Yalnız ve çaresiz ama umutlu

Dedeniz ya da babanız anayurdunu terk etmek zorunda kalmışsa, göçmenliğin ne olduğunu daha iyi anlarsınız ya da hissedersiniz. Bir göçmen kampı ziyareti…

Pazar sabahı arkadaşım Yorgo ve Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrencisi kızı Maria ile Selanik’in 35km kadar kuzeyindeki bir mülteci kampına gittik. Çünkü hükümet ve Belediye, BM Mülteciler Yüksek Komiserliğinin de onayı ile Haziran başına kadar bu kamplarda kalan bazı mültecileri sınırdışı etme kararı aldı. Bu karar uyarınca esas olarak Atina bölgesindeki 3 kampta (Eleonas, Shisto ve Skaramangas) toplam 1100 göçmen bulundukları merkezden çıkartılacaklar. 

Bu karara karşı kampanya açan "Irkçılık ve Faşizm Tehdidine Karşı Birleşik Hareket- KEERFA" üyesi yaklaşık 40-50 kişi kampın önünde bir araya geldi. Doktorlar, avukatlar, mimarlar, yazarlardı aktivistlerin çoğu. Yaş ortalaması da 40’ı geçiyordu. Pazar sabahı, ailesiyle denize gidip yüzmek varken ya da arkadaşlarıyla buluşup eğlenmek belki de evde oturup dinlenmek varken, meslek sahibi bu insanlar yakıcı güneş altında göçmenlerle dayanışmaya gelmişti. Pankart, bayrak ve hoparlörleriyle. Takdir etmemek mümkün değil. Yorgo hatırlattı: "Buraya gelen insanlara sor, en az yüzde 80’i zaten göçmen ailelerinin çocukları ya da torunlarıdır. Çoğu da Küçük Asya’dan (Türkiye’den) gelmiştir." Göçmenin derdinden herhalde en çok göçmen anlıyor. İki, hatta üç kuşak sonra bile.

Bizim gittiğimiz Anagnostopoulou kampında çoğu Pakistanlı, Afgan, Irak ve Suriyeli yaklaşık 1500 göçmen yaşıyor. Kimisi bir yıl, kimisi 4 aydır orada. Bir kısmı kesin olarak resmi evraklarını almış, bir kısmı ise iltica müracaatını yapmış sonuç bekliyor. Burası eski bir kışlasıymış. Zaten kamp sorumlusu da emekli bir asker. 

Biz toplandıktan sonra bir otobüs polis geldi ama kapının 50 metre kadar uzağına park etti, hiçbir şeye karışmadı. Kapının önünde de kara gözlükleri ve elinde telsizleriyle "Ben sivil polisim!" diye bağıran 2-3 kişi vardı. Onlar da etrafta sakince hatta efendice dolanıyordu.

KEERFA’cılar iyi hazırlanmış. Yunanca, İngilizce, Peştun dilinde bildiriler dağıtıldı, hoparlörden açıklamalar yapıldı. Selanik’te yaşayan Filistinli bir avukat da Arapça konuşma yaptı. 

Bildiri son derece düzgün bir ifade ile meşruluk temelini korumak amacıyla kaleme alınmış. Hiçbir keskin propaganda ya da slogan yok: "Kampları boşaltmak çare değildir. Bu memlekette herkese yer var. Kampta yer kalmadıysa, göçmenler, kentlerdeki kamu binaları ve belediye evlerine yerleştirilmeli. Herkese konut, sağlık, eğitim hizmeti verilmeli. Kamplardan atılmak istenen insanların hepsi resmi göçmen statüsündedir. Avrupa Birliği ve hükümet, gerekli yatırımları yaparak göçmenlerin bizim komşularımız olarak kırsal bölgelerde ya da kent merkezlerinde onurlarına uygun bir şekilde yaşamaları gerekir. Göçmenler hoşgeldiniz!"

Kamp, portatif metalik kulübelerden oluşuyor. Ama etrafta çok sayıda küçük çadır da var. Kovulmak istenen göçmenler kalıyor bu çadırlarda. Çocuklar okula gidiyormuş. Büyükler de iki vasıtayla şehir merkezine inebiliyor. Ama iş yok, güç yok. Konuştuğumuz gençlerin yüzlerinde huzursuzluk ve çaresizlik ifadesi çok açık. 

