Ragıp Duran
Üçüncü Abdülhamid
‘’Türkiye’nin 2002-2020 yılları arasındaki dönemi her bakımdan tam bir Reis dönemidir. Günlük hayat ve bu dönem içinde ele alınabilecek her türlü faaliyet bir şekilde bu habis dâhinin, Reis’in tesiri altındaydı. Onun tek düşüncesi kendi varlığını ve gücünü idame ettirmekti. Geri kalan her şey onun gözünde, zekâca kendinden çok daha aşağı seviyedeki birçok muhalife karşı oynamaktan memnuniyet duyduğu heyecanlı bir savaş oyunuydu. Bu muhaliflerin çoğu vatansever ve idealist kimselerdi. Bu oyun sırasında yaptığı tüm hileler, görünürde verdiği tavizler ise bu oyunu mutlak biçimde kazanma amacına yönelikti. (…)
(…) Reis’in en çok korktuğu fazla nüfuza sahip gazetecilerdi. Bu gazetecilerden biri ortaokul öğrencilerine verdiği bir konferansta Reis’in sadece ‘halka hizmet edenlerin başı’ olduğunu söylemişti. Güçlü, hırslı ve kötü niyetli bir kimse olan Reis’in buna tepkisi ancak derin bir düşmanlık hissiyle gücü uğruna amansız bir mücadele olabilirdi. Ne var ki bu yolda acele adımlar atmayacak kadar kurnazdı. (…)
(…) Muhaliflerini bertaraf etmek amacıyla ustaca taktikler uyguluyordu. Türkiye’ye hâkim olan muhalefetin yeni (demokrasi) ruhu doğal bir temele dayanmıyordu. Sadece koşulların baskısıyla ortaya çıkan etkili ve aydın liderlerin gayreti sayesinde ayakta duruyordu. Bu liderlerin bertaraf edilmesi ve basının susturulması halinde, zaten dış tehlikeler ile içerideki huzursuzluk ve memnuniyetsizlik arasında adeta çapraz ateş altında kalan memleket, mutlak hakimiyet peşindeki bir idareci için çantada keklikti. Ayrıca, muhalefetin, din ve dünya işlerini birbirinden ayırma ve ırk, renk, inanç ayrımı yapılmaksızın eşit vatandaşlık hakkına sahip olacak yeni bir ülke yaratma planları halkın bazı kesimlerinde büyük tedirginlik yaratmıştı. (…)
(…) Daha sonra komşu ülkeyle savaş başladı. Savaşın yarattığı koşullar elbette Reis’in politikasına ve amacına çok uygun düştü. Halkın ve basının dikkati dış tehlikeye odaklandı. Muhalefet basınının kendisi de tehlikenin farkında olmaksızın sık sık savaş avukatlığı yapmıştı. Vatanseverlik heyecanı içinde Fransız İhtilali’nin tüm asil anahtar kelimeleri unutulmuştu. (…)
(…) Savaşın devamı süresince Türkiye’de on yıllarca sürecek bir istibdat döneminin temelleri atıldı. Saray ve Reis tüm idarenin merkezi oldu. Çeşitli kampanyalar bile bizzat Reis tarafından yönetiliyordu. Bu da başlangıçta başarılı olan Türkiye’nin neden sonradan yenilgiye uğradığını göstermektedir. Reis’in tek derdi kendisi ve saltanatının sürmesiydi. Bu düşünce ile de hükümet işlerinin en ince ayrıntısına kadar bizzat ilgileniyordu.
Basın, Reis’in günlük işleri arasında önemli bir yer tutuyordu. Bütün gazeteleri okuyor ve gerekli gördüğü yerlere derhal müdahale ediyordu.
İktidarı boyunca iflah olmaz gördüğü idealistleri sürgüne göndermeyi, bazılarını parayla bazılarını da makam ve unvanlarla satın almayı sürdürdü. Eğitimsiz ve tutucu kesimlerin duygularını da dini ve milli söylemlerle istismar etti. (…) Öte yandan Reis’e biat eden gazetelere bol miktarda yardımlar yapılıyor ve bunlar cömertçe ödüllendiriliyordu. (…)
(…) Bir gazete, bir makale yayımlayarak, Türk basınının yurtdışında itibarının olmadığını, okurlarını etkilemediğini, diğer ülkelerdeki basın tarafından ciddiye alınmadığını hatta alay edildiğini, hiçbir şekilde dikkate alınmayarak alıntı da yapılmadığını belirtti. (…)
(…) Bir başka gazetede yayınlanan okur mektubunda, gazetelerin durumuyla ilgili memnuniyetsizlik belirtiliyor ve ‘gazeteler sıklıkla ifade edildiği gibi, sadece bir ülkenin ilerlemesini sağlamakla kalmaz; şayet dar görüşlü ve menfaat peşinde koşan kimseler tarafından idare ediliyorsa onun yok olmasına da yol açabilir’ diyordu. (…)’’
İtalik olarak dizilmiş satırlar, tam 105 yıl önce yayınlanmış bir metin: Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in başlangıç yıllarının en önemli gazetecisi Ahmet Emin Yalman’ın 1914 yılında New York Columbia Üniversitesi Gazetecilik Okulunda yaptığı doktora çalışmasından alıntılar. Bkz. S.50-59 (Modern Türkiye’nin Gelişim Sürecinde Basın, 1831-1913, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Çeviren: Birgen Keşoğlu, Istanbul, Şubat 2018, 146 s).
Metni güncelleştirmek için bazı tarih ve isimleri değiştirerek bold olarak ben dizdim. Mesela orijinal metindeki Abdülhamid ya da Padişah sözcükleri Reis oldu, Yeni Osmanlılar sözcüğü yerine muhalefet dedim. Bazı gereksiz ayrıntıları, özel isimleri de attım.
Kitabın tümü, memleketin ve özellikle de Türk basınının bir yüzyılda ne kadar ilerlediğini ya da gerilediğini somut örnek ve alıntılarla gösteriyor. Ayrıca iktidarda bulunan kişi ya da zümrenin adı tayin edici değil, ama istibdat rejimlerinin birbirine ne kadar benzediğini de gözler önüne seriyor. Bugünkü iktidarın zaten sık sık Abdülhamid’i övmesi, onu söylemde ve eylemde örnek alması da benzerliği kanıtlayan bir başka boyut.
Son bir güncelleştirme hamlesi: Bu aralar belki de Sayın Emekli Büyükelçi Eralp’e haber gönderip rahmetli kayınpederini yeniden göreve çağırmasını talep edebiliriz. Selanik’de bugün Makedonya Bölgesi İdari Merkezi olarak kullanılan Alatini köşkünü de yeniden hazır etmekte fayda var.