Ragıp Zarakolu

Ragıp Zarakolu

Vali atamanın geçmişi

Hatay vilayetine, olağanüstü yetkilerle Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer atanacaktı. Bu, 16 yıl sonra ilhak olunan bir yörenin entegrasyonuna ne kadar önem verildiğinin göstergesi idi.

Cerablus ve Afrin’e "vali" atamaları bana İskenderun Sancağı'nın, 1938 yılında tartışmalı bir halk oylaması ile önce "Hatay Cumhuriyeti" ilan olunduğu daha sonra da, 1939 yılında Türkiye’ye ilhak olunduğu günleri hatırlattı.

30’lu yılların bambaşka bir atmosferi vardı. Mussolini İtalyası 1935-36 yılında Etyopya’yı işgal etti. Almanya 1938 Martı’nda Avusturya Cumhuriyeti'ni ilhak etti. Ankara’nın hala de fakto özerk olan Dersim’e yönelik operasyonu 1937 yılında başladı. Çankaya İsmet’in yeteri kadar atak olmadığı gerekçesi ile yerine ESKİ Teşkilatı Mahsusa elemanı Celal’i getirdi ve 1938’de operasyon tamamlandı.

O sıralarda tek partinin baş ideoloğu Şükrü Kaya da, İtalyan ceza yasasından maddeler ayarlamakla, parti ve devlet aygıtını bütünleştirmekle meşguldü. O da elbette eski Teşkilatı Mahsusa elemanı ve yılların değişmeyen içişleri bakanı idi. Daha genç yaşında aşiretlerin, tehcir olunanların ve muhacirlerin yerleşiminden sorumlu dairenin başkanı olmuş, Suriye çöllerinde son tasfiyelerin organize edilmesinde yönetici olmuştu. O sıradaki Meclis başkanı, 1915’in namlı Muş ve Halep valisi Abdülhalik Renda’yı da unutmayalım elbette…  Kemal 38 Kasımı'nda ölünce 2 gün olsa da TC başkanlığını üstlenecekti.

Dersim operasyonunun koordinatörü ise emniyet genel müdürü Şükrü Sökmensüer’di. Bunlar Kemal’e bile güvenmeyip, belki yumuşar diye, köprü açılışında Dersimlilere hitap ederken, "akdonlular" şefaat diler diye, Seyit Rıza’yı, Pazar günü mahkemeyi toplayıp asıvereceklerdi. Sanki Kemal’in umurundaydı.

Diyarbakır kasabı diye anılan, Ermeni ve Süryanilerin en acımasız tasfiyelerinden birinin planlayıcı Dr. Nazım Bey, 1919 yılında "Ermeni Tehcirinin" sorumlularından biri olarak tutuklandığında, onun tutulduğu Bekirağa Bölüğünden kaçmasını sağlayanlardan biri Şükrü diye bir siyasi şube elemanı idi. Gerçi Sökmensüer asker kökenlidir ama kimbilir belki de bu Şükrü, Teşkilatı Mahsusa elemanı Sökmensüer'di.

O sırada bir yandan da "Hatay" operasyonu yürütülmekteydi, Şükrü Kaya’ların, Sökmensüer’lerin yakın takibi altında. Alelacele nüfus kaydırması yapılmış, halk oylamasından bağımsızlık kararı çıkarılmıştı.

Sözde bir Meclis vardı ama, aynen Kuzey Kıbrıs gibi her şey denetim altındaydı. Ve bağımsız Hatay Cumhuriyeti'nin ilk ve tek siyasal tutuklusu Cemil Meriç olacaktı. Bizzat bu ekip tarafından sorgulanacaktı. Çünkü Marksistti ve 1936-37’lerde İstanbul’a geldiğinde Nazım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı ile görüştüğü, hatta sol kitapevlerine uğrayıp onlara tercüme yaptığı saptanmıştı.

1938 aynı zamanda Nazım Hikmet ve Hikmet Kıvılcımlı’ya karşı Harp Okulu ve Donanma davalarının başladığı yıldı.

