Uydurulmuş bir geçmişin yeniden diriltilmesi ya da yeni bir gelecek yaratmak

Auster verdiği demeçlerde ülkenin “Trump'ı sevenler ve sevmeyenler olarak ikiye bölündüğünü” ve demokrasinin geleceği açısından "çok kritik ve tehlikeli" bir noktaya geldiğini söylüyordu.

ABD seçimleri ister istemez bütün dünyanın ilgi odağı oldu ama asıl hikayenin döndüğü yer kuşkusuz Amerika’nın kendisiydi. Seçimlere katılım rekoru kırıldı. Sanki bu kez sandığa gidenlerin bir kısmı Trump kazanmasın da ne olursa olsun diye bu adımı atmıştı. Nitekim bu durum ünlü yazar Paul Auster gibi bir çok insanın çığlığına yansımıştı. Auster verdiği demeçlerde ülkenin "Trump'ı sevenler ve sevmeyenler olarak ikiye bölündüğünü" ve demokrasinin geleceği açısından "çok kritik ve tehlikeli" bir noktaya geldiğini söylüyordu. Biden’ın kazanmasıyla bu kesimler muhtemelen rahatlayacak. Yeniden rutinleriyle uğraşmaya dönecekler. Peki ya Trump’ı yaratan, bütün başarısızlığına rağmen öyle ya da böyle çok sayıda insanın hala desteğini almayı başaran ve onu lider pozisyonuna getiren "durum" ortadan kalkacak mı? Zor.

Bunun nedeni Trump’ı destekleyen kalabalıkların postmodern karakterli yeniden paylaşım savaşının paralelinde yaşanan tahribatın bir parçası oluşuyla ilgili. Dünyanın bir numarası ABD’nin koltuğu sallanırken endişeler, yoksunlaşmalar, doğrudan hayatta dair kaygılar artıyor. Nitekim Trump öncesi de "Yeniden Amerika’yı büyük yapalım" nidaları işitiliyordu. Ama mesele sadece bundan ibaret değil, geçmişin gömüldüğü, unutulduğu düşünülen hayaletleriyle de yakından alakalı. Yoksunluk zaman zaman insanların pekala yalan da olsa farklı rüyalar görme ihtiyacını körükleyebilir. Mesela Güney Amerikalıların ülkeye gelmemesi için duvarlar ören, zamanında gelenleri geri göndermeyi önemli politikalarından biri olarak hayata geçiren Trump, pekala aynı Latin kitlelerin bir kısmına "kapitalist kurtuluş sağlayacak iş insanı" gibi gözükebiliyor. Tabii bu hikayede kaçınılmaz olarak nesneleşen ne Latinler, ne Siyahlar ne Müslümanlar yekpare. Soruları, beklentileri çoğu zaman hayattaki pozisyonlarına, edindikleri tecrübelere ve zamanla şekillenen düşünce yapılarına göre farklılaşıyor. "Yanılgılı" tercihlerin bir diğer nedeni de bu insanların kuşkusuz Biden gibi yaşadıkları sorunlara merhem olmaya hiç de niyeti bulunmayan simgeleri kendi yaşamları açısından bir alternatif gibi görmemelerinde yatıyor. Bu tabii gerçeğin aynı zamanda kendisi. Biden kendi partisinde Trump’tan çok Sanders, Ocasio-Cortez gibi iyi kötü yoksulların, emekçilerin, farklı olanların halini dert edenlere karşı seçilmiş biri. Kişisel olarak Biden’ın çok geleceği olacağını sanmıyorum. Fakat en azından simgelediği iktidarın önüne koyduğu şeyin mevcut eşitsizliklerle bezeli düzeni devam ettirmenin çok ötesine geçme olasılığı da zayıf. Bu ancak yaşananlardan rahatsız olanların vereceği mücadelenin gelişim boyutuna bağlı ve yeni bir illüzyon yaratılmasının önüne geçebildiği ölçüde başarılı olabilir. "Amerikan yaşam biçimi, değerlerimiz" diye tanımlanan şey bu derin yanıltmacanın birer örneği. Mesela ekranlar bakımlı, yaşını hiç bir biçimde göstermeyen insanlarla dolu. Gerçeklerin bir diğer önemli bir boyutu ise özellikle Korona salgını sürecinde kilometrelerce uzayan evsizlerin sığındığı çadırlarda ve buçuk milyon evsiz çocuğun yaşamak zorunda olduklarında gizli. Onlara sadece Biden değil hiç bir kamusal sorumluk üstlenmeyen ABD demokrasisi ya da kapitalizminin, şiddetle her kalkışmayı bastırma dışında vadettiği bir şey var mı?