Biz COVID-19’a karşı maskelerimizi takmıştık ama bizden başka maske takan yoktu. Neyse ki kampta hiç Coronavirus vakası saptanmamış.

İçeri girmedik. Kapının orada tellerin arkasına toplanmış gençlerle konuştuk. Pakistanlıların çoğu İngilizce konuşuyor. Neredeyse hepsi Türkiye üzerinden Meriç’i aşarak gelmiş Yunanistan’a.

     - Geçen hafta sabaha karşı polis geldi, çadırlarda kalan 10 arkadaşımızı zorla aldı götürdü.
     - Herkes uyuyordu o sırada. Alıp götürmüşler.
     - Nereye götürmüşler?
     - Önce bilmiyorduk ama sonra telefon geldi, sınıra götürüp Türkiye’ye teslim etmişler. Türkiye de onları Pakistan’a geri gönderecekmiş.

Aslında tüm bu işlemler baştan aşağıya gayrı kanuni ve gayrı meşru. Ancak anlaşılan, Atina, Erdoğan’ın Yunan sınırına mültecileri yığmasına cevap olarak belki de böyle bir operasyon yapıyor. Geçici de olsa mülteci belgesi verdiğin insanlar geri gönderme anlaşmasına tabi değil. Olan göçmenlere oluyor yani. Ve bilmiyorlar ki, o kovulan göçmenler yine bir yolunu bulup Batı’ya geçecek. Bin yıldır böyle dönüyor bu çark.

Syriza son seçimlerde yenilip sağcı iktidar iş başına geçtiğinde zaten ilk icraatlarından biri kent merkezlerinde yaşayan göçmenleri buralardan sürmek olmuştu. Şimdi kamplarda yaşayanları da defetmek amacındalar. 

Pakistanlı gençlerle sohbet:

     - Kampın içinde kendi aranızda bir yönetim komitesi, koordinasyon kurulu gibi yapı var mı?
     - Yok…
     - E nasıl karar alıyorsunuz?
     - Pakistanlı, Afgan, Suriyeli, Iraklı fark etmiyor burada hepimiz aynı kötü durumdayız. Hepimiz kardeşiz. Yaşlılarımız var, onlar İdare ile muhatap oluyor çoğu zaman.
     - Pakistan’ın neresindensiniz?
     - Chitral!
     - Aaa ben geçmiştim sizin oradan. Peşaver’in Kuzeyi değil mi?

Çok sevindi çocuk. 1979’da, bir de 1986’da Afgan Mücahidleri ile günlerce yürüyüp savaş döneminde Afganistan’a gitmiştim. Gençler kendi aralarında neşeli bir şeyler konuştular. Sonra benim nereli olduğumu sorup Türkiyeli olduğumu öğrenince önce şaşırdılar sonra garipsediler sanki. Ama meşum şahsiyetten pek haz etmediğimi söyleyince muhabbet yine rayına oturdu.

     - Yunanistan bize iş verirse kalırız, yoksa Almanya’ya gitmek istiyoruz. Oraya giden arkadaşlar söyledi. Orası Türkiye’den de buradan da çok iyi imiş.

Selanikli doktorlar, maske, dezenfektan, aspirin dağıttı. Birkaç gazeteci daha vardı. Kameralar çalıştı, söyleşiler yapıldı. 

Saat ikiyi geçtiğinde kamptan ayrıldık. Yorgo, arabada radyoyu açtı. Bol bol konuşan arada bir müzik çalan bir istasyon. Radyo terminolojisinde "Station İdentification"(SI- İstasyon Kimliği) vardır, arada bir cingılla birlikte "Burası…. Radyosu" denir ya işte o anons. Fakat, bir -iki…baktım yaklaşık 10 dakikada bir SI sırasında Enternasyonal Marşının farklı versiyonları yayınlanıyor. Caz, klasik müzik, oyun havası, askeri marş türleri takılıyor kulağıma. Dayanamadım sordum:

     - Yorgo n’oldu? Devrim mi oldu?

Güldü bizimki. 

     - Syriza’nın radyosu bu. Eskiden beri araya bol bol, Enternasyonal koyarlar dedi.

Geldik kent merkezine. Yedikule Zindanlarının orada (Selanik’teki) kaldırım tavernasına çöktük. İştahınızı kabartmayayım ama balık ve deniz ürünlerini beyaz şarapla mideye indirdik. Göçmenlerin durumu rahatsız edici olsa da…
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ragıp Duran Arşivi