Koray Düzgören
Ülkenin bekası için savaş da, oy hırsızlığı da meşru!
Bu sefer memleketin bekası için her şeyi yapmaya kararlılar.
Şiddet, kanunsuzluk, hukuksuzluk, zulüm, baskı, ilkellik, diktatörlük ve savaş hepsi bir arada uygulanıyor.
Önlerinde duracak, karşı çıkacak bir engel kalmadı.
Kürtler, hakları için mücadele etmeyi sürdüren emekçiler ile demokrasi yanlısı bir avuç muhalif dışında direnen yok.
Keyfi bir şekilde zindanlara atılan binlerce tutsak açlık grevleri, ölüm oruçları ile bu mücadeleye içeriden destek olmaya başladı.
Seçildiği halde tutsaklığı süren Hakkâri Milletvekili Leyla Güven’nin, İmralı’da Öcalan’a uygulanan ağır tecrit koşullarının kaldırılması talebiyle başlattığı süresiz açlık grevi devam ediyor.
İktidar’ın, 2.5 yıl aradan sonra Öcalan’nın abisiyle görüşmesine izin vererek eylemleri sonlandırma amaçlı taktiği sökmedi. Tecrit koşulları kalkmadığı için Güven eylemine devam edeceğini açıkladı.
Ana muhalefet partisi ise iktidarın uygulamalarına meşruiyet kazandırmakla meşgul.
Savaş denildiğinde tartışmasız destek sunuyor, memleketin beka meselesi denilince hemen hazırola geçip, ön saflarda yerini alıyor.
Trump’ın Türkiye’ye yönelik son açıklaması üzerine Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın uysal, yumuşak, pazarlıkçı tavrı karşısında nasıl şahin kesildiğini gördük. Trump’a esip gürlerken adeta Devlet Bahçeli gibi konuştu.
Ülke, beka saplantısı içindeki bu hastalıklı liderlerin sayesinde her türlü saçma açıklamaya, muameleye ve hatta saldırıya maruz kalabilir. Nitekim kalıyor da…
Çünkü Suriye’nin kuzeyine girerek Kürtleri yok etme saplantısı içinde her türlü rasyonel düşünceden, mantıklı politikadan uzaklaşan bir ülke yönetiminin başka türlü bir tepkiye maruz kalması pek mümkün değil.
TÜRKİYE’NİN BÜTÜN DERDİ, BEKA SORUNU KÜRTLER!
AKP-devlet koalisyonu, Suriye’deki Kürtlere sahip çıkması, onları cihatçı katil sürülerinden ve Şam rejiminin şerrinden koruması gerekirken sürekli imhadan söz ediyor.
Kuzey Suriye’yi işgal edip terörist dediği Kürtleri yok edebilmek uğruna ABD ve Rusya ile her türlü çirkin pazarlığa girişiyor, kirli ilişkilere yöneliyor.
Üstelik de yok etmek istediği Kürtleri hiç kimse terörist olarak görmüyor. Tam tersi, Kürtler özellikle IŞİD’e karşı yürüttükleri savaşla Suriye’yi cihatçı istilasından kurtardıkları için uluslararası toplumda saygınlık, hatta statü kazandılar.
Bütün bu gelişmeler, Türkiye’yi yöneten beka saplantılı güç odaklarını çileden çıkarıyor.
ABD’nin Dışişleri Bakanı Pompeo yine üzerine basarak açıkladı, "Bizimle savaşan Kürt güçlerini terörist olarak görmüyoruz" dedi.
Türkiye istediği kadar, "Bunlar terörist ve biz onları yok edeceğiz" desin, kimse bu laflara itibar etmiyor. Etmediği gibi, "Size Kürtleri boğazlatmayacağız" ya da "Kürtleri katletmenize izin vermeyeceğiz" gibisinden ağır açıklamalar yapıyorlar.
Ülkeyi yöneten AKP-devlet koalisyonu bir yandan bu laflarla seçim öncesinde iç politika tribünlerine yönelik hamasi tepkiler vermeye çalışıyor. Bir yandan da Kuzey Suriye’yi istila edebilmek uğruna ABD ve Rusya’ya verilecek tavizlerin ne olabileceğini araştırıyor.
Ortada zavallı bir durum var. Ülkeyi yöneten beka sapkınları savaşa girebilmek ya da zaten süren savaşı daha da yaygınlaştırabilmek için dört dönüyorlar.
Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana neredeyse bir yüzyılı geride bıraktık. Ülkenin hâlâ beka sorunu olduğunu söylüyorlar ve olup biten bunca rezilliği, işlenen cinayetleri, adaletin, hakkın, hukukun, ülkenin demokrasi, refah ve huzur umudunun yerle bir edilmesinin gerekçesini beka meselesi diye yutturmaya çalışıyorlar.
Ve Kuzey Suriye’yi istila ederek Kürtleri ezebileceklerini ya da büyük ölçüde Suriye’nin içlerine sürebileceklerini zannediyorlar.
Böylece bütün sorunlardan kurtulabileceklerini ve beka meselesini halledebileceklerini düşünüyorlar herhalde.
Bütün çabalarına rağmen, şöyle diledikleri gibi Suriye’ye girip Kürt yerleşimlerini yerle bir edemiyorlar. Bunu çok istiyorlar ama uluslararası ve bölgesel dinamikler buna engel oluyor.
SEÇİM DE BEKA SORUNU İLAN EDİLDİ, HIRSIZLIK NORMAL
Şimdi de 31 Mart seçiminin memleketin beka meselesi olduğunu söylüyorlar.
Kendilerinin organize ettiği seçim sahtekârlıklarına, hırsızlıklarına ve oyuncakları haline getirdikleri Yüksek Seçim Kurulu’nun hukuksuzluklarına buldukları bahane yine aynı.
Memleketin bekası…
Bu konunun sözcüsü olan Devlet Bahçeli, sanki Erdoğan ile ayrıntılı yerel seçim pazarlıklarını kendisi yapmamış gibi, "Niye orayı, şurayı, burayı aldık, almadık" şeklinde tezvirat ve dedikodulara aldırış edilmemesini isteyerek, "Bana 'belediye mi, beka mı' derseniz, 'beka' derim." diye konuşuyor.
Bu arada CHP’nin sözde muhalefetine de çatıyor.
"CHP’liler YSK’yı tanımıyormuş. Hayali seçmenler oluşturuluyormuş. Bu iddiaların amacı 31 Mart’ı gölgelemek, sabote etmektir. CHP, YSK’yı tanımıyorsa seçime de katılmasın. Katılacaksa iddialarını acil olarak ispatlasın."
Tabii CHP’nin böyle bir şey yapmayacağını en iyi Bahçeli biliyor.
Kılıçdaroğlu, "YSK’ya güvenmiyoruz" dedi ve mesele orada kaldı. Ötesi yok.
Büyük bir iştahla bu gayrimeşru seçime katılıp, kazanacakları birkaç belediye ile yetinerek iktidara bir kere daha meşruiyet sağlayacaklar.
Bu arada ülkenin her tarafından, özellikle de Kürt şehir ve kasabalarından sahte seçmen kayıtları, oy hırsızlığına yönelik sahtekârlıklar adeta fışkırıyor.
İnanılmaz organize, bir merkezden planlanmış ve koordine edilen çeşitli hilelerle donatılmış, şimdiden gayri meşru sayılması gereken bir seçim süreci söz konusu.
Öte yandan iktidar, ülkede yerleştirilmek istenen faşizmin meşruluğunu kanıtlayabilmek için bu seçime çok önem veriyor.
Yeni tek adam rejiminin yerel anlamda da halka benimsetilmesi gibi bir amaç peşinde oldukları için bu seçimi de beka meselesi olarak ilan etmiş bulunuyorlar.
Fakat geçen 16 yıl içinde ülke ekonomisini perişan ettikleri ve ülkeyi uyguladıkları talan ekonomisi nedeniyle batma noktasına getirdikleri için kendi uysal seçmenleri bile çok kızgın.
Bir kısmının AKP ve MHP’ye oy vermeme ihtimali iktidar oldukları halde onları çok korkutuyor.
Bu nedenle geniş çaplı ve etkili bir oy hırsızlığı modeli organize ettikleri anlaşılıyor. Hileler ortaya çıkarılsa bile nasılsa bu itirazları reddedecek olan YSK. Eh nasılsa, onların dayattığı koşullara razı olup bu şimdiden kaybedilmiş seçimi meşrulaştıran bir muhalefet de var!
Bu nedenle iktidarın sözcüsü Bahçeli sürekli şu lafları tekrarlıyor:
"31 Mart’ta sadece belediye başkanı seçilmeyecektir… Hepsinden mühimi Türkiye’nin bekası, tarihi ve milli çıkarları söz konusudur. Bu Türkiyemiz için ertelenemez bir sorumluluktur."
Daha önce de, "Kesinlikle kayyım atanmış belediyeler, seçilse bile Kürtlere verilmemelidir, bu bir beka meselesidir" buyurmuştu!
Öyle görünüyor ki savaş yetmiyor. Suriye’ye girseler de yetmeyecek. Çünkü böyle bir şey yaparlarsa daha beter belalarla karşılaşacaklar.
Belediyeleri de beka meselesi olarak görmeleri bundandır.
Ne pahasına olursa olsun çoğunluğu ele geçirerek muhalefeti umutlandıracak bir sonucun çıkmasını engellemek istiyorlar.
Ayakta kalabilmelerinin tek yolu savaş ve gerginlik politikalarını sürdürerek sahte seçimlerle halkın sözde desteğini alabilmekten geçiyor.
Muhalefet de HDP hariç, memleketin beka sorunu gerekçesiyle bu amaca hizmet edip, onlara meşruiyet sağlıyor.
Amacım karamsar bir tablo çizmek değildi. Ama görünen bu...
Belki de o yüzde 60’lara vardığı söylenen muhalefet potansiyeli ancak bu yenilgiden sonra bir araya gelerek gücünü gösterebilecek.
Bu nedenle her şeye rağmen umutlu olmak gerekiyor.