Ama bunun bir öncesi vardı. Kemalistlerin elinde erk vardı ama nitelikli entelektüeller yok gibiydi. Bunu hep komünist hareket içinden devşirerek sağlamaya çalışmışlardı. Bunlardan biri Kemal ve İsmet’in biyografisini bile yazacak olan Şevket Süreyya idi. Onun aracılığı ile 1937 yılında o dönem genç kuşakların idolü haline gelmiş olan Nazım’ın Çankaya’ya daveti sağlandı. Birlikte yenen yemekte kimler yoktu ki, Şükrü Kaya ve Sökmensüer dahil.

Sözde şaire hayranlıklarını dile getirirlerken, açıkça transfer teklifinde bulunuluyordu. Buna yanıt vermemenin, Harbiye'de bile genç okurlarının olmasının bedeli ağır ödetildi Nazım’a bir yıl sonra açılan dava ile. 13 yıl hapis yattı. Öldürülmemek için ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.

1939 yılında İngiliz/Fransız ittifakına katılma karşılığı, Paris "Hatay"ın TC’ye ilhakını kabul etti. Zaten 2 ay sonra da 2. Dünya Savaşı başlayacaktı. İskenderun Sancağının Ermenileri, Rumları, Nusayrileri, göç yollarına düşecek, önemsiz azınlıklar konuma düşürüleceklerdi. Musa Dağ Direniş Anıtı yerle bir edilecekti.

Mevzuya "vali" atamadan girmiştik. İşte yeni tesis olunan Hatay vilayetine, olağanüstü yetkilerle Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer atanacaktı. Bir EGM’nün vali statüsünü kabul etmesi, aslında bir rütbe tenzilidir. Ama bu TC’nin kuruluşundan 16 yıl sonra ilhak olunan ve hala çok renkliliğini korumuş olan bir yörenin entegrasyonuna ne kadar önem verildiğinin göstergesi idi.

Şükrü Sökmensüer, 1945 sonrasında soykırımın başlatıldığı birbirini izleyen operasyonlar döneminde CHP’nin Turancılarla kurduğu ittifak sırasında İçişleri bakanlığını üstlenecekti.

Liberallerle solun ittifak kurması gibi hayaller tek partinin uykularını kaçıracaktı. Kimi solcular da umutla DP’yi destekleyecekti. Liberallerle solcuların ortak gazete çıkarma çabası. Artık muhalif olan Mareşal Fevzi Çakmak’ın İnsan Hakları Derneği’nde "şüpheli" isimlerle yer alması, Çankaya’yı iyice endişelendirecekti. Tan Gazetesi ve sol basına yönelik 4 Aralık 1945 Aralık Pogromu, CHP gençliği ve İslamcı Muhafazakar ve Turancı gençlik ile birlikte organize edilecekti. (CHP ne kadar 1945 CHP’sini andırıyor değil mi?)

Ve Şükrü Sökmensüer 1947 Ocağı'nda, bu operasyonun, 1946 Aralığı'nda bütün sol parti ve sendikaların sıkıyönetim tarafından kapatılmasıyla (2. Dünya savaşı nedeniyle ilan olunan sıkıyönetim hala devam ediyordu, şimdiki OHAL gibi) kapatılmasından sonra TBMM’de TC tarihinin en anti-komünist/makkartici konuşmasını yapacak, DP’yi tamamen hizaya çekecekti. Bu uzun konuşmada 1919 yılından itibaren komünist ve sosyalist hareketlerin kısa tarihi yanında, sola yönelik yönelik bütün operasyonlarının da bir dökümü yapılmaktaydı.

Konuşma daha sonra broşür olarak şu başlıkla dağıtılacaktı: "Komünistler Mareşali ve Demokrat Partiyi Kötü Maksatlarına Nasıl Alet Etmek İsterler?" (Bu açıklama İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığının komünist tahriklere karşı aldığı tedbirler üzerine Büyük Millet Meclisinde 29.1.1947 Çarşamba günü yapılmıştır. Ulus Basımevi. Ankara)

Şimdi Kayaları, Sökmensüerleri, Rendaları kim hatırlıyor? 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Zarakolu Arşivi