Ragıp Duran
TV tartışmalarındaki şiddet ve bayağılık normaldir
Çok uzun zamandır, görev gereği Artı TV’den başka televizyon seyretmiyorum.
Geçenlerde misafir kaldığım evde IP TV’de, maç başlamadan 15 dakika önce zaplayarak Türk kanallarını dolaştım. Taş çatlasa 2 dakika dayanabildiğim programların neredeyse hepsi mafyatik dizilerdi. O kadar kısa sürede bir sürü insan tabancayla, bıçakla, boğularak öldürüldü, onlarca kadın ve çocuk dayak yedi, hakarete uğradı. Osmanlı İmparatorluğu reklamlar geçidine benzeyen dizilerde de hakimiyet, baskı, savaş, sefer ve entrika sahnelerine rastladım. Ekranlarda durum vahim. Oysa ki gerçek hayatta bu kadar şiddet yok. Televizyon olumsuzluğu çoğaltarak yaygınlaştırıp meşrulaştırıyor. Ama, iktidar açısından hala önemli bir araç. Çünkü TV, egemen ideolojinin, iktidar fikirlerinin en kolay, en çabuk ve en geniş bir şekilde yaygınlaştırıldığı mecra. Sinemaya, tiyatroya ya da kahveye pişpiriğe, muhabbete, kıra pikniğe gidecek hevesi ve parası olmayan geniş yurttaş kitlesi açısından TV hala bir numaralı eğlence ya da boş zaman geçirme aleti. Aslında sadece boş insanların boş vakti olur ya, ayrı mesele.
2002’den bu yana adım adım istibdat rejimi kurulurken eğitim ve medya egemenlerin en çok önem verdiği, yatırım yaptığı iki alan oldu. İktidar, çok sıkışınca ya da çaresiz ve parasız kalınca yazılı basın organlarından fedakârlık yapıp vazgeçebiliyor da, TV’lerini bir süre daha muhafaza etmek ve kullanmak için elinden geleni yapacağa benzer.
Sadece görselle ya da sadece sesle düşünmek, düşünce geliştirmek mümkün değil. Ya da şöyle diyelim: Sadece görüntü ve/veya sadece sesle oluşturulan düşünce dünyası gevşek, temelsiz, geçici ve uçucu olur. Çünkü düşüncenin en önemli, neredeyse kutsal mecrası YAZI’dır. Okumadan yazmadan düşünce oluşmaz, gelişmez. Özellikle de eleştirel düşünce.
Goebbels, bu nedenle propaganda faaliyetlerinde radyoya çok önem vermiş hatta sıradan aşk ve macera filmlerini bile Nazi ideolojisi için kullanmıştı.
Fındık fıstık yanına istediğiniz türden bir bardak sıvı (?) alıp koltuğa kurulup ekran karşısında saçma sapan hatta şiddet dolu TV dizileri, yarışma ya da eğlence programları izleyeceğinize, güzel bir kitap okumak, sahile inip yürümek ya da arkadaşlarla sohbet etmek akıl ve ruh sağlığına çok daha iyi gelir. Zamanınızı da daha iyi değerlendirmiş olursunuz. Amerikan egemen ideolojisi "Time is Money" (Zaman paradır) der, oysa ki Zaman Hayattır.
Arkadaşlar gönderdi, sosyal medyada gördüm, TV’deki birkaç tartışma programında katılımcılar ağır hakaretler, belden aşağı sözlerle neredeyse birbirlerine giriyorlardı. Bu şiddet ve bayalığın bir kaç boyut ve nedenini irdeleyelim:
+ Tartışma programlarına çağrılan/çıkan insanların büyük bir çoğunluğu cahil, çapsız iktidar sözcüleri. Hukukçu kartvizitini kullananlar aslında 3. sınıf avukat. Sarayın gözüne girmek için Reis’i ve iktidarı körü körüne savunup bir sonraki seçimde milletvekili koltuğu kapmanın derdinde. Hiçbir konuda uzmanlığı olmadığı halde S-400’ün teknik özelliklerinden Suriye’nin etnik yapısına kadar her konuda görüş belirtebiliyorlar. Çünkü büyük çoğunluğu muhalif olan gerçek uzmanların bir kısmı hapiste, bir kısmı yurtdışında, ülkede kalanlarsa ya çağrılmıyor ya da çağrılsa da bu tuzağa düşmemek için ekrana çıkmıyor.
+ Bu tartışma programlarının moderatörleri de masum değil. Profesyonel kolaylaştırıcı gibi davranmaktansa, onlar da, Saray sözcüsü gibi konuşuyor hatta görüş ayrılığının kavgaya dönüşmesini sağlamaya çalışıp reyting almaya çabalıyor. Bu yaklaşım çoğu zaman ters tepse de…
+ AKP dahil HDP hariç, siyasi partilerde ekrana çıkmak izne tabi. Tek Adam rejimi. CHP’li bir milletvekilinin, bizim bir gazeteci arkadaştan Genel Başkan’dan onay alabilmesi için arabuluculuk talep ettiğine tanık olmuştum. Dikkat edin AKmedya’da ekrana çağrılan CHP’liler, mevcutların en basiretsiz ve en çapsız olanlarından özenle özel olarak seçiliyor. Kendine muhalif diyen bir-iki TV kanalında muhalif diye çağrılan konuşmacıların ne kadar muhalif olduğu ise konu Kürt meselesi, Ermeni sorunu, LGBTİ bireyler, bayrak, milli ve yerli kategorideki meseleler gündeme gelince, bu sözde muhaliflerin iktidar sözcülerinden hiçbir farkı olmadığı ortaya çıkıyor. Her iki cenahta da TV’lerde danışman bordrolu kadrolu konuşmacılar mevcut. Teyp gibi bunlar. Duruma göre 1 nolu, 2 nolu, 3 nolu… kaseti sürüp yayına veriyor. Hiçbir parıltı, hiçbir özgünlük, hiçbir fikir kırıntısı yok.
+ Suriye’de Kürtlere, Libya’da yedi cihana, içeride kendisinden olmayan herkese karşı savaş açmış bir zihniyetin yönettiği toplumda, TV’ye çıkan iktidarperverlerin sakin, efendi, barışçı, akıllı ve mantıklı olmaları ihtimal dışı. Özellikle Saray’ın çöküşünün artık başladığı bu günlerde, iktidar sözcüleri, şiddet, tehdit, hakaretin dışında bir şey söyleyemiyorlar. Neredeyse bütün fikir ve iddialarının somut olarak tekzip edildiği bir dönemde, iktidarı savunmak imkânsız hale geldi. Kutuplaşmada eskiden iktidarın da desteğiyle kendini çoğunlukta, hatta milli iradenin temsilcisi olarak gören bu şahsiyetsiz şahıslar artık bu imtiyazlarının yok olduğunu gördükleri için de özel olarak hırçınlaşıp saldırganlaşıyorlar. Bu sözcüler, yetkileri artırılmış gece bekçilerinin TV tartışma programlarındaki versiyonu hale geldi.
İngiliz televizyoncu bir arkadaşımın Türk TV kanalları hakkındaki saptamaları ilginç: "Mizah, magazin hatta burlesque (Kaba güldürü) bir program sanmıştım. Tercüme ettiler, ciddi siyasi tartışma programıymış!"