişmeleri öğrenebiliyoruz hem de süreç içinde gidişatı, yani kısa ve orta vadedeki eğilimleri görmek mümkün.
Rüştünü on yıllardır ispatlamış bu kıdemli gazetelerin genel yayın politikalarını eleştirmek, benimsememek tabi ki mümkün, ama mesleki açısından olumlu, sevindirici saptama şu ki, bu gazeteler her şeye rağmen hâlâ düzgün habercilikte ısrar ediyor. Hepsi de insan hayatını, kamu sağlığını ön planda tutuyor.
Haber ve somut bilgilerin yanı sıra bu gazetelerde yayınlanan uzmanların analiz, değerlendirme ve yorumları da kısa ve orta vadedeki gelecek hakkında bize ipuçları veriyor.
15 günün genel manzarasını ve bilançosunu aktarmam gerekirse 5 ana başlıkta toplayabilirim:
- Her geçen gün katlanarak artan hasta ve ölü sayısını hesaba katarsak artık felaketin eşiğine geldiğini söylemek mümkün. Zaten "Felaket" sözcüğü son 3-4 günde, ABD, İngiltere ve Fransa medyasında daha sık geçmeye başladı. Üstelik bu sözcük sadece kendi ülkelerindeki durumu betimlemek için değil salgının bütün dünyada ulaştığı düzey için kullanılıyor.
- Bu gazeteler ne kadar temkinli, soğuk, mesafeli, nesnel bir dil/üslup kullanmaya gayret etseler de panik havası artık kendini iyice belli etmeye başladı. Doktor, hemşire ve tüm sağlık çalışanlarının acil yardım talepleri, araç-gereç eksikliği, sağlık altyapısının zaaflarını yansıtan haber ve bilançolarda, kısa vadede çözümün olmadığı açıkça belirtiliyor, en azından bu durum panik havası yaratıyor. Yoksa bu ciddi gazetelerin, yapay/zorlama bir panik rüzgârı estirdiği filan yok. Olgular, olaylar, istatistikler panik için yeterli.
- ABD’den Fransa’ya, İtalya’dan İspanya’ya kadar sağlık altyapıları eskiden nispeten iyi/sağlam olarak bilinen ülkelerde bile artık bırakın acil servis/yoğun bakım yatak sayısını maske, doktor-hemşire elbisesi, solunum cihazı ve test kiti eksikliği bas bas bağırıyor. Sağlık çalışanlarının fedakârlığı tabi ki olağanüstü ama altyapı güçlü değilse ve gerekli araç-gereç, ilaç yoksa bu fedakârlığın büyük katkısı olamıyor.
- Başta ABD ve Fransa olmak üzere, doktorlar, sağlık çalışanları, onların meslek örgütleri, STK’lar, medya, yurttaşlar ve muhalefet partileri, salgına karşı zamanında önlem almamış ve krizi halen doğru dürüst yönetemeyen iktidarlara karşı eleştirilerini sertleştiriyor. Fransa’da Başbakan dahil 6 bakan hakkında dava açılıyor. ABD’de Trump’a yönelik en hafif niteleme, "Pinokyo Başkan", "Beceriksizlikte çok başarılı", "Ahlaki açıdan sorunlu"…
- Nihayet salgının ilk günlerinde ve ortalarında bu gazetelerde nadir de olsa, iyi haber, umut veren haber, gülümseten haber diyebileceğimiz haberler okuyabiliyorduk. "Korona’yı nasıl yendim?", "Doktorlar beni nasıl kurtardı?", "İlaç bulunuyor", "Aşı yolda…" türünden başlıklar vardı. Artık bunlara pek rastlayamıyoruz.
Kısaca alarm durumunda bütün dünya. Turuncu alarm. Bir hafta sonra kırmızı olabilir.
Günlük somut olguları aktarmanın yanı sıra söz konusu gazeteler çeşitli fikir ve yorumlara da yer veriyor makaleler köşesinde.
Salgının siyasi-ideolojik özellikleri ve salgın sonrası olası gelişmeleri içeren 5 başlık topladım. Her biri çok şey anlatıyor:
- Muhalefet, bir vücutta bağışıklığı sağlayan anti-korlar’lar gibidir. Yeterli ve güçlüyse, virüs vücuda girse bile onu alt edebilir. (New Stateman)
- Refah Devletine dönüş şart (Libération)
- ABD’nin sivil dini kapitalizmdir. Trump’ın açıklamaları bunu kanıtladı (Washington Post)
- Koronavirus, siyaseti devre dışı bırakmadı. İktidarın esas niteliğini teşhir etti (Guardian)
- Salgına karşı hukuk devletine saygılı kolektif bir tutum lazım (Le Monde)
Televizyona çıkıp gözümüzün içine baka baka düpedüz yalan söyleyen, gerçekleri gizleyen siyasi yetkililerden çok farklı değil mi?