Trump onlara değil ama "itilmiş" kırsal kesimdeki muhafazakar beyazlara bir şeyler vadediyordu. Yeniden zenginlik, saygınlık, geleneklere sadakat. Bu "kaybedilmiş şanlı geçmiş" tasvirinin arkasında köleci hükümranlığına duyulan özlem de muhtemelen var. Irkçılığı yücelten politikalarına rağmen az da olsa Trump siyahlardan bile oy almayı başarabildi. "Ben cebime girene bakarım" felsefesi mi bunda rol oynuyor? Bu normal çünkü ne siyahlar yekpare ne de Trumpizm bir bütün. Herkes kendi hayallerinden bir parçayı pekala Trump’ın demagoji ve şiddet yüklü atmosferinde bulabilir. Trump da sonuçta "olmayan bir hikayenin" açığa çıkan arazı, çıbanın patlayan yanı. Ortada Trump’ı üreten sistem ve toplumsal yapı dururken, Trumpizmin kaybolacağını ya da başka bir biçimde yeniden sökün etmeyeceğini düşünmek Amerikalılardan çok Amerikan kurumlarına güvenen bizim memleketin müthiş öngörülü akıllarına has olsa gerek. Güvendikleri kurumların başında Pentagon’un geliyor olmasıysa sanıyorum demokrasiden ne anladıklarını özetlemeye yeter.

Şimdi bütün olanlar karşında tıpkı Türkiye’de olduğu gibi uydurulmuş bir geçmişin yeniden diriltilmesi için restorasyonun çare olacağını düşünenler maalesef çok. Bu elitlere yeni yalanlar üreterek hükümlerini sürdürmelerini öğütlemekten öte bir şey değil. İnsan ruhu mucizeleri seviyor. Mesela "Biden gelecek sorunlar çözülecek, hatta lanet diktatörler gidecek" türünden tekerlemeler kulağa kuşkusuz hoş geliyor. Mücadelesini vermediğiniz şeyi kim kime ihsan eder? Efendim birine değil biz kurumlara mı güveniyoruz diyorsunuz? O kurumlar değil mi peki, bütün bu yaşanan olumsuzlukların bir parçası olan, her şeyden haberdar olduğu halde dünyayı ısrarla felaketten felakete sürükleyen? Sahi George Floyd’u kim öldürdü? Restorasyoncu aklın Trump seçimi kazansın diye büyü yapan taraftarlarınkinden ne farkı var?

Biden’ın da Trump kadar cüretkar olmasa da "suç"un bir diğer yüzü olduğunu birgün öğrendiğimiz de ne olacak? Yoksa basın onu destekliyor uzun zaman öyle hikayeler işitilmez mi olur, ona mı güveniyorsunuz?

Hazır soru sormaya başlamışken aklıma takılan bazılarını sıralayayım. Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombalarını kim attı? İran’da Musaddık’a karşı darbeyi kimler örgütledi? Vietnam Savaşı hiç mi vuku bulmadı? Yoksa bütün bunların müsebbibi Trump mıydı? Ya da şimdi bu soruları sormanın sırası değil, açalım TV’de bir Hollywood filmi izleyip unutalım mı bütün bunları, ne dersiniz?

Ne gerek var gerçekten insanların eşit ve özgür olacağı bir dünyayı yaratma çabası için mücadele vermek yerine; silersin önce umutları insanlığın müfredatından sonra kendi uydurduğun yalana kendin inanıp gerçekte bir başka "kölecilik" olmaktan ibaret olan alabildiğine dar bir demokrasi oyununu oynamayı sürdürürsün. Hazır demokrasi demişken aklıma takıldı, milyonlarca evsizin arasından seçilmiş bir temsilci var mı, hiç oldu mu o şanlı demokraside? O insanların seçilme hakkı var mı, ya seçme?

İki partiye mahkum, parası olmayanın hiç bir hükmünün olmadığı dar demokrasi sokağı yıkılmadan yerine bütün yeryüzünün "demokrasi" olduğu bir atmosfer kurulmadan kimsenin rahat etme şansı yok. Daha da önemlisi üzerinde yaşadığımız dünyanın mevcut hakim politikalarla bir geleceği yok.

Artık kafaları fazlasıyla köhneleşmiş kuşakların mış gibi yapmalarının öteleneceği, mücadele ederek gerçek soruların sorulacağı zaman şimdi. Mesela Ocasio-Cortez gibi umut ışıklarının kendilerini çöpe atacağını hiç sanmam, zaman ve mücadele onların neşesinin çınladığı günleri de görmemizi sağlayacak…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi