Üstadla dördüncü buluşma

Aslında adam Selimiye'ye gelmiş Topkapı'yı gezmiş Muradiye Camii'ni de görmüş vakti zamanında. Bense O'na önce Marsilya'da, sonra Londra ve Boston'da en son Ronchon'da rastladım.

Cemalinden belli ki, titiz, sinirli, mükemmeliyetçi biri. Tanıyanlar, kendisiyle birlikte çalışanlar ve uzmanlar da aynı görüşte. Aristokrat tavırları var. Kendinden bahsederken üçüncü çoğul şahıs kullanıyor. Oh mon Dieu!

Paraya düşkün olduğu yazılı.

Ben, 1974-77 yıllarında bu beyefendiyle ayda en az 2-3 kez görüşüyordum. Ama kendisini tanımıyordum. Marsilya'da Vélodrome stadına giderken yol üstünde sanki henüz bitmemiş değişik bir binanın yaratıcısı imiş. O zaman bilmiyordum: ''Unité d'Habitation'' (Yerleşme Birimi) popüler adıyla ''Cité Radieuse'' (Işıyan Site).

Sonra 1987'de Londra'da, BBC'de çalışırken, sıkça gittiğimiz South Bank'daki Hayward galerisinde Mösyö'nün retrospektif sergisi vardı. Neredeyse tüm çalışmaları, plan ve projeleri ile el yazmaları, resim, kroki ve fotoğrafları vardı. Etkileyici. Hiç unutmuyorum, serginin çıkışında yaşlı bir adamın denize girerken sırttan çekilmiş siyah-beyaz devasa bir fotoğrafı vardı. Onu da sonradan okudum, öğrendim: 1965 yılında 78 yaşında iken Marsilya'da denize girmiş ve boğularak aramızdan ayrılmış.

Üçüncü karşılaşmamız ABD'de Boston'da gerçekleşti. Yıl 1999-2000, ben Nieman'da öğrenciydim, Harvard'ın kampüsünde ''Carpenter Center for The Visiual Art'' (Carpenter Görsel Sanatlar Merkezi) binasını görünce hemen tanıdım. Onun eseriydi.

Mimar değilim, bildiğim bir alan da değil ama gazeteci gözlemciliği ile bu yapıda ilginç bir keşif yaptığıma inanıyorum: Beyefendi 1911 yılında Edirne'ye gelip Selimiye Camii'nin krokisini çizerken, Padişahın camiye özel girişi için yapılmış köprülü yola önem atfetmiş. Carpenter Center'da da merkez müdürünün ya da protokolün girişi için benzeri köprülü bir yol yapmıştı.

1974-77'deki bilinçsiz ve bilgisiz ilk buluşmalar, 2005 yazında yine Marsilya'da içerik ve anlam kazandı. Çünkü bir arkadaşım Cité Radieuse'de oturuyordu, evine davet etti, hem evin içini hem de binayı ayrıntılı olarak gezdirmişti. (Mersi Sadi!). Okuduğun, az çok bildiğin herhangi bir şeyin - insan, kurum ya da yapı- somutunu görmek bambaşka. Teori ile pratik arasındaki fark ya da ilişki gibi.

Nihayet geçen hafta Fransa'da Vesoul civarındaki Ronchon kilisesini de ziyaret ederek dördüncü buluşmayı gerçekleştirdim.

Damı papaz şapkası gibi, beyaz beton bir yapı. Tepeye kurulmuş, müthiş sade. Minimalist. Işık ve alan nasıl değerlendirilir sorusuna doktora düzeyinde ders metni.

Etrafına sonra yine ünlü 2 mimar ek binalar yapmış. Detone olmuş. ''Görsel yankı'' diye bir kavramın yanlış örneği.

Kuşku yok ki adam bir dahi. Taraftarları ve karşıtları tabii ki var. Konutu ''içinde yaşamak için makine'' diye tanımlayan bir mimar.

(trrrrum,
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!

makinalaşmak istiyorum! Nazım Hikmet, 1923)

Işık, alan ve işlevsellik bizim mimarın temel ilkeleri. Adam aslında büyük bir sanatçı.

Beyefendinin 7 kitabı Türkçeye tercüme edilmiş.

1911'de Osmanlı İmparatorluğu topraklarını da kapsayan 7 aylık Şark Seyahati notlarında ve oryantalizme muhalefet ediyor, özgünlüğü savunuyor, çevrenin önemini çoktan kavramış. 1933'de Atatürk'e mektup yazıp Istanbul'un imar planını yeniden tasarlamak istiyor.

Cevap yok. 1939-49'da bu sefer İzmir'e yöneliyor.

Yine olmuyor.

Ama Hindistan'da Chandigarh kentinin neredeyse tüm tasarımını gerçekleştiriyor.

Mimarlık sıradan bir meslek değil. İşin teknik yanı giderek ikinci planda kalıyor. Estetik, işlevsellik, toplumbilim hatta siyaset var işin içinde: Kim nerede nasıl yaşayacak? Oturacak? Çalışacak? İşe nasıl gidip gelecek? Çocuklarını okula nasıl götürecek? Nerede eğlenecek? Nerede dinlenecek? Bütün bunları nasıl bir çevrede yapacak? O çevreyle ne tür bir ilişkisi olacak?

Mimarın takma adı Le Corbusier. (Cordonnier, ayakkabıcıdan geliyor). Ayakkabı da yürümek için makine değil mi?


*''İktidarın sahtekârlıkları, YSK, ekonomik kriz varken sen neler yazıyorsun!'' diyen okur ve dostlara: Ben bu konuları işleyen/yorumlayan meslektaşlarıma en küçük bir serzenişte bulunuyor muyum? Hayat, günlük politikadan mı ibaret?